Araştırma Projeleri Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Sularda stronsiyumun deteksiyonu için kimyasal sensörlerin geliştirilmesi, karakterizasyonu ve uygulamaları(Ege Üniversitesi, 2024) Aytaş, Şule; Oral, Alparslan Enes; Ertaş, Fatma NilAraştırmada, stronsiyumun (Sr) tespiti ve eliminasyonunun çevresel sağlık ve güvenlik açısından önemine odaklanmaktadır. Stronsiyum, yüksek konsantrasyonlarda toksik etkiler yaratabilir, bu nedenle özellikle içme suyunda izlenmesi ve kontrol edilmesi gerekmektedir. Geleneksel metodlar genellikle ya tespit ya da eliminasyon üzerine yoğunlaşmıştır, ancak bu çalışma her iki fonksiyonu birleştiren yenilikçi bir yaklaşım sunmaktadır. Çalışmada, Murexide ve Tetraethoxysilane (TEOS) ile modifiye edilmiş Aljinat Hidrojel (MTH) ve Xylenol Orange ile işlenmiş Aljinat Hidrojel (XOH) partiküllerinden oluşan bir sistem geliştirilmiştir. MTH ve XOH partiküllerinde bulunan moleküller, stronsiyum iyonlarının varlığında renk değişikliği göstererek, su örneklerindeki stronsiyum seviyelerini hızlı ve hassas bir şekilde tespit etmeye olanak tanır. Ayrıca, aljinat biyopolimeri sayesinde bu partiküller, yüksek adsorpsiyon kapasitesine sahiptir (MTH için 9.2 mg/g ve XOH için 9.3 mg/g). Kolorimetrik ölçümler, akıllı telefon kamerasıyla çekilen fotoğraflar ve ImageJ gibi görüntü işleme yazılımları kullanılarak yapılmıştır. Bu yöntem, geleneksel spektrofotometrik cihazlara alternatif olarak düşük maliyetli ve erişilebilir bir çözüm sunar. Sonuç olarak, MTH ve XOH partikülleri, 1 mg/L'den 10 mg/L'ye kadar stronsiyum konsantrasyonlarını tespit edebilen ve aynı zamanda bu iyonları etkili bir şekilde adsorplayabilen çok işlevli sensörler olarak kullanılabilir. Çalışma, suyun kalitesinin izlenmesi ve iyileştirilmesine katkıda bulunacak ve su arıtma sistemlerinde ve çevresel izleme uygulamalarında bu partiküllerin kullanımını teşvik edecektir. Ayrıca, basit bir akıllı telefon kullanarak stronsiyum tespiti yapılabilmesi, bu alanda gelecekte yapılacak araştırmalara güçlü bir temel sağlamaktadır.Öğe Efasaneden güncele: Yeniden anlatım ve uygulamalarda İlyada ve Odesa/From legendary to contemporary: The literary evolution of narratives through retellings and adaptations of The Iliad and The Odyssey(Ege Üniversitesi, 2024) Atilla Mat, Aylin; Aslanoğlu, Gülcan IrmakBu yüksek lisans tezi, tüm zamanların en ünlü epik şiirlerinden ikisi olan İlyada ve Odysseia'nın yeniden anlatımı ve uyarlamaları yoluyla anlatıların evrimini incelemektedir. Çalışma, karşılaştırmalı bir analiz yaklaşımı kullanarak, bu eski Yunanca metinlerin yeniden anlatımının ve uyarlamalarının zaman içinde anlatılarını nasıl dönüştürdüğünü incelerken, bu uyarlamaların üretildiği kültürel, sosyal ve tarihsel bağlamlarla ilgili olarak bu değişikliklerin önemini de araştırmayı hedeflemektedir. Tezin ilk bölümü, klasik dönemde sözlü geleneğin ortaya çıkışıyla başlayan ve İlyada ve Odysseia'nın tarihsel ve edebi bağlamlarıyla devam eden yeniden anlatım tarihine kapsamlı bir genel bakış sunmaktadır. İkinci bölümde, farklı edebiyat eleştirisi türleri ve daha yeni edebiyat türleri üzerinden bu metinlerin yeniden anlatımlarından ve uyarlamalarından bir seçki incelenmektedir. Bu bölüm, uyarlamaları yakından inceleyerek, yeniden anlatımların orjinal anlatıları nasıl uyarladığını, yeniden yorumladığını ve dönüştürdüğünü tartışmayı amaçlamaktadır. Tezin son bölümü ise, bu dönüşümlerin önemini ve çağdaş kültürel üretim üzerindeki etkilerini analiz etmektedir. Bu çalışma, yeniden anlatımlar ve uyarlamalar yoluyla bu anlatıların evrimini araştırarak, bu antik Yunan metinlerinin çağdaş kültürel üretimi nasıl etkileyip ilham verdiğine ve modern izleyicilerde yankı uyandırmaya nasıl devam ettiğine ışık tutmayı amaçlamaktadır. Çalışma, nihai olarak, İlyada ve Odysseia'nın yeniden anlatımlarının ve uyarlamalarının, bu destansı şiirlerin ve onların kalıcı anlatılarının devam eden alaka düzeyini ve uyarlanabilirliğini göstermeyi hedefliyor.Öğe Adli tıp pratiğinde antaljik ve trendelenburg yürüyüş tiplerinin prospektif olarak değerlendirilmesi: Gözlemsel değerlendirme ile pedobarografik yürüyüş analiz yönteminin karşılaştırılması(Ege Üniversitesi, 2024) Kaya, Ahsen; Çakal, Merve; Özgür Aktaş, Ekin; Bayraktar, Dilek; Öztürk, Anıl MuratAmaç: Bu araştırmada, adli tıp uzmanları ve engelli sağlık kurullarınca değerlendirilen önemli başlıklardan biri olan ve pratikte yalnızca gözlemsel olarak değerlendirilen yürüme bozuklukları üzerine çalışılmıştır. İki Adli Tıp Uzmanı tarafından gözlemsel yolla yapılan yürüyüş değerlendirmeleri ve video kayıt eşliğinde yapılan pedobarografik analiz değerlendirmesi sonuçlarının birbirleriyle olan uyum düzeylerinin gösterilmesi ve bu konuda objektif ve bilimsel bir yöntemin kullanılabilirliği üzerinde çalışılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda; yürüme bozukluğuna neden olabilecek bir nörolojik/konjenital hastalığı olmayan; ancak geçmişinde alt ekstremite yaralanması olan olgular prospektif olarak değerlendirildi. İki Adli Tıp Uzmanı tarafından olguların yürüyüşleri gözlemsel olarak değerlendirildi. En az bir gözlemci tarafından antaljik veya trendelenburg tipi yürüme bozukluğu olduğu bildirilen 31 olgu çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen kişilerin, eş zamanlı iki yönlü video kaydı alınarak pedobarografik ölçümleri yapıldı. Pedobarografi cihazı kullanımında deneyimli bir Uzman Fizyoterapist tarafından, video kayıtları da izlenerek pedobarografik veriler analiz edildi ve yürüyüş bozukluğu varlığı ve türü açısından raporlama yapması istendi. Adli Tıp Uzmanı gözlemcilerin görüşleri ile raporlama sonuçları arasındaki uyum düzeyleri, Cohen's Kappa Testi ile saptandı. Raporlama sonuçları ile pedobarografi cihazından elde edilen verilerin, travma öyküsü bulunan ekstremitedeki durumu arasındaki ilişki Ki-Kare Testi ile araştırıldı. Bulgular: Adli Tıp Uzmanı gözlemciler arasında antaljik yürüyüş varlığı açısından "zayıf dereceli"; trendelenburg yürüyüşü varlığı açısından ise "orta altı düzeyde" uyum saptandı. Gözlemcilerin değerlendirme sonuçları ile video kaydı eşliğinde yapılan pedobarografik analiz sonucu arasındaki uyumlar incelendiğinde; çoğunlukla "orta altı düzeyde" olmak üzere, en iyi uyum orta-iyi düzey uyum sınırındaydı. Uzman Fizyoterapistin raporlama sonuçları ile pedobarografik verilerden "forefoot push off phase" süresindeki ekstremiteler arası asimetri arasında anlamlı ve güçlü düzeyde bir ilişki saptandı. Bu veri, trendelenburg tipi yürüyüş bozukluğunda yaralanma öyküsü bulunan ekstremite tarafında artış, antaljik yürüyüşte ise düşüş göstermekteydi. Bu veri için çalışılan tanı testi performans istatistiklerinde; saptama duyarlılığı, mükemmel tanı gücü seviyesinde doğruluğu, pozitif-negatif öngörücülüğü ile seçiciliği yüksek ve istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Sonuç: Yüksek ve birbirine yakın düzeyde klinik tecrübesi bulunan Adli Tıp Uzmanı gözlemciler arasında bile, yürüyüş bozukluklarının tiplendirilmesi açısından; yalnızca gözlemsel olarak yapılan değerlendirme sonuçlarının birbiriyle düşük uyum göstermiş olması, bu yöntemin subjektifliğini göz önüne sermiştir. Bilimsel gerçeklere uygun, denetime elverişli ve adil raporlama yapılması gerektiği ilkesine dayanılarak; kişi ve kurumların mağduriyetine sebebiyet verilmemesi amacıyla, yürüyüş bozukluklarının gözlemsel olarak değerlendirilmemesi ve mümkün olduğunca yaralanmanın yol açtığı ve doğası gereği yürüme bozukluğuna neden olan diğer arızaların göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünmekteyiz. Saptanan yüksek düzeydeki tanısal öngörücülüğü nedeniyle, pedobarografik verilerden "forefoot push of phase" süresinin yürüyüş bozukluğu tiplendirilmesinde kullanılabileceğini, diğer pedobarografik verilerin de daha geniş vaka gruplarında çalışılması halinde anlamlı sonuçlar sunabileceğini düşünmekteyiz.Öğe Efe (Apis mellifera anatoliaca) ve Efe F1 arılarında hijyenik davranış performansı üzerine oktopamin, tyramine, dopamin ve adenozin reseptör genlerindeki SNP’lerin seleksiyon kriteri olarak araştırılması(Ege Üniversitesi, 2024) Takma, Çiğdem; Yücel, Banu; Erdoğan, Metin; Özsoy, Neslihan; Varol, Ekin; Ertem, GamzeBu projede, ülkemizin arıcılık sektörü için büyük öneme sahip olan Efe (Apis mellifera anatoliaca) arısı ve Efe F1 arılarında hijyenik davranış performansını etkileyen genetik faktörler araştırılmıştır. Hijyenik davranış, bal arılarının kovanlarındaki hastalıklı veya ölü kuluçkaları tespit edip uzaklaştırmaları açısından hayati bir öneme sahiptir. Bu özellik, kolonide enfeksiyonların yayılmasını engelleyerek genel koloni sağlığını korumakta ve arı popülasyonunun sürdürülebilirliğini sağlamaktadır. Hijyenik davranış performansı üzerine bazı genlerin etkisinin olduğu bilinmektedir. Araştırmada oktopamin, tyramin, dopamin ve adenozin reseptör genlerindeki tek nükleotid polimorfizmlerinin (SNP'ler), hijyenik davranış performansı üzerinde bir seleksiyon kriteri olup olmadığı incelenmiştir. Araştırma bulguları, oktopamin ve tyramin reseptör genlerindeki belirli tek nükleotid polimorfizmlerinin (SNP'ler) hijyenik davranış performansı üzerinde anlamlı etkiler oluşturduğunu göstermektedir. Söz konusu genetik varyasyonların, arı kolonilerinin hastalık direncini artırmasında potansiyel bir seleksiyon kriteri olarak değerlendirilebileceği düşünülmektedir. Elde edilen veriler doğrultusunda, gelecekte hijyenik davranış performansı geliştirilmiş hatlarla hastalıklara karşı dirençli arı kolonilerinin oluşturulması tavsiye edilmektedir.Öğe İcariinin vasküler gevşetici etkisinde sfingozin-1-fosfat reseptör 1(S1PR1)’1n rolünün araştırılması(Ege Üniversitesi, 2024) Sevin, Gülnur; Mert, Ozan; Alan Albayrak, ElifSfingozin-1-fosfat(S1P), sfingozin kinaz(SK)’ların ürettiği biyoaktif sfingolipit metabolitidir. S1P, vasküler gelişim/stabilite, anjiyogenez ve vasküler tonusun düzenlenmesinde önemlidir ve bu sinyal yola ındaki bozukluklar ateroskleroz, diyabet, hipertansiyon patolojisinde bildirilmektedir. S1P’nin, sfingozin-1-fosfat 1-5 reseptörleri(S1PR1-5) olarak beş farklı reseptörü bulunmaktadır. SK enzimleriyle oluşan S1P; vazodilatasyon ve vasküler geçirgenlik üzerinden etkilerini S1PR1 ve S1PR3’leri aracılığıyla göstermektedir. Düz kas gevşetici, nöroprotektif, kardiyovasküler hastalıklardan koruyucu, antienflamatuvar etkileri olan icariin(İCA); düz kas gevşetici ve antiaterosklerotik etkilerini S1P ile benzer şekilde PI3K/Akt-eNOS-NO yolağının aktivasyonuyla göstermektedir. İCA ile S1PR1/S1PR3 agonistlerinin miyokardiyal iskemi/reperfüzyon hasarı ve Parkinson-Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıklarda inflamasyonla ilişkili ortak etki mekanizmalarını paylaşması nedeniyle "İcariin vasküler gevşetici etkisini S1PR1 ve/veya S1PR3 aracılığıyla gösterebilir mi?" soru ile, ilk kez icariinin aorta üzerindeki gevşetici etkisine S1PR1 ve S1PR3’ün katkısını biyokimyasal/farmakolojik çalışmalarla araştırmayı amaçlamıştır. İCA gevşemelerinin endotele bağlı ve/veya NO aracılı olduğunu kanıtlamak üzere, endoteli sıyrılmış aortalar ve nitrik oksit sentaz inhibitörü L-NAME(100 μM, 30dk.) inkübasyonu varlığında yanıtlar alınmıştır. İCA’nın sfingozin yolağı ile ilişkisi yolak üzerinde yer alan enzim ve reseptör inhibitörleri kullanılarak fonksiyonel çalışmalarla incelenmiştir. İCA’nın seramidaz enzimiyle ilişkisi, seramidaz enzim inhibitörü olan D-erythro-MAPP(MAPP; 3-10 μM, 30dk.), sfingozin kinaz enzimiyle ilişkisi, sfingozin kinaz enzim inhibitörü N,NDimethylsphingosine(DMS; 10-30 μM, 30dk.), S1PR1 ile ilişkisi S1PR1 reseptör antagonisti W146(1-3 μM, 30dk.) ve S1PR3 ile ilişkisi S1PR3 reseptör antagonisti CAY10444(10-30 μM, 30dk.) aracılığıyla araştırılmıştır. İnhibitörler varlığında/yokluğunda aorta dokularından fenilefrin(10-7 M) ile ön kastırma sonrası kümülatif 1CA(3x10−7M -10−4 M) gevşeme yanıtları alınmıştır. İCA’nın EC50 değeri(3 μM); aorta doku kültüründe (24 saat, 37°C, %5 CO2 inkübatörde) inkübasyon konsantrasyonu olarak kullanılmış ve western blot ile SK-1, S1PR1 ve S1PR3 ekspresyon düzeyleri western blotla araştırılmıştır. Nitrik oksit(NO) düzeyleri Griess reaksiyonuyla kit protokülüne uygun şekilde spektrofotometrik ölçülmüştür. Sonuçlarımıza göre, İCA gevşemeleri endotele bağlı/NO aracılıdır. DMS ve W146 varlığında istatistiksel olarak anlamlı şekilde gevşemeler azalırken, MAPP ve CAY10444 varlığında değişmemiştir. SK-1 ve S1PR1 protein ekspresyon düzeyleri artarken, S1PR3 ekspresyondüzeyleri değişmemiştir. İCA, toplam nitrat/nitrit düzeylerini arttırırken, bu artış inhibitörler(W146, DMS, L-NAME) varlığında geri dönmüştür. İCA’nın sıçan aortasında S1P üretiminden sorumlu SK enzimlerinin ve/veya S1PR1 aracılığıyla gevşetici etki oluşturduğu gösterilmiştir. NO ilişkili patolojilerde, NO üretiminden sorumlu sinyal yolaklarının önemi ve tedavide seçilecek ajanın buna göre belirlenmesi önemlidir. Sfingozin sinyal yolağının bozulduğu ve bu yolakla ilişkili NO yetmezliğinde özellikle endotel disfonksiyonuyla ilişkili hipertansiyon ve ateroskleroz gibi vasküler hastalıkların tedavisinde İCA’nın kullanılması yeni ve etkili bir ilaç adayı olma potansiyeli klinik olarak önem taşıyabilir.Öğe İzmir'de yaşayan Suriyeli göçmen yetişkin kadınların besin güvencesi, sürdürülebilir beslenme davranışları ve beslenme durumlarının değerlendirilmesi(Ege Üniversitesi, 2024) Küçükerdönmez, Özge; Kılıç, GülendamAraştırma, İzmir’de yaşayan Suriyeli göçmen yetişkin kadınların besin güvencesi, sürdürülebilir beslenme davranışları ve beslenme durumlarının değerlendirilmesi ile besin güvencesi grupları arasında sürdürülebilir beslenme davranışları açısından bir fark olup olmadığının incelenmesi amacıyla planlanmıştır. Tanımlayıcı ve kesitsel tipte planlanan bu araştırma, Mart 2023-Temmuz 2024 tarihleri arasında İzmir ili sınırları içinde yer alan Bornova, Kahramanlar ve Karabağlar Göçmen Sağlığı Merkezleri’ne başvuran, 18-64 yaş arasındaki 269 Suriyeli göçmen yetişkin kadının katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Çalışma verileri, katılımcıların sosyo-demografik özellikleri, sağlık bilgileri ve beslenme alışkanlıklarına yönelik soruların, antropometrik ölçümlerin, 24 saatlik besin tüketim kaydının, Gıda Güvencesizliği Deneyim Ölçeği’nin (FIES), Sürdürülebilir ve Sağlıklı Beslenme Davranışları Ölçeği’nin, Sürdürülebilir Beslenmeye Yönelik Davranış Ölçeği’nin ve Akdeniz Diyeti Bağlılık Ölçeği’nin (MEDAS) bulunduğu bir form kullanılarak yüz yüze görüşme aracılığıyla toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi için SPSS 27.0 programı kullanılmıştır. Kadınların %59,5’inin besin güvencesizliğinin olmadığı, %30’unun orta seviyede ve %10,5’inin ciddi seviyede besin güvencesizliğinin olduğu bulunmuştur. Katılımcıların Sürdürülebilir ve Sağlıklı Beslenme Davranışları Ölçeği toplam puanı ortalaması 102,8±30,2, Sürdürülebilir Beslenmeye Yönelik Davranış Ölçeği toplam puanı ortalaması 98,0±17,2 ve MEDAS toplam puanı ortalaması 6,8±1,9’dur. Katılımcıların besin güvencesi grupları arasında, Sürdürülebilir ve Sağlıklı Beslenme Davranışları Ölçeği, Sürdürülebilir Beslenmeye Yönelik Davranış Ölçeği ve MEDAS toplam puan ortalamaları karşılaştırıldığında anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0,05). Sonuç olarak, çalışmamızda İzmir’de yaşayan Suriyeli göçmen yetişkin kadınların besin güvencesi grupları arasında sürdürülebilir beslenme davranışları açısından bir fark olduğu tespit edilmiştir.Öğe Anadolu’yu adımlamak: İbn Batuta’nın Anadolu seyahat rotası ve dijital ortama aktarılması(Ege Üniversitesi, 2024) Uzun, Kazım; Kanat, Cüneyt; Yalçın, Haydar; Çınar, Semih; Demir, Ersin; Hamaloğlu, İbrahimİlgili konulardaki uzmanların tamamına yakını İbn Batuta’nın ortaçağın en büyük seyyahı olduğunu kabul ve ifade etmektedirler. Toplamı yaklaşık 115.000 kilometre olan seyahatleri göz önüne alındığında bunun yersiz bir kabul olmadığı açıktır. İbn Batuta’nın çok geniş bir coğrafyaya yayılan seyahatlerinin önemli etaplarından birini Anadolu sahası oluşturmaktadır. Seyyahın ve seyahatnamesinin (er-Rıhle) önemine binaen farklı ülkelerdeki çeşitli bilim insanları seyahatin farklı etapları hakkında geniş kapsamlı araştırmalar yapmış ve yapmaya devam etmektedirler. Ancak Anadolu etabıyla ilgili olarak, kapsamı sınırlı birkaç makale dışında herhangi bir çalışma yapılmamıştır. İbn Batuta, Anadolu’nun muhtelif şehir ve yerleşim yerlerini, Türkiye Selçuklularının kısa süre önce yıkıldığı ve ikinci beylikler dönemine denk gelen bir tarihte (1330’lar) gezmiş ve özellikle Batı Anadolu hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. İbn Batuta’nın Anadolu seyahati, en genel şekliyle ifade edilecek olursa, iki ana rota üzerinde gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki seyyahın Anadolu’ya geldiği Alanya’dan başlamakta ve Batı Anadolu şehirleri üzerinden Sinop’a uzanmaktadır. İkinci rota ise bu ilk rotanın belli bir aşamasında, Milas’tan başlayarak Konya’ya ve buradan da bazı doğu Anadolu şehirleri üzerinden Erzurum’a kadar uzanmaktadır. Ardından seyyahın anlatısı Erzurum’dan Birgi’ye dönmekte ve buradan devam etmektedir. Özellikle bu ikinci rotada bazı kopukluk veya karışıklıklar olduğu tespit edilmiş olup bunlar çalışmada belirtilmiş ve bu kopukluğun veya karışıklığın sebepleri üzerine öngörülerde bulunulmuştur. İşaret edilen ikinci rotadaki kopukluk veya muğlaklıklara rağmen İbn Batuta’nın İç ve Doğu Anadolu şehirleri hakkında sunduğu veri oldukça önem arz etmektedir. Bu çalışmada bir bütün olarak ve kronoloji gözetilmek suretiyle İbn Batuta’nın Anadolu seyahat rotası tespit edilmiş, mevcut sınırlı literatürde Anadolu seyahatinin tartışmalı olan bir bölümü aydınlatılmaya çalışılmış, elde edilen veri ve sonuçlar bir harita üzerinde görselleştirilerek İbn Batuta’nın Anadolu seyahati ve burada takip ettiği rota ilk kez ayrıntılı bir şekilde ortaya konulmuştur. Proje çalışmaları İbn Batuta seyahatnamesinin Arapça orijinal metni ve farklı dillerdeki çeviri ve edisyonlarının merkeze alındığı ve buradan elde edilen bilgilerin döneme ait diğer kaynaklar aracılığıyla denetlendiği bir yöntem üzerine kurulmuştur. Elde edilen veri saha araştırmalarıyla desteklenmiş ve İbn Batuta’nın Anadolu’da takip ettiği rota en doğru şekilde tespit edilerek etkileşimli bir harita üzerinde görselleştirilmiş ve dijital ortama aktarılmıştır. Ayrıca seyyahın, ziyaret ettiği yerlerdeki maddi ve maddi olmayan kültürel unsurlar hakkında verdiği bilgilerden yapılan derleme bu harita üzerindeki ilgili yerlerde gösterilerek ve etkileşimli bir kullanım aracılığıyla sunularak çalışmanın bir kültürel tarih çalışması olarak daha öğretici ve eğitim aşamalarında kullanıma uygun hale getirilmesi sağlanmıştır.Öğe Karaciğer hastalığı olan bireylerde sosyal desteğin fonksiyonel kapasite ve özbakım gücüne etkisi(Ege Üniversitesi, 2024) Kankaya, Hülya; Bulut, İremAmaç: Bu çalışma, karaciğer hastalığı olan bireylerin algıladıkları sosyal desteğin fonksiyonel kapasite ve özbakım gücüne etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişkisel tipteki araştırmanın örneklemini; Ege Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Gastroenteroloji Kliniği/Polikliniği'ne Mayıs-Temmuz 2024 tarihleri arasında başvuran 92 hasta oluşturmuştur. Araştırmanın verileri dahil edilme ölçütlerine uyan hastalardan "Hasta Tanıtım Formu", "Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ)", "Stanford Sağlık De erlendirme Anketi" ve "Özbakım Gücü Ölçeği" kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile elde edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde; istatistiksel yöntemler kullanılmıştır. Sonuçlar %95 güven aralığında, p<0.05 anlamlılık düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 61.28 ±13.34'dür ve %60.39ü erkek, %47.8'i emeklidir. Tanı süresi ortalama 7.15±6.77 yıldır. Hastaların ÇBASDÖ puan ortalaması 54.52±13.16 olarak saptanmıştır. Eğitim durumu, hastalık tanısı ve tanı süresi, algılanan sosyal destek seviyesini etkileyen faktörler olarak belirlenmiştir. Stanford Sağlık Değerlendirme Anketi Puan Ölçeği'nden alınan puanların ortalaması 15.18±14.53 olarak bulunmuştur. Fonksiyonel durumu etkileyen faktörlerin meslek, eğitim durumu, hastalık tanısı ve yaş olduğu görülmüştür. Hastaların Özbakım Gücü Ölçeği puan ortalaması 97.79±19.79 olarak saptanmıştır. Medeni durum, meslek, eğitim durumu ve yaş, özbakım gücü düzeyini etkileyen faktörler olarak belirlenmiştir. Hastaların ÇBASDÖ puan ortalaması ile Stanford Sağlık Değerlendirme Anketi ve Özbakım Gücü Ölçeği Puan Ortalaması arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki (p<0.05) bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda hastaların algıladıkları sosyal destek düzeyinin ortalama ve üzerinde olduğu saptanmıştır. Algılanan sosyal destek düzeyi yüksek hastaların fonksiyonel durumlarının daha iyi, özbakım gücü düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür.Öğe Hemşirelik öğrencilerinin çevre okuryazarlığı ve iklim değişikliği endişesi arasındaki ilişki(Ege Üniversitesi, 2024) Topçu, Sevcan; Kufacı, Selinİklim değişikliği endişesi iklim değişikliğinden kaynaklanan mevcut ve tahmin edilen hasar, kayıp ve yıkımla ilişkili endişe ve buna eşlik eden stres ve kaygı olarak tanımlanmaktadır. İklim değişikliği endişesi iklim değişikliğinin sonuçlarına karşı harekete geçmeye teşvik edici adaptif bir süreç olarak düşünülmektedir. Çevre sorunlarını aşmanın en önemli yolu çevre okuryazarlığına sahip bireylerdir. Çevre okuryazarlığı, kişinin çevreye ilişkin bilgisini davranış yoluyla ortaya koyma kapasitesini ifade etmektedir. Bu çalışmanın amacı hemşirelik öğrencilerinin çevre okuryazarlığı ile iklim değişikliği endişesi arasındaki ilişkinin değerlendirilmesidir. Kesitsel tipteki çalışmanın örneklemini 290 hemşirelik öğrencisi oluşturmaktadır. Araştırmanın verileri araştırmacılar tarafından hazırlanan Tanıtıcı Bilgi Formu, Çevre Okuryazarlığı Ölçeği (ÇOYÖ) ve İklim Değişikliği Endişesi Ölçeği (İDEÖ) ile toplanmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler, t testi, varyans analizi ve korelasyon analizi kullanılmıştır. Hemşirelik öğrencilerinin yaş ortalaması 21,49±1,72’dir ve %87,6’sı kadındır. Hemşirelik öğrencilerinin ÇOYÖ puan ortalamasının 79,76±9,16, çevresel bilinç puan ortalamasının 37,69±4,71, çevresel kaygı puan ortalamasının 24,19±2,86, çevresel farkındalık puan ortalamasının ise 17,87±3,11 olduğu bulunmuştur. Hemşirelik öğrencilerinin İDEÖ puan ortalamasının 34,53±8,75, kaygı puan ortalamasının 24,12±5,98, çaresizlik hissi puan ortalamasının 10,41±2,97 olduğu bulunmuştur. Hemşirelik öğrencilerinin çevre okuryazarlığı ve iklim değişikliği endişesi arasında pozitif yönde yüksek düzeyde bir ilişki olduğu bulunmuştur (p<0.05, r=0,81). Bu çalışmadan elde edilen veriler doğrultusunda hemşirelik öğrencilerinin çevre okuryazarlığının yüksek, iklim değişikliği endişelerinin ise orta düzeyde olduğu bulunmuştur.Öğe Okul öncesi çocuklarının temel dil becerilerinin gelişmesinde müziğin rolüne ilişkin öğretmen görüşlerinin incelenmesi(Ege Üniversitesi, 2024) Mentiş, Aylin; Canlı Can, SunaBu araştırma, “Okul Öncesi Çocuklarının Temel Dil Becerilerinin Gelişmesinde Müziğin Rolüne İlişkin Öğretmen Görüşlerinin İncelenmesi”ni amaçlayan nitel bir çalışmadır. Bu doğrultuda araştırmanın modeli, temel nitel betimsel desendir. Bu desende amaç, bir olgunun doğrudan ve basit betimlemesini sunmaktır (Lambert ve Lambert, 2012; Sandelowski, 2010; akt. Mutlu, 2020). Diğer bir ifadeyle bu desenin amacı bireylerin bir vaka veya olguyla ilgili düşüncelerini tanımlayarak betimlemektir (Willis, Sullivan Bolyai, Knafl ve Cohen, 2016). Çalışmada MEB’in okul öncesi kurumlara dönük sunduğu ilgili öğretim programında yer alan “36-72 Aylık Çocukların Eğitimleri İçin Belirlenen” dil alanına ilişkin amaç ve kazanımlardan hareketle, okul öncesi dönem öğrencilerine seslenen uygulama içeriklerinde, alan uzmanlarınca ilgili alan yazından seçilen ve araştırmanın amacına hizmet eden düzeye uygun tekerleme, ritimli-uyaklı sözler ve eğitici okul şarkıları kullanılmıştır. Çalışmanın amacı, 5-6 yaş grubundaki yaklaşık 92 okul öncesi çocuklarının temel dil becerilerinin geliştirilmesinde müziğin ve ritimli dilsel uyaranların rolüne ilişkin öğretmen görüşlerinin incelenmesidir. Çocukların ses aralıklarına uygun olarak, dil açısından anlaşılır ve müzikle sözlerin uyumlu olduğu tekerleme ve şarkılar oluşturulmaya çalışılmıştır. Temel dil becerilerini geliştirici, öğrenilecek tekerleme ve şarkıyı kolay kavramasına yardım edici, aynı zamanda eğlendirici olmasına yönelik prensipler temele alınmıştır. Seçilen tekerleme ve şarkıların etkisinin ne düzeyde olduğuna ve söz konusu becerileri geliştirip geliştirmediğine ilişkin öğretmen görüşlerine başvurulmuştur. Öğretmenlerden alınan yanıtlar doğrultusunda, MEB’in okul öncesi kurumlara dönük sunduğu “36-72 Aylık Çocukların Eğitimleri İçin Belirlenen Program”da sunulan bu kazanımlara erişim konusunda söz konusu uyaranların etkililiğine dönük bir sonuca ulaşılmıştır.Öğe Frekans yanıt fonksiyonun olasılıksal dağılımı esaslı modal parametre tayini(Ege Üniversitesi, 2024) Hızal, Çağlayan; Ercan, Emre; Pekedis, Mahmut; Nuhoğlu, Ayhan; Avcı, Muhammed SerdarBu proje kapsamında, değişken girdi lokasyonlarına göre farklı noktalardan toplanan tepki ölçümlerinin yer aldığı gruplar halindeki ölçüm düzenekleri üzerinden yapıların modal parametre tayinini yapan Frekans Yanıt Fonksiyonu (FYF) esaslı bir girdi-çıktı yöntemi geliştirilmesi hedeflenmektedir. Bu amaçla, her bir ölçüm grubundaki tepki ölçümlerinden elde edilen FYF’ler ile bunların teorik de erleri arasındaki fark bir ölçüm hatası olarak modellenerek, ölçülen FYF’lerin modal parametrelere (doğal frekans, sönüm oranı, modal deplasman şekli) bağlı koşullu olasılıksal dağılımları elde edilmektedir. Ardından, tüm ölçüm gruplarının ortak olasılık dağılımı üzerinden bir Bayes’ çıkarımı ile modal parametrelerin sonsal olasılık dağılımların tahmini yapılmaktadır. Sonraki aşamada da elde edilen olasılık dağılımı üzerinden modal parametreler ait sonsal istatistiksel parametreler (varyans, standart sapma, değişkenlik katsayısı vb.) belirlenmektedir. Önerilen yöntemin doğrulanması amacıyla, için iki adet deneysel çalışma gerçekleştirilmiştir. İlk olarak bir basit kiriş modeli oluşturularak aynı yönde ve aynı noktada konumlanmış bir titreştirici etkisi altında, her bir ölçüm düzene inde farklı noktalardan elde edilen tepki ölçümleri kullanılarak modal parametre tayini yapılmıştır. İkinci çalışmada ise 3 boyutlu bir burulmalı kayma çerçevesinin laboratuvar modeli oluşturularak, farklı lokasyonda ve farklı yönlerde etki eden titreştirici etkisi altında yine her bir ölçüm düzene inde farklı lokasyonlardan elde edilen ivme tepkileri kullanılarak modal parametre tayini yapılmıştır. Elde edilen sonuçlar sunulan metodolojinin oldukça doğru sonuçlar veren yenilikçi çözümler sunabildiğini ortaya koymaktadır.Öğe Tıpta uzmanlık öğrencilerinin bilgilendirme ve rıza konusundaki bilgi düzeyleri(Ege Üniversitesi, 2024) Kaya, Ahsen; Özgür Aktaş, EkinProje kapsamında; tıpta uzmanlık öğrencilerinin tıbbi uygulamalarda bilgilendirme ve rıza ile ilgili bilgi düzeylerinin belirlenmesi, farkındalıklarının arttırılması ve uzmanlık eğitim süreçlerine hukuki sorumluluklarla ilgili eğitimlerin entegrasyonunun planlanması için önerilerde bulunulması hedeflendi. Proje sürecinde; temel, dahili ve cerrahi bilimler alanında tıpta uzmanlık eğitimi alan öğrencilere gönüllülük esasına dayalı bir anket formu uygulandı. Veriler SPSS v25 istatistik paket programına aktarılarak analiz edildi. Bilgilendirme ve rızayla ilgili soruların %85'inin doğru bilinmesi halinde, bilgi düzeyi "yeterli" olarak değerlendirilmiştir. Araştırmaya 608 tıpta uzmanlık öğrencisi gönüllü olarak katıldı. Katılımcıların %47,9’u kadın, %52,1’i erkek olup yaş ortalaması 28.03±2.38’di. Uzmanlık öğrencilerinin %56,3’ü Dahili Tıp Bilimleri, %38,3’ü Cerrahi Tıp Bilimleri ve %5,4’ü Temel Tıp Bilimleri’ndendi. Tıp bilim alanlarına göre, bilgilendirme ve rıza ile ilgili olarak ayrı ayrı ve toplam puanlara göre bilgi düzeyinin yeterli olmadığı saptandı. Uzmanlık dallarına göre, ayrı ayrı ve toplam tüm puanlamalarda sadece Adli Tıp uzmanlık dalında yeterlilik düzeyine erişildiği, temel tıp bilimlerinden hiçbir uzmanlık dalında ayrı ayrı ve toplamda yapılan değerlendirmede yeterlilik düzeyine ulaşılamadığı görüldü. Günümüzde tıbbi uygulama hataları ile ilgili davalarda bilgilendirme ve rıza en önemli dava konularından biridir. Tıpta uzmanlık dallarının çekirdek eğitim müfredatlarına başta bilgilendirme ve rıza ile ilgili klinik yetkinlik eklenmesinin ileride ya`anabilecek tıpta uygulama hataları ile ilgili iddia ve davalara karşı hekimleri ve sağlık kurumlarını koruyabileceği düşünülmektedirÖğe Kanser terapisi için anti-SUV39H1 siRNA taşıyıcı sistemlerin geliştirilmesi(Ege Üniversitesi, 2024) Kotmakçı, Mustafa; Örs, HüseyinKanser, anormal çoğalma özelliğine sahip hücrelerin kontrolsüz bir şekilde büyümesi, normal dokı sınırlarının aşarak yakın dokuları istila etmesi ve/veya diğer organlara yayılmasıyla vücudun hemen hemen her organında veya dokusunda başlayabilen geniş bir hastalık grubudur. siRNA’ların kullanılmasıyla gerçekleştirilen gen susturması, kanser oluşumunu tetikleyen genlerin susturulmasında kullanılarak hastalığın tedavisi için yeni yöntemlerin araştırılmasını mümkün kılmaktadır. Nanoteknolojinin uzun yıllardır ilaç taşınmasına yönelik araştırılmakla birlikte, genetik materyal taşınmasındaki gerçek potansiyeli geçtiğimiz yıllarda piyasaya sürülen oligonükleotid ilaçlarda ve COVID-19 aşılarının bileşiminde taşıyıcı olarak kullanılmalarıyla ortaya konmuştur. iScore Designer web aracı ile siRNA'lar tasarlanmıştır. Katyonik LNP'ler liyofilizasyonrehidrasyon yöntemi ile hazırlanmıştır. siRNA, LNP'ler ile kompleksleştirilmiş ve kompleks oluşumu ile nükleaz stabilitesi jel retardasyon deneyi ile doğrulanmıştır. LNP'ler ve kompleksler boyut ve zeta potansiyeli açısından karakterize edilmiştir. Formülasyonların sitotoksisitesi H1299, HCC827 ve Calu1 hücre hatları üzerinde değerlendirilmiştir. Hücresel internalizasyon Calu1 hücrelerinde gözlemelenmiştir. iScore Designer skorlarına göre en yüksek skora sahip olan iki siRNA adayı seçilmiştir. 62.4 - 87.4 nm parçacık boyutuna ve +30.4 ila +31.7 mV zeta potansiyeline sahip LNP'ler elde edilmiştir. 10'un üzerindeki N/P oranlarında LNP formülasyonlarının siRNA ile kompleks oluşturabildiği gözlemlenmiştir. N/P 10 15 ve 20 oranlarında hazırlanan komplekslerin boyutlarının 100 nm'nin altında olduğu tespit edilmiştir. Artan N/P oranının, komplekslerin anyonik stres direncini artırdığı gözlenmiştir. RNaseA varlığında siRNA %60’ın üzerinde degradasyonudan korunduğu gözlenmiştir. Test edilen hücrelerde LNP’ler ve kompleksler toksisite göstermemiştir. Hücresel alım çalışmalarına göre N/P 15 oranının optimal alım sağladığı tespit edilmiştir. Geliştirilen LNP:siRNA kompleksleri iyi in vitro stabilite, biyouyumluluk ve hücresel alım göstermiştir. Akciğer kanseri hücreleri üzerinde SUV39H1 susturulmasının daha ileri araştırmaları gerekmektedir.Öğe Aspirde (Carthamus tinctorius L.) çimlenme ve çıkış üzerine farklı tohum uygulamaları(Ege Üniversitesi, 2024) Öztürk, Gülsüm; Atakhojayev, Abdumovlan; Abobakr Ba Salama, Abobakr AbdullahBu çalışmanın amacı, heterojen çimlenme gösteren aspir tohumlarına farklı kimyasal, fitohormon ve polimer uygulamaları yapılarak homojen tohum çimlenmesini sağlamaktır. Tez çalışması 2024 yılında başlamış olup Tesadüf Parseli Deneme Desenine göre 3 tekerrürlü olarak kurulmuştur. Laboratuvar denemesi Ege Üniversitesi Tohum Teknolojisi Uygulama ve Araştırma Merkezi (TOTEM)’de yürütülmüştür. Aspir tohumlarına KNO3 (Potasyum Nitrat), GA3 (Giberellik Asit), Kitosan, Üre, Polimer kaplama+KNO3, Polimer kaplama+GA3, Polimer kaplama+Kitosan, Polimer kaplama+Üre ve Polimer kaplama+Saf su olmak üzere 10 uygulama yapılmıştır. Aspir tohumları 25oC’de ayarlanmış iklim dolabında çimlendirilmiştir. Tohumlar ISTA (Uluslararası Tohum Test Birliği) tarafından belirlenen kurallara uygun bir şekilde çimlendirilmiş ve çıkışlar kontrol edilmiştir. Elde edilen veriler varyans analizine alınmış ve ortalamalar LSD testi ile karşılaştırılmıştır. Kontrollü koşullarda yürütülen deneme sonucunda, en yüksek çimlenme değerine sahip uygulamalar Polimer+GA3 (94%), GA3 (88%) ve KNO3 (86%) içeren uygulamalar olup; ortalama çimlenme süresi bakımından KNO3 (3,10 gün), GA3 (3,52 gün) ve Polimer+KNO3 (3,60 gün) içeren uygulamalar başarılı bulunmuştur.Öğe Sosyoekonomik statünün ana göstergesi olarak anne-baba eğitiminin ve aile gelirinin öğrencilerin akademik başarısı üzerindeki etkisi(Ege Üniversitesi, 2024) Şengönül, TurhanBu araştırma sosyoekonomik statünün üç ana göstergesi olarak anne e itiminin, baba eğitiminin ve aile gelirinin öğrencilerin akademik başarısı üzerindeki etkilerini incelemek için araştırmaya katılan 200 lise öğrencisinden veri kullanmıştır. Veri çözümleme, korelasyonu, t testini ve hiyerarşik regresyon çözümlemesini kullanmıştır. Aile geliri, (r = 0.703), anne eğitimi (r = 0.682) ve baba eğitimi (r = 0.689) öğrencilerin akademik başarısıyla daha yüksek korelasyonlara sahip olmuştur. T testleri, daha yüksek sosyoekonomik statüdeki ailelerden gelen öğrenciler ile düşük-sosyoekonomik statüdeki ailelerden gelen öğrenciler arasında akademik başarıdaki farklılıklara, eşitsizliklere ve uçurumlara işaret etmiştir. Daha yüksek eğitim ve daha yüksek gelir düzeylerine sahip anne-babaların çocukları, daha düşük eğitim ve daha düşük gelir düzeylerine sahip anne-babaların çocuklarına göre akademik başarı olarak ortaokulda daha yüksek genel not ortalamasına sahip olmuştur. Regresyon çözümlemesi, öğrencilerin akademik başarısındaki değişimin % 67,2'sini açıklamıştır. Sonuçlar, aile gelirinin (β = .250), anne eğitimine (β = .167) ve baba eğitimine (β = .140) göre öğrencilerin akademik başarısı üzerinde çok daha güçlü olumlu etkisi olmuştur. Kitaplar, bilgisayar ve öğrenme kaynakları ve materyaller gibi evdeki eğitimsel kaynakların (β = .231) öğrencilerin akademik başarısı üzerinde ikinci en büyük etkisi olmuş ve onların akademik başarısını anlamlı biçimde tahmin etmiştir. Benzer biçimde, destekleyici ve tamamlayıcı eğitim (β = .132) de öğrencilerin akademik başarısı anlamlı biçimde tahmin etmiştir. Annelerin eğitimi, babaların eğitimi ve aile geliri, değişen sosyoekonomik kökenlerden öğrenciler arasında eğitimsel başarıdaki farklılıklarda, eşitsizliklerde ve uçurumlarda önemli bir rol oynamıştır.Öğe Ayçiçeği (Helianthus annuus L.) tohumlarının çimlenmesi üzerine farklı uygulamalar(Ege Üniversitesi, 2024) Öztürk, Gülsüm; Er, Bahar; Ozan, İbrahimBu çalışma ile heterojen bir çimlenme gösteren ayçiçeği tohumlarının farklı kimyasal, fitohormon ve polimer uygulamaları yapılarak homojen bir tohum çimlenmesini sağlaması amaçlanmıştır. Tez çalışması Tesadüf Parseli Deneme Desenine göre 3 tekerrürlü olarak kurulmuştur. Laboratuvar denemesi Ege Üniversitesi Tohum Teknolojisi Uygulama ve Araştırma Merkezi (TOTEM)’de yürütülmüştür. Ayçiçeği tohumlarına KNO3 (Potasyum Nitrat), GA3 (Giberellik Asit), Kitosan, Üre, Polimer kaplama+KNO3, Polimer kaplama+GA3, Polimer kaplama+Kitosan, Polimer kaplama+Üre ve Polimer kaplama+Saf su olmak üzere 10 uygulama yapılmıştır. Ayçiçeği tohumları 25oC’de ayarlanmış iklim dolabında çimlendirilmiştir. Tohumlar ISTA (Uluslararası Tohum Test Birliği) tarafından belirlenen kurallara uygun bir şekilde çimlendirilmiş ve çıkışlar kontrol edilmiştir. Elde edilen ortalamalar varyans analizine alınmış ve ortalamalar LSD testi ile karşılaştırılmıştır. Kontrollü koşullarda yürütülen deneme sonucunda, en yüksek çimlenme değerine sahip uygulamalar Polimer kaplama+KNO3 (93%), KNO3 (89%) ve Polimer kaplama+GA3 (88%) içeren uygulamalar olup; ortalama çimlenme süresi bakımından KNO3 (3, 14 gün), GA3 (3,52gün) ve Polimer kaplama+KNO3 (3,60 gün) içeren uygulamalar olmuştur.Öğe Gerçek patates tohumlarında tohum kalitesini iyileştirme yönünde çeşitli uygulamalar(Ege Üniversitesi, 2024) Öztürk, Gülsüm; Gemberov, RevanBu çalışmanın amacı, heterojen ve kademeli çıkış gösteren gerçek patates tohumlarının (GPT) farklı kimyasal, fitohormon ve polimer uygulamaları ile homojen bir tohum çimlenmesini sağlamaktır. Gerçek patates tohumları 2024 yılında Tesadüf Parseli Deneme Desenine göre 3 tekerrürlü olarak uygulamaya alınmıştır. Tez çalışması Ege Üniversitesi Tohum Teknolojisi Uygulama ve Araştırma Merkezi (TOTEM)’de yürütülmüştür. Gerçek patates tohumlarına KNO3 (Potasyum Nitrat), GA3 (Giberellik Asit), Kitosan, Üre, Polimer kaplama+KNO3, Polimer kaplama+GA3, Polimer kaplama+Kitosan, Polimer kaplama+Üre ve Polimer kaplama+Saf su uygulamaları yapılmıştır. ISTA (Uluslararası Tohum Test Birliği) tarafından belirlenen kurallara uygun bir şekilde tohum çimlenmesi yapılmış ve çıkışlar kontrol edilmiştir. Elde edilen veriler varyans analizine alınmış ve ortamalar LSD testi ile karşılaştırılmıştır. Laboratuvar koşullarında yürütülen çimlenme denemesi sonucunda, çalışmada kullanılan gerçek patates tohumlarına ait uygulamalarda en yüksek çimlenme oranı polimer+GA3 (92%), GA3 (89%) ve Polimer+Kitosan (84%) içeren uygulamalardan elde edilmiştir. Ortalama çimlenme süresini üzerine ise Polimer+KNO3 (3,78 gün), KNO3 (3,85 gün) ve GA3 (4,25 gün) içeren uygulamalar etkili bulunmu`tur.Öğe Susam tohumlarında tohum kalitesini iyileştirme uygulamaları(Ege Üniversitesi, 2024) Öztürk, Gülsüm; Pirjanov, Ferruh; Bayramov, HümbetBu çalışma ile heterojen bir çimlenme gösteren susam tohumlarının farklı kimyasal, fitohormon ve polimer uygulamaları yapılarak homojen bir tohum çimlenmesini sağlaması amaçlanmıştır. Tez çalışması Tesadüf Parseli Deneme Desenine göre 3 tekerrürlü olarak kurulmuştur. Laboratuvar denemesi Ege Üniversitesi Tohum Teknolojisi Uygulama ve Araştırma Merkezi (TOTEM)’de yürütülmüştür. Susam tohumlarına KNO3 (Potasyum Nitrat), GA3 (Giberellik Asit), Kitosan, Üre, Polimer kaplama+KNO3, Polimer kaplama+GA3, Polimer kaplama+Kitosan, Polimer kaplama+Üre ve Polimer kaplama+Saf su olmak üzere 10 uygulama yapılmıştır. Susam tohumları 28oC’de ayarlanmış iklim dolabında çimlendirilmiştir. Tohumlar ISTA (Uluslararası Tohum Test Birliği) tarafından belirlenen kurallara uygun bir şekilde çimlendirilmiş ve çıkışlar kontrol edilmiştir. Elde edilen ortalamalar varyans analizine alınmış ve ortalamalar LSD testi ile karşılaştırılmıştır. Kontrollü koşullarda yürütülen deneme sonucunda, en yüksek çimlenme değerine sahip uygulamalar polimer+GA3 (93%), GA3 (89%) ve kitosan (83%) içeren uygulamalar olup; ortalama çimlenme süresi bakımından KNO3 (3,43 gün), polimer+KNO3 (3,60 gün) ve polimer +GA3 (4,25 gün) içeren uygulamalar başarılı bulunmuştur.Öğe Üniversite öğrencilerinde teknoloji ve internet bağımlılığının hamistring kas kısalığı ve torakal kifoz derecesi üzerine olan etkisinin belirlenmesi(Ege Üniversitesi, 2024) Özkeskin, Mehmet; Bakırhan, Serkan; Özden, Fatih; Uysal, Emre; Oluç, Fatih ErenAMAÇ: Uzun süreli teknolojik cihaz kullanımı sonucu ortaya çıkan kas iskelet sistemi problemlerini ve postüral bozukluklarının ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, üniversite öğrencilerinde teknoloji ve internet bağımlılığının hamistring kas kısalığı ve torakal kifoz derecesi üzerindeki etkilerini incelemektir. MATERYAL-METOT: Kesitsel olarak planlan bu çalışmaya toplam 128 Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinde öğrenim görmekte olan öğrenci dahil edildi. Hamstring kas kısalığı elektrogonyometre; torakal kifoz derecesi dijital inklinometre ile ölçüldü. Öğrencilerin teknolojik bağımlılık düzeyi "Teknoloji Bağımlılığı Ölçeği" ve "İnternet Bağımlılığı Ölçeği" ile değerlendirildi. Hamstring kas kısalığı ve torakal kifoz derecesi ile teknoloji ve internet bağımlılığı arasındaki ilişki Pearson korelasyon katsayısı ile hesaplandı. BULGULAR: Bu çalışmaya katılan 128 üniversite öğrencisi bireyin yaş ortalaması 20.7 ±1.5 yıl olup, BK1 ortalaması 22.5 kg/m² olarak belirlenmiştir. Katılımcıların %72.7’si kadın, %23.3’ü erkektir. Katılımcıların %29.7’si sportif faaliyetlerde bulunmaktadır. Katılımcıların ortalama kifoz açıları 33.7±8.5 derece iken sağ hamstring kas kısalığı 20.0 ± 13.2 derece ve sol hamstring kas kısalığı 18.7 ± 12.5 derece idi. Bireylerin teknoloji ve internet bağımlılık düzeyleri ile torakal kifoz açısı ve hamstring kas kısalığı arasında çok düşük düzeyde korelasyon gözlendi. Ancak bu zayıf korelasyon ilişkileri istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). SONUÇ: Hamstring kas kısalığı ve torakal kifoz derecesi ile teknoloji ve internet bağımlılığı arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Sonuçların daha etkili biçimde ortaya konulabilmesi için, daha yüksek olgu sayılarında, daha objektif analizlerin kullanıldığı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Öğe Karaciğer biyopsisi ile non-alkolik steatohepatit tanısı alan hastalar ile familyal parsiyel lipodistrofi tanılı hastaların yağ dağılımlarının DEXA ve kaliper ölçümü ile karşılaştırılması(Ege Üniversitesi, 2024) Yıldırım Şimşir, Ilgın; Alataş Akgün, Zalal; Argon, Aziz Murat; Akarca, Ulus SalihAMAÇ: Nadir hastalıklar arasında sınıflanan ve yağ dokusu dağılım bozukluğu olan lipodistrofi (LD) sendromları ve pratikte sık karşılaştığımız non-alkolik steatohepatit (NASH) ortak metabolik özellikler taşımaktadır. Bu hastalıklar arasındaki metabolik benzerlikler nedeniyle ayırıcı tanıyı kolaylaştırmak için dual enerji X-ray absorbsiyometri (DEXA) ve kaliper ile deri kıvrım kalınlığı ölçümlerini kullanarak biyokimyasal benzerliklerdeki antropometrik farklılıkları yakalamayı hedefledik. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamız, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi (EÜTF) Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları kliniğinde takipli genetik olarak tanılı 39 familyal parsiyel lipodistrofi (FPLD) hastası ve 2014-2022 yılları arasında karaciğer biyopsisi ile NASH tanısı almış EÜTF Gastroenteroloji kliniğinde takipli 44 hasta üzerinde gerçekleştirilmiştir. Elektronik Hasta Dosyaları (EHD) taranak biyokimyasal değerler kaydedilmiş, yağ DEXA ve kaliper ölçümü ile deri kıvrım kalınlıkları ölçülmüştür. BULGULAR: Çalışmamızda, FPLD ve NASH grupları arasında kilo, boy ve bel çevresi gibi temel antropometrik ölçümlerde farklar tespit edilmiştir; özellikle, FPLD grubunda kilo medyanı 74 kg, NASH grubunda ise 82.3 kg olarak saptanmıştır (p=0,019). Kadın hastalarda triceps kaliper medyanı FPLD'de 9.4 mm iken NASH'de 21.2 mm olarak belirlenmiştir (p=0,001). Erkek hastalar için yapılan ölçümlerde, alt ekstremitelerin yağ yüzdesi FPLD'de %25.69, NASH'de %31.14 olarak bulunmuştur (p=0,036). Alıcı çalışma karakteristiği (Receiver operating characteristic-ROC) analizleri, kaliper ölçümleri ve DEXA taramaları, LD ve NASH arasındaki ayırıcı tanıda önemli biyomarkerlar olarak işlev görmüştür. Özellikle, subskapuler/sural bölge oranı, erkek hastalarda LD riski için güçlü bir prediktör olarak öne çıkmıştır (OR 42,72 ve %95 GA 2,72-671,99). TARTIŞMA: Araştırmamızda, LD ve NASH hastaları arasında vücut yağ dağılımı ve biyokimyasal belirteçlerde anlamlı farklar saptanmıştır. Çeşitli vücut bölgelerinde yapılan kaliper ölçümleri, LD'nin NASH'ten ayırt edilmesine yardımcı olmuş ve LD olasılığını gösteren önemli oranlar elde edilmiştir. Bu bulgular, mevcut literatürle kıyaslandığında, LD ve NASH arasındaki biyolojik farklılıkları daha net bir şekilde ortaya koymaktadır ve bu alanlarda yapılan diğer çalışmalarla uyumlu sonuçlar sunmaktadır. Ancak, çalışmanın örneklem büyüklüğü ve demografik kısıtlamaları gibi metodolojik sınırlılıkların, sonuçlar üzerinde etkisi olabileceğini kabul etmek gerekir. Bu nedenle, bulguların genel geçerliliği konusunda dikkatli olunmalıdır. Özellikle, LD hastalarında triceps ve biceps bölgelerinde yapılan kaliper ölçümleri, bu hastaların daha düşük yağ yüzdesine sahip olduklarını ve dolayısıyla NASH hastalarından ayırt edilmesinde yüksek doğruluk sağlamıştır. Ayrıca, LD hastaları arasında yapılan DEXA taramaları, vücudun alt kısımlarında daha az yağ kütlesine işaret ederken, üst kısımlarda gözle görülür şekilde düşük yağ yüzdesi belirlenmiştir. Bu ölçümler, LD'nin karakteristik yağ kaybı paternini göstermekte ve NASH ile olan ayırıcı tanıda kritik rol oynamaktadır. SONUÇ: Gelecek çalışmalar, bu bulguları farklı popülasyonlarda test etmeli ve bulgularımız uzun vadeli takip çalışmaları ile desteklenmelidir.