Araştırma Projeleri Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 11503
  • Öğe
    Lactococcus lactis ekspresyon sistemi ile gıdalarda kullanıma uygun rekombinant proteinlerin üretimi: Levansukraz ve bitkisel tatlı proteinler
    (Ege Üniversitesi, 2024) Kaplan Türköz, Burcu; Göksungur, Mehmet Yekta; Şimşek, Ömer
    Biyoteknolojik uygulamalar için sayısız rekombinant proteinler üretilmekte olup, bu amaçla birçok farklı ekspresyon sistemleri geliştirilmiştir. Lactococcus lactis, genom özelliklerinin iyi bilinmesi, hücre dışına protein salgılama sistemlerinin iyi çalışması ve özellikle gıdalara doğrudan eklenebilecek proteinlerin üretimi için kullanılabilirliği ile iyi bir ekspresyon sistemi haline gelmiştir. Projenin amacı, sakkarozu parçalayıp prebiyotik fruktoz polimerleri oluşumunu katalizleyen levansukraz enziminin ve kalorisi olmayan ve tatlandırıcı olarak kullanılabilecek bitkisel tatlı protein benzeri proteinlerin üretiminde L.lactis ekspresyon sisteminin kullanılmasıdır. Bu amaçla levansukraz ve bitkisel tatlı protein benzeri proteinleri kodlayan genleri pLEB825 plazmidine PnisA promotörü altına yerleşecek şekilde klonlama ve plazmidleri Lactococcus lactis NZ9000 hücrelerine aktarma çalışmaları yapılmıştır. Bitikisel tatlı protein benzeri seçili iki protein başarıyla klonlanmıştır. Thaumatin benzeri protein için plazmid transformasyon sonrası protein üretimi gerçekleştirilmiş ve saflaştırma protokolü oluşturulmuştur. Ancak daha sonra aynı hücrelerden protein üretimi sağlanamamıştır. Yapılan analizler doğrultusunda plazmidlerin hücrelerden atıldığı görülmüştür. Mabinlin benzeri protein için ise farklı koşullarda indüksiyon denenmiş ancak rekombinant protein üretimi tespit edilememiştir. Levansukraz kodlayan gen bölgesi tüm denemelere rağmen pLEB825 plazmidine klonlanamamıştır. Bu duruma çözım olarak başka bir plazmide klonlama çalışmaları yapılmış ve pNZ8148 plazmidine levansukraz geni başarıyla klonlanmıştır. Bu plazmidi taşıyan NZ9000 hücreleri ile rekombinant levansukraz üretiminin de başarıyla gerçekleştiği gösterilmiştir. Tüm bu çalışmalara parallel olarak plazmid taşıyan rekombinant hücrelerin, düşük şeker içeriği nedeniyle kolay bozulabilen bir atık olan peynir altı suyu içeren farklı ortamlarda üretim olanakları incelenmiş ve PAS ortamında verimli şekilde rekombinant L.lactis hücrelerinin ürediği gösterilmiştir.
  • Öğe
    Septik şok ön tanılı hastalarda nükleik asit temelli multipleks gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu test kiti ile konvansiyonel kültürlerdeki üremelerin karşılaştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2024) Arda, Bilgin; Sipahi, Oğuz Reşat; Akkul, Betül; Akyol, Deniz; Sezer, Ebru; Çilli, Fatma Feriha; Şanlıdağ, Gamze
    Septik şok hastalarında etkenin saptanması, tedavinin düzenlenmesi için en önemli basamaklardan biridir. Ancak hastaların çoğunda etken izole edilememektedir. Alternatif tanı yöntemlerinden biri olan PZR ise daha hızlı sonuçlara olanak sağlamaktadır. Bu çalışmada multipleks gerçek zamanlı PZR'nin (Bio-Speedy® Sepsis qPCR MX-30T Panel) tanısal performansının değerlendirilmesi, kan kültürleri ve enfeksiyon odağına yönelik diğer kültürlerle karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya toplamda 77 hasta dahil edildi, kriterleri karşılayan 50 hasta değerlendirildi. En sık enfeksiyon odakları intraabdominal enfeksiyon (n=12), pnömoni (n=10), idrar yolu enfeksiyonu (n=5) idi. Kan kültürü altın standart kabul edilerek, tüm kohortta 0. saatte alınan tam kan örneklerinde uygulanan Bio-Speedy® Sepsis qPCR MX-30T Panel duyarlılığı %27.3 (6/22) özgüllük %89.3 (25/28) ve genel uyum %62 (31/50) olarak saptandı. PZR’nin septik şok tanısı ve tedavisinde standart yöntemlere eklenmesi hastaların yönetiminde faydalı olabilir. Ancak sonuçların daha iyi değerlendirilmesi için daha fazla sayıda klinik çalışmaya ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Hepatosellüler Kkarsinomada depo kontrollü Kalsiyum Giri`inin sorafenib yanıtlarındaki rolünün araştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2024) Eraç, Yasemin; Yurdacan Yaşar, Beste
    Hepatoselüler karsinoma (HSK), dünya çapında kanserle ilişkili ölümlerin üçüncü en yaygın nedenidir ve HSK karaciğer kanseri vakalarının çoğunluğunu oluşturmaktadır. Erken evre HSK’da cerrahi tedaviler uygulanabilse de HSK hastalarının birçoğunun kronik karaciğer rahatsızlıklarının bulunması ve ileri evrede tanı almaları sebebiyle tedavi seçenekleri kısıtlanmaktadır. İleri evre HSK’nın sistemik tedavisinde kullanılan Sorafenib (SOR) HSK tedavisinde onaylı birinci basamak ajandır ve Ras/Raf/MEK/ERK sinyal yolaklarını inhibe ederek tümör hücresi proliferasyonunu inhibe etmektedir. SOR tedavisi alan hastaların yaklaşık %30'unun SOR’dan fayda görmesi ve bu hasta grubunun genellikle 6 ay içinde ilaca direnç geliştirmesi sebebiyle HSK’da kemorezistansın üstesinden gelinmesi ve spesifik tedavi seçeneklerinin keşfedilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Kalsiyum (Ca+2), hücre çoğalması, gelişimi, hareketliliği, sekresyon ve öğrenme ve hafıza dahil olmak üzere çeşitli hücresel süreçleri düzenleyen evrensel bir ikinci habercidir (Kahl & Means, 2003). Depo kontrollü Ca+2 girişi (SOCE) uyarılamayan hücrelerde anjiyogenez, metastaz, hücre göçü, EMT ve ilaç yanıtları gibi birçok sürecin kritik düzenleyicisidir. Ca+2 sinyalizasyonundaki düzensizlik hem akut hem de kronik karaciğer hastalıkları ile ilişkilidir. Özellikle, sitozolik Ca+2 miktarlarının artması hücrenin anabolik/katabolik dengesini etkileyebilirken, mitokondriyal kalsiyumun bozulması apoptoz yoluyla hücre yaşamına veya ölümüne neden olmaktadır (Modica et al., 2019). HSK’da SOCE’nin ve SOCE moleküler bileşenlerinin proliferasyon, hücre göçü, metastaz ve apoptoz üzerindeki etkilerinin yanında, HSK hücrelerinde gelişen kemorezistansta direnci geri çevirebilme potansiyelinin belirlenmesi sonucu HSK’da SOCE’nin potansiyel bir tedavi hedefi olduğu düşünülmektedir. Proje kapsamında Huh7 hücrelerinde SOR, SOCE aktivatörü (Thapsigargin)/SOCE inhibitörünün (SKF-96365) proliferasyon hızı, hücre içi kalsiyum konsantrasyonu, apoptotik ölüm düzeyleri, SOCE ilişkili TRPC1, TRPC6, STIM1 ve Orai1 mRNA ve protein ekspresyon düzeylerinin belirlenmesi ile araştırılmıltır. 1.25 μM SKF-96365 ve 1.25 μM SKF-96365+4 μM SOR uygulanan Huh7 hücrelerinde proliferasyon hızı inhibe olmuş apoptotik ölüm düzeyleri artmıştır. Huh7 hücrelerine göre 6 μM SOR, 1.25 μM SKF-96365 ve 1.25 μM SKF-96365+ 4 μM SOR uygulanan Huh7 hücrelerinde ER Ca+2 salıveriliği ve SOCE’de artış belirlenmiştir. Huh7 hücrelerine kıyasla 6 μM SOR uygulanan hücrelerde SOCE ile ilişkili genlerin mRNA ekspresyonları artarken, 1.25 μM SKF-96365 ve 1.25 μM SKF-96365+ 4 μM SOR uygulanan Huh7 hücrelerinde SOCE ile ilişkili genlerin mRNA ekspresyon düzeyleri azalmıştır. Bu sonuçlar protein ekspresyon düzeyleri ile de korelasyon göstermiştir. Sonuçlarımız HSK ve HSK’da SOR tedavisinde SOCE’yi hedefleyen terapötik yaklaşımların hastalarda prognoz ve tedavilere yanıttaki rolü bakımından büyük önem taşıdığını göstermektedir. Çalışmamız literatüre yeni bilgiler kazandırmasının yanında pre-klinik ve klinik anlamda yeni araştırmalar için temel oluşturmaktadır. Bu mekanizmaların tam olarak anlaşılması için ileri düzeyde araştırmalar yapılması gerekmektedir.
  • Öğe
    Kuvvet antrenmanlarında farklı set metotlarının uyku mimarisi ve oksijen saturasyonuna etkileri
    (Ege Üniversitesi, 2023) Özçaldıran, Bahtiyar; Demirarar, Onur
    Bu çalışmanın amacı; kuvvet antrenmanı set metotlarından klasik/geleneksel set (KS) ve cluster set (CLS) konfigürasyonlarının, uyku mimarisi ve uyku halinde oksijen saturasyonuna (SpO₂) olan etkilerinin araştırılmasıydı. Araştırmanın katılımcıları; rekreasyonel aktif, uyku problemi olmayan, on dört sağlıklı erkek (yaş: 22,41±2,38 yıl; boy:177,79±6,55 cm; kilo: 77,15±12,65 kg) gönüllülerden oluşmaktaydı. Testler başlamadan önce katılımcıların; sirkadiyen ritmleri (puan: 51,29±6,01), günlük kalori ihtiyaçları (2886,54±310,11 kal.), durumluk ve süreklilik kaygıları (STAI-TX1, STAITX2), uyku kaliteleri (PSQI) belirlendi. Katılımcılar üç farklı gece; kontrol uykusu, KS uykusu ve CLS uykusu uygulamalarına bilgisayar tabanlı randomizasyon yazılımı ile atandı. Uygulamalar arasında 72±24 saat ara verildi. Her uyku öncesi STAI-TX1 ve STAI-TX2 tekrarlandı. Kuvvet antrenmanları tek seans uygulandı ve şiddetin belirlenmesinde 10 TM metodu kullanıldı. KS direnç antrenmanı uygulaması; %85 şiddet, 4 set 6 tekrar uygulandı. Set ve hareket araları için 3 dakika dinlenme verildi. CLS direnç antrenmanı ise; %85 şiddet, 4 set (3x2) tekrar, tekrarlar arası 30 saniye, set arası ve hareket araları için 3 dakika dinlenme verilerek uygulandı. Antrenmanlarda; smith machine frontal squat, bench press, lat pull down machine, cable face pull, barbell preacher curl ve triceps push down hareketleri uygulandı. Egzersiz öncesi ve sonrası kan alınarak kan laktat farkları (ΔkLA) KS için 5,62±1,72 mmol·L-1, CLS için 3,11±0,90 mmol·L-1 olarak belirlendi. Direnç antrenmanı uygulamalarının ardından 23:00–07:00 saatleri arasında, uyku kliniğinde, uyku mimarisi ve SpO₂ analizleri polisomnografi ile yapıldı. Bulgularımıza göre sonuçların ikili karşılaştırmalarında kontrol uykusu, KS uykusu ve CLS uykusunda hiçbir parametrede anlamlı fark bulunamadı (p>0,05). KS konfigürasyonu CLS’ye kıyasla toplam uyku süresi (TST), nrem-2 süresi (N-2), nrem-3 süresi (N-3), rem süresi (R), uyku başlangıç gecikmesi (SOL), nrem-1 uykusu gecikmesi (N-1L), nrem-2 uykusu gecikmesi (N-2L) parametrelerinde daha iyi sonuçlar vermesine rağmen istatistiksel olarak birbirine benzer düzeydeydi. Diğer yandan, CLS konfigürasyonundan KS’ye kıyasla; uyku verimi (SE), rem uykusu gecikmesi (RL), uyanıklık (W), uykudan sonraki uyanma süresi (WASO) ve periyodik bacak hareketleri bozukluğu (PLMS) parametrelerinde istatistiksel olarak anlamlı olmayan düzeyde daha iyi sonuçlar elde edildi. Sonuç olarak direnç antrenmanlarında kullanılan KS ve CLS konfigürasyonları, uyku problemi olmayan rekreasyonel aktif erkeklerde, uyku mimarisi ve uyku halinde SpO2 değerlerinde, istatistiksel olarak anlamlı farklılık yaratmadı.
  • Öğe
    Terk edilmiş eski bir Osmanlı köyünden geriye kalanlar: Eski Ürkmez Köyü
    (Ege Üniversitesi, 2024) Uçar, Aygül; Uçar, Hasan; Arlı, Levent Efe; Özkan Tekneci, Zeynep
    Eski Ürkmez Köyü, Ürkmez Barajı'nın inşası nedeniyle boşaltılarak kaderine terk edilmiştir. Cumhuriyet Dönemi öncesine kadar Türk ve Rum nüfusun yan yana yaşadığı bir yerleşim olan köyde cami, çeşme, konut gibi farklı türde yapılar inşa edilmiştir. Ayrıca caminin haziresinde çok sayıda Osmanlı Dönemi mezar ta#ı bulunmaktadır. Osmanlı yerleşiminin mimari kimliğini yansıtan bu eserler baraj havzası içerisinde kalarak yağışın bol olduğu kış mevsiminde, barajın büyük ölçüde dolması sebebiyle sular altında kalmakta ve hızla yok olmaktadır. Osmanlı sanatının bir bütün olarak anlaşılabilmesi hem kent merkezlerindeki hem de kırsal kesim yerleşimlerindeki eserlerin incelenmesiyle mümkündür. Bu çalışmayla kendine has karakterini genel olarak koruyan Eski Ürkmez Köyü'nde cami, çeşme, okul gibi farklı türde yapılar ve caminin haziresindeki çok sayıda Osmanlı Dönemi mezar taşının belgelenerek tanıtılması hedeflenmektedir.
  • Öğe
    Domateste kök bakterilerinin kuraklık stresi koşullarında tuz stresi ile ilgili genlerin ifadelerine etkilerinin belirlenmesi
    (Ege Üniversitesi, 2023) Çakır Aydemir, Birsen; Naziri, Yasaman
    İklim değişikliği, açlık ve gıda güvensizliği, tarım sektörünün bugün karşı karşıya olduğu sorunlardan bazılarıdır. Çiçeklenme ve tohum gelişimi gibi kritik dönemlerde, domates bitkileri kuraklık stresine karşı savunmasızdır ve yüksek karbon seviyeleri verim kayıplarına neden olur. Domateste verimliliğin azalması, hastalıklarda artış ve meyve kalitesinde düşüş, kuraklık stresi sonucu ortaya çıkar. Bu nedenle, yeni biyoteknolojik teknikler bitki verimini ve stres toleransını artırmaya odaklanmalıdır. NAC ve NHX genlerinin önemi ve bitki büyümesini teşvik eden rizobakterilerin (PGPR) abiyotik strese direnci artırdıkları gösterilmiştir. Solanum lycopersicum bitkisinde bir bakteri türü olan 113-Bacillus megaterium'un, kuraklık stresi koşullarında SINAC ve SINHX genlerinin ifadelerine etkilerini incelemiştir. Çalışmada, farklı dört konsantrasyonda PEG stres uygulaması yapılarak 2. ve 12. saatlerde örnekler alınarak, 4 farklı SINAC geni ile 4 farklı SINHX geninin ekspresyon seviyeleri, real-time PCR tekniği kullanılarak değerlendirilmiştir. Genel olarak, tüm incelenen genlerde, kontrol örneğine kıyasla farklı düzeylerde ve zamanlarda kuraklık stresinde yaprak dokularında SINAC ve SINHX ekspresyonunda artış gözlenmiştir. Ayrıca, B. megaterium'un yaprak dokusuna aşılanması, hem kontrol örneklerine hem de sadece kuraklık stresine maruz kalan örneklerle kıyaslandığında, her iki genin göreceli ekspresyonunu artırmıştır. Sonuçlar, belirtilen genlerin transkript birikiminin farklı düzeylerde kuraklık stresi altında düzenlendiğini göstermiştir.
  • Öğe
    İyi tarım için biyokütle uygulamaları
    (Ege Üniversitesi, 2024) Yanık, Jale; Balmuk, Gizem
    Bu çalışmada çimlenmesi zor olan biber tohumu için, biyoçarın priming uygulanmasında kullanılmasıyla tohumun çimlenme, çıkış ve erken bitki gelişim performansının artırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla tezin ilk kısmında, farklı tip biyokütlelerden (tarımsal, hayvansal ve gıda endüstrisi atığı) piroliz yöntemi ile biyoçar elde edilmiştir. Piroliz çalışmaları 300-500°C sıcaklık aralığında azot atmosferinde gerçekleştirilmiştir. Elde edilen biyoçarlara tarımsal kullanım amaçlı analizler yapılmıştır. Bu analizler pH, EC, su tutma kapasitesi, katyon değişim kapasitesi, suya geçen bitki besin element içeriği analizleridir. Biyokütle ve piroliz sıcaklığının değişmesi ile pH, EC değerleri, biyoçar inorganik elementleri, biyoçardan suya geçen bitki besin elementleri değişmiştir. Tezin ikinci kısmında tohuma biyoçar ile ön çimlendirme uygulaması yapılmıştır. Ön çimlendirilmiş tohumların çimlenme, çıkış ve erken fide gelişim özellikleri incelenmiştir. Çimlenme testleri için, BBA-500-2.5 doz uygulaması en kısa çimlenme süresi olan 1,15 gün sonucunu verirken, TG-500-5 doz uygulaması ise en uzun çimlenme süresi olan 1,65 gün sonucunu vermiştir. Çıkış testi sonuçlarına bakıldığında ise CK-500-5 ve TG-400-5 uygulaması sırasıyla en kısa çıkış süresi olan 1,70 ve 1,73 gün sonuçlarını vermiştir. BBA-500-7.5 doz uygulaması ile en uzun çıkış süresi ise olan 1,99 gün sonucuna ulaşılmıştır. Erken fide gelişib özelliklerine bakıldığında gövde uzunluğu hariç diğer bütün sonuçlar ( kök yaş, kök kuru ağırşığı, kök etüvde kuru madde oranı, gövde yaş, gövde kuru ağırlığı, gövde etüvde kuru madde oranı, kök uzunluğu, gövde uzunluğu, kök gövde oranı) biyoçar ile prime edilmiş tohumlarda kontrol gruplarına kıyasla daha iyi sonuç vermiştir Yapılan deneyler sonucunda biyoçarın önçimlendirme ajanı olarak kullanılması ile tohum çimlenme çıkış süreleri kısalmış, fide kalite özellikleri iyileşmiştir. Bu sonuçların biyoçarın ön çimlendirmedeki etkisinin yapısındaki bitki besin elementleri ve bitki büyümesini destekleyen organik bileşikler ile ilişkili olabileceği sonucuna varılmıştır.
  • Öğe
    Meme kanseri tanılı olgularda immun kontrol noktası genlerini regüle eden miRNA’ların ekspresyon profillerinin belirlenmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Kaymaz, Burçin; Zeytunlu, Mustafa Barış
    Meme kanseri (MK) hücreleri oldukça heterojen bir yapıda olup tedavide genel yaklaşım tümör rezeksiyonu sonrası kemoterapi, radyoterapi, hedefe yönelik tedaviler ve immunoterapidir. İmmunoterapide, immun kontrol noktası inhibitörleri (ICi) ile tümör mikroçevresinde immunosupresif ortama neden olan moleküller hedeflenerek immun mikroçevrenin kanser hücreleri üzerindeki aktivitesinin artırılması ile tümör hücrelerinin eliminasyonu amaçlanmaktadır. MK'de ilk immunoterapi, diğer MK türlerine göre daha immunojenik mikroçevreye sahip olan üçlü negatif meme kanseri (ÜNMK) tedavisinde kullanılmak üzere, FDA tarafından onaylanmış, özellikle PD-L1 ekspresyonu olan hastalarda önemli bir tedavi seçeneği olması ve yapılan klinik çalışmaların bazılarında sağkalım süresini artırmış olmasına rağmen ÜNMK tedavisinde yetersiz aktivite gösterdiği bildirilmiştir. İmmunoterapi etkinliğini belirleyen en önemli etkenlerden biri, İKN moleküllerinin, kanser immun mikroçevresine göre değişen ekspresyon profilleridir. Bu nedenle İKNi'lerinin duyarlılığını artırmak ve İKN'larında görevli genlerin ekspresyon profillerinin belirlenmesi ve moleküler patogenezinin aydınlatılarak hedefe yönelik tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi önemlidir. miRNA'lar, post-transkripsiyonel seviyede gen ekpresyonunun regülatörleri olarak, hücre proliferasyonu, apoptoz, invazyon, metastaz gibi onkojenik ve birçok hücresel süreçte görev alan kısa kodlanmayan RNAlardır. Terapötik bir hedef olmalarının dışında, diagnostik ve prognostik belirteç olarak da kullanılabilmektedir. Ayrıca miRNA profillemesinin, hastalıkların altında yatan moleküler patogenezin aydınlatılmasında ve yeni hedef tedavi modellerinin geliştirilmesine katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. miRNA'lar ile İKN'larında rol alan ko-inhibitör moleküllerin prognostik rolleri veya bu molekülleri hedef alan antikorlarının terapötik etkileri arasındaki korelasyon hakkında çok az şey bilinmektedir. Bu amaçla çalışmamızda, MK tanılı olgular ile sağlıklı kontrol grubu olgularında, İKN'larında görevli olan PD-1, PDL-1, CTLA-4, LAG- 3 genlerinin mRNA ekspresyon seviyeleri ile, genleri regüle edebileceği in siliko analizle belirlenen 21 adet miRNA'nın ekspresyon profillemesi gerçekleştirildi. Böylece, İKN'larında görev alan genlerin ekspresyonun altında yatan moleküler mekanizmaların aydınlatılması ile yeni hedef tedavi modellerinin geliştirilmesine katkı sağlanması amaçlanmıştır. MK tanılı olgular (n=50) ile sağlıklı kontrol grubu olgularından (n=46) alınan periferik kan örneklerinden total RNA ve miRNA izolasyonu yapılmış ve reverse transkripsiyon ile cDNA sentezlenmiştir. 21 adet miRNA'nın ekpresyonu q-RT-PCR yöntemi ile belirlenmiştir. Hedef genlerin mRNA ve bu genleri regüle ettiği düşünülen miRNAların ekspresyon seviyeleri p<0.05'in önemi referans alınarak değerlendirilmiştir. Sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, olguların PD-1,PD-L1,CTLA4 ve LAG3 mRNA düzeylerinde anlamlı bir fark saptanmamıştır. Bununla birlikte hastalarda 21 miRNA'nın analizi yapılmış ve bunlardan 6 tanesinin kontrol grubuna göre farklı düzeylerde upregüle veya downregüle olduğu belirlenmiştir. miR-195-5p ifadesinin ise kontrol grubuna kıyasla, -3.09 kat daha düşük ifade edildiği (p<0.0001) saptanmışken; miR-6838-5p ekspresyonunun kontrol grubuna göre -6.93 kat daha düşük olduğu belirlenmiştir (p<0.0001). Kontrol grubuna kıyasla, miR-520b ailesinden olan miR-520-5p ifadesinin 2.46 kat (p<0.0001), miR-302d-3p ifadesinin 2.83 kat (p<0.0001), miR-15b-5p nin 3.08 kat (p<0.0001), miR-373-3p nin ise 2.40 kat (p<0.0001) olgu grubunda daha yüksek olduğu saptanmıştır (Tablo 9, Grafik 5, Grafik 6 ve Grafik 7). Çalışma örneğimizi oluşturan periferik kan hücrelerinde İKN moleküllerinin sağlıklı kontrollere göre farklı olmamasının nedeni bu bölgede bulunan kanser hücrelerinden oluşturulan kronik immunojenik uyarıların az olmasından dolayı inhibitör sinyallerin oluşmaması olabilir. Ayrıca, hücre proliferasyonu ve invazyonunda rol oynadığı bilinen miRNAların upregüle olması, bunların MK'de diagnostik ve prognostik bir belirteç olarak kullanımına katkı sağlayabilir. Daha ileri çalışmalar için tümör dokusunda da ekspresyon analizlerinin yapılması, immün temelli tedavilerin geliştirilmesine katkıda bulunacak önemli yaklaşımlar olacaktır.
  • Öğe
    Türkiye Mysida (Arthropoda, malacostraca) faunası
    (Ege Üniversitesi, 2024) Bakır, Ahmet Kerem; Topkara, Esat Tarık; Özbek, Murat
    Hayvanlar alemi içerisinde, Arthropoda şubesinin Crustacea altşubesi içerisinde bulunan Mysida takımı, dünya üzerinde bilinen 160 cins ve yaklaşık 1000 türe sahiptir. Akdeniz sisteminde, 95 kadar tür ile temsil edilen bu grubun, geçmişte yayınlanmış olan konuyla ilgili türleri içeren çalışmalara göre ülkemiz kıyılarından da 35 türü bilinmektedir. Mysidler, kozmopolit bir dağılıma sahiptirler. Türlerin çoğunluğu deniz formları olmaları ile birlikte tatlı sularda da yüzde on kadar tür ile temsil edilmektedirler. Bulundukları ekosistemlerde diğer canlıların besinlerini oluşturduklarından ekolojik açıdan önemli bir yere sahiptirler. Bu ekolojik önemlerinin yanı sıra, çok çeşitli kirletici maddelere karşı hassastırlar ve bu nedenle bazen su kalitesini izlemek için biyoindikatör olarak da kullanılmaktadırlar. Sonuç olarak, bu çalışma sayesinde, Türkiye genelinde yeni keşfedilenlerle birlikte 38 mysid türüne ilişkin ayrıntılı bilgiler içeren kapsamlı bir atlas ve tür tanımlama anahtarını hazırlanmıştır. Bu kaynak, araştırmacılar ve gelecek nesiller için değerli bir kaynak olam ile birlikte, bu çalışma alanında araştırmalar yapanlar için önemli bilgiler sunmaktadır
  • Öğe
    Akut lösemi hastalarının Roy Adaptasyon Modeli ve Mishel Belirsizlik Teorisine göre yaşam deneyimlerinin incelenmesi: Karma model
    (Ege Üniversitesi, 2024) Akyol, Asiye; Geresinli, Derya
    Amaç: Akut lösemi hastalarının, Roy Adaptasyon Modeli ve Mishel Belirsizlik Kuramı rehberliğinde hastalıkta belirsizlik ve uyum düzeylerinin belirlenmesi ile yaşam deneyimlerinin incelenmesidir. Yöntem: Çalışma karma yöntem araştırma olarak Mart 2021-Ocak 2023 tarihleri arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ve Medical Park (Medikal Point) Hastanesi Hematoloji ve Kök Hücre Kliniği'nde yürütülmüştür. Araştırmanın nicel bölümünde örneklem büyüklüğünün hesaplanmasında "G. Power-3.1.9.2" istatistik programı kullanılmış olup 96 hasta ile, nicel bölümde ise 15 akut lösemi hastası ile çalışma yürütülmüştür. Nicel bölüm verileri Hasta Tanılama Formu, Baş Etme ve Uyum Süreci Ölçeği, Mishel Hastalıkta Belirsizlik Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Nitel bölüm verileri Hasta Tanılama Formu ve Yarı Yapılandırılmış Soru Formu eşliğinde toplanmıştır. Nicel bölüm verileri SPSS 25, nitel bölüm verileri ise Maxqda veri analiz programları kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmanın deseninin belirlenmesinde karma yöntem araştırma desenlerinden birleştirme deseni kullanılmıştır Bulgular: Çalışmanın nicel verilerinde lösemi hastalarında hastalıkta belirsizlik ortalaması 16,22±3,39 ve baş etme ve uyum ortalaması ise 117,17±10,62 olarak hesaplanmıştır. Hastaların belirsizlik düzeyi arttıkça uyumun azaldığı ve belirsizlik düzeyinde meydana gelen bir puanlık bir artışın baş etme ve uyum düzeyine -1,384 birimlik bir azalma sağladığı belirlenmiştir (beta=-1,384). Çalışmanın nitel verileri 5 kategoride ele alınarak kodlanmıştır: fizyolojik alan-belirsizliğin geçmişi, benlik kavramı-belirsizliğin değerlendirilmesi, benlik kavramı-belirsizlikle baş etme, rol fonksiyon-belirsizliğin geçmişi, karşılıklı bağlılık-belirsizliğin geçmişi. Sonuç: Akut lösemi ani başlangıç gösteren duygusal açıdan zorlayıcı, bilgi yükü ağır ve önemli kararlar almak için çok az zamanın olduğu bir durum oluşturmaktadır. Akut lösemi hastalarının belirsizlik düzeyinin yüksek, hastalığa uyum ve başetme düzeylerinin ise yetersiz olduğu görülmüş olup, hastalıkta belirsizlik arttıkça uyum azalmaktadır. Hastaların belirsizlik kaynakları ve başetme durumları nitel verilerle açıklanmıştır.
  • Öğe
    Metastatik prostat kanseri gelişiminde enflamasyon ilişkili epitelyal mezenkimal geçiş mekanizmasının araştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2024) Debeleç Bütüner, Bilge; İşel, Elif
    Bu tez projesinde, enflamatuvar mikroçevre koşullar1nda EMT mekanizmasındaki değişimler ile prostat hücreleri için kritik öneme sahip olan tümör baskılayıcı NKX3.1 proteininin bu mekanizmalar üzerindeki moleküler etkisi incelenmiştir. Çalışmalarımızda LNCaP hücreleri ile in vitro enflamatuvar mikroçevreyi temsil eden hücre kültürü modelleri tasarlanmıştır. Enflamasyon ilişkili NKX3.1 protein kaybı ve enflamatuvar ortamda EMT'nin indüklenmesinin hücre kültüründe temsil edilmesi amacıyla TNFα, TGF-β1 sitokin uygulamaları yapılmış, ayrıca hücrelere NKX3.1 ekspresyonu kazandırılarak EMT proteinlerinin seviyeleri ve hücre lokalizasyonlarının NKX3.1'e bağlı olarak farklılık gösterip göstermediği, hücrelerin anoikis direncine olan etkisi ve epitelyal-stromal etkileşimler üzerindeki etkileri araştırılmıştır. NKX3.1 ekspresyonuna ve enflamasyona bağlı olarak protein seviyesinde değişiklik gösteren EMT ilişkili proteinler incelenmiştir. NKX3.1, normal prostatın sağkalımında gerekli olan ve embriyonezisinde kök hücre fonksiyonu gösteren, gelişimsel açıdan kritik öneme sahip bir gendir. EMT fenotipi ile kanser kök hücresi fenotipi özdeş özelliklere sahiptir. Ektopik NKX3.1 seviyesi kazandırılan prostat kanseri hücrelerinde, NKX3.1 ile EMT ilişkili proteinlerin seviyesindeki artış korelasyon göstermektedir. Sonuç olarak, NKX3.1'in normal koşullarda ve düşük dozdaki enflamatuvar koşullarda tümör baskılayıcı rolü ile hücre canlılığı ve anoikis direncini baskıladığı, daha yüksek dozlardaki uzun süreli enflamatuvar koşullarda mezenkim benzeri hücre morfolojisini desteklediği ve EMT proteinlerinin seviyesel olarak artışında bir fonksiyonu olduğu sonucuna varılmıştır. Ko-kültür çalışmalarında bir arada kültürü yapılan WPMY1 hücrelerinin (prostat myofibroblast hücreleri), LNCaP hücrelerinde (epitelyal metastatik prostat kanseri hücreleri) enflamatuvar mikroçevre aracılıklı indüklenen EMT ilişkili proteinlerin ekspresyon seviyelerindeki artışa katkıda bulunduğu belirtilmiştir. Elde edilen sonuçlar enflamasyon ilişkili prostat kanseri gelişimi sürecinde EMT ilişkili yeni tedavi hedeflerinin tanımlanmasına katkıda bulunmaktadır.
  • Öğe
    Gebelerde topraklanmanın Hiperemezis gravidarum şiddetine, yorgunluğa, anksiyeteye ve yaşam kalitesine etkisi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Ergenoğlu, Ahmet Mete; Yeniel, Ahmet Özgür; Tuna Oran, Nazan; Yüksel, Esma; Kılınç, Derya
    Amaç: Gebelerde topraklanmanın hiperemezis gravidarum şiddetine, yorgunluğa, anksiyeteye ve yaşam kalitesine olan etkisini araştırmak amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma randomize kontrollü bir çalışmadır. Dahil edilme kriterlerine uygun 91 gebe; basit rastgele randomizasyon yöntemi ile iki gruba (müdahale ve plasebo) ayrılmıştır. Her iki grup içinde; ilk değerlendirme, ilk değerlendirmeden 1 hafta sonra ve 2 hafta sonra olmak üzere yüz-yüze görüşme yöntemi ile toplam üç değerlendirme yapılmıştır. Veri toplama aracı Gebe Tanıtım Formu, Gebelikte Bulantı-Kusma Şiddeti Değerlendirme Testi, Yorgunluk İçin Görsel Benzerlik Skalası, Gebelikle İlişkili Anksiyete Ölçeği, SF-12 Yaşam Kalitesi Ölçeği, Gebelikte Fiziksel Aktivite Anketi ve Gebe Takip Formu olarak 7 adet form, topraklama/sham topraklama batonu kullanılarak çalışma gerçekleştirilmiştir. Müdahale ve plasebo grubundaki gebelerden günde 30 dakika topraklanma batonu/sham topraklanma batonu ile toprak zeminde gezinti yapması istenmiş ve iki hafta boyunca bu gebelerin takipleri yapılmıştır. Bulgular: İlk değerlendirmedeki bulantı kusma şiddeti ve bulguları, yorgunluk, anksiyete ve yaşam kalitesi verileri açısından her iki grup benzerdir. Gebelerde iki haftalık topraklama programından sonra iki grup arasında bulantı kusmanın şiddeti ve yaşam kalitesi açısından anlamlı bir fark saptanmıştır. Ancak anksiyete, yorgunluk ve enerji seviyeleri açısından iki grup arasında istatiksel olarak fark gözlemlenmemiştir. Sonuç: Topraklanmanın gebelerde hiperemezis graviarumun semptomlarını hafifletmede etkili olduğunu ve yaşam kalitesi üzerinde olumlu bir etki yarattığı belirlenmiştir. Ancak, anksiyete, yorgunluk ve özellikle enerji düzeylerinde sınırlı etkiler gözlenmesi, topraklamanın özellikle bu alanlarda daha fazla araştırma yapılması gerektiğini göstermektedir.
  • Öğe
    Çocuklarda torakal ve abdominal tümörlerin ileri düzey endoskopik cerrahi ile tedavisinde kitlelerin sınırlarını belirlemede beyaz ışık ve dar bant görüntüleme (NBI) sistemlerinin karşılaştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2024) Dökümcü, Zafer; Çelik, Ahmet; Tekin, Ali; Divarcı, Emre
    Çocukluk çağı tümörlerinde cerrahi eksizyon tedavide en önemli adımı oluşturmaktadır. Nöroblastom, çocukluk çağında en sık görülen ekstrakraniyal solid tümördür ve tedavisinde cerrahi rezeksiyon önemli bir rol oynar. Geleneksel olarak açık cerrahi ile yapılan bu girişimler, minimal invaziv cerrahinin gelişmesiyle birlikte laparoskopik ve torakoskopik yöntemlerle de uygulanmaya başlamıştır. Son yıllarda, dar bant görüntüleme (NBI) gibi ileri görüntüleme teknolojilerinin laparoskopik ve torakoskopik cerrahide kullanımı artmıştır. NBI, ışığın farklı dalga boylarını kullanarak kan damarlarını ve mukozal yüzeyleri daha net görmeyi sağlar, böylece cerrahlar tümör sınırlarını ve damar yapılarını daha iyi değerlendirebilirler. NBI'in laparoskopik ve torakoskopik nöroblastom cerrahisinde kullanımı, ameliyatın hassasiyetini artırarak tümör dokusunun daha iyi tanımlanmasına olanak tanır ve cerrahi komplikasyon riskini azaltabilir. Ayrıca, bu teknik, minimal invaziv cerrahinin sağladığı tüm avantajları korurken, hastanın genel sonuçlarını iyileştirebilir. NBI'nin kullanımı, özellikle pediatrik hastalarda minimal invaziv cerrahi yaklaşımların geliştirilmesine katkıda bulunur. Bu teknik, ameliyat sırasında cerrahın doku yapısını ve damarları daha iyi görmesini sağlayarak, tümör çıkarma işlemlerinin daha güvenli yapılmasını mümkün kılar. Bu teknoloji, çocukluk çağı tümörleri ile mücadelede yeni bir standart olma yolunda ilerlemektedir.
  • Öğe
    Decoy reseptör 3 ve presepsinin sepsis hastalarında tanısal ve prognostik değeri
    (Ege Üniversitesi, 2024) Barutçuoğlu, Burcu; Küçükokudan, Serdar; Bozkurt, Devrim; Ak, Güneş; Uyar, Mehmet; Kılınçer Bozgül, Şükriye Miray
    Amaç: Sepsis, enfeksiyondan kaynaklanan ve bunun sonucunda organ yetmezliği ile ölüme kadar ilerleyebilen bir tablodur. Sepsis hastalarında erken tanı ve tedavi ile sağkalım oranları önemli ölçüde artarken, tedavinin geciktiği her saat için yaşama şansı %7,6 azalmaktadır. Sepsisin erken tanısında kullanılabilecek, sepsis dışı durumlardan etkilenmeyen veya az etkilenen, ayrıca sepsiste prognoz tayininde de yol gösterici olabilecek biyobelirteçlere ihtiyaç vardır. Bu çalışmada, Decoy reseptör 3 (DcR3) ve presepsinin sepsis hastalarının tanısında, sepsis şiddetinin tayininde ve prognozun tayininde değerinin gösterilmesi amaçlandı. Ayrıca, DcR3 ve presepsin düzeyindeki günler arası değişimlerin sepsis ile septik şokun ayrımında ve mortaliteyi öngörmede etkinliğinin gösterilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya Nisan 2021-Aralık 2022 tarihleri arasında EÜTF İç Hastalıkları ve Anestezi Reanimasyon yoğun bakım ünitelerinde yatan 100 hasta ve sağlıklı kontrol grubu (n=30) dahil edildi. Hastalar sepsis-3 kriterlerine göre sepsis (n=57) ve septik şok (n=43) olarak iki gruba ayrıldı. Ayrıca, hastalar 28 günlük mortaliteye göre sağ kalanlar (n=70) ve ölenler (n=30) olarak iki gruba ayrıldı. DcR3, presepsin, sepsiste rutin kullanılan biyobelirteçler ve sepsis-3 kriterlerinde yer alan laktat ve SOFA skoru gruplar arasında karşılaştırıldı. Gruplar arası anlamlı fark bulunan parametreler için ROC analizleri yapıldı, eğrinin altındaki alan (EAA, %95 güven aralığı) ve eşik değerleri belirlendi. Biyobelirteçlerin günler arası değişimleri Brunner-Langer modeli ile analiz edildi. 28 günlük mortalitenin bağımsız risk faktörlerini belirlemek için lojistik regresyon analizi yapıldı. p<0,05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Kontrol ve hasta (sepsis ve septik şok) grupları arasında DcR3 değerlerinde anlamlı fark bulunmazken (p>0,05), presepsin, CRP ve PCT değerleri hasta grubunda anlamlı yüksekti (sırasıyla, p <0.001, <0.001, <0.001). Sepsis tanısında, CRP maksimum, presepsin ve PCT mükemmel performans gösterdi (EAA sırasıyla 1,000, 0,962 ve 0,988). Sepsis ve septik şok grupları arasında DcR3 ve CRP değerlerinde anlamlı fark bulunmazken, presepsin, PCT, laktat ve SOFA skoru septik şok grubunda anlamlı yüksekti (sırasıyla, p <0,001, <0,001, <0,001 ve 0,001). Hastalık şiddetini öngörmede laktat mükemmel, presepsin, PCT ve SOFA skoru ise orta performans gösterdi (EAA sırasıyla 0,920, 0,748, 0,711 ve 0,781). 28 günlük mortalite sepsis grubunda %17,5, septik şok grubunda ise %46,5 idi. Sağ kalan ve ölen hasta grupları arasında DcR3, presepsin, CRP ve PCT değerlerinde anlamlı fark bulunmazken, laktat ve SOFA skoru ölen hastalarda anlamlı yüksekti (sırasıyla, p <0,001 ve <0,001). Laktat ve SOFA skoru prognozun tayininde orta performans gösterdi (EAA sırasıyla 0,719 ve 0,724). Biyobelirteçlerin yatış gününden 7. güne kadar olan değişimleri incelendiğinde, presepsin değerlerinin sağ kalanlarda düşme, ölen hastalarda ise sabit kalma eğiliminde olduğu saptandı [p(etkileşim)=0,039]. Protrombin zamanı, üre, laktat ve kadın cinsiyetin, sepsis ve septik şok hastalarında 28 günlük mortalite için bağımsız risk faktörü olduğu belirlendi. Sonuç: Presepsinin sepsis tanısında CRP ve PCT’ye benzer mükemmel performans, sepsis şiddetinin tayininde CRP ve PCT’den daha iyi performans göstermesi ve günler arası değişiminin prognoz tespitinde faydalı olması dikkate alındığında; CRP ve PCT’ye alternatif olabileceği ve bu iki biyobelirteçle bir arada kullanılmasının fayda sağlayabileceği, ancak DcR3’ün sepsis tanısı ve şiddetinin tayininde yararlı olmadığı saptandı.
  • Öğe
    Bisfenol analoglarından BPE BPZ ve BADGE nin Mytilus galloprovincialis türü üzerine etkisinin belirlenmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Çakal Arslan, Özlem; Yıldırım, Şükrü; Karaaslan, Muhammet Ali; Nalbantlar, Beyza
    İnsanlık var olma sürecinin başlangıcından beri sürekli olarak hem bulunduğu çevreden etkilenmekte hem de bulunduğu çevreyi etkilemektedir. Çevreye giriş yapan çeşitli sayıdaki kimyasal/kirleticilerden biri bisfenol gruplarıdır. Plastik olmak üzere çeşitli uygulamalarda polimer olarak kullanılan Bisfenol A'nın başta endokrin bozucu etkisi olmak üzere, canlılarda olumsuz birçok etkisinin ortaya çıkmasından sonra kullanımında kısıtlamaya ve engellemeye geçilmiştir. Bu sürecin hemen akabinde "bisfenol analogları" olarak adlandırılan Bisfenol A türevleri çevreye giriş yapmıştır. Bu tezde analoglardan Bisfenol E (BPE), Bisfenol Z (BPZ) ve Bisfenol A diglisidil eter'in (BADGE) biyoindikatör tür olan Mytilus galloprovincialis üzerindeki etkileri araştırılarak ekotoksikolojik profillerinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Çalışmada BPE, BPZ ve BADGE'nin midyeler (Mytilus galloprovincialis) üzerindeki etkilerinin belirlenmesi için farklı test yöntemleri uygulanmıştır. İstatiksel analizler ile değerlendirme yapılarak BPA ile karşılaştırılmıştır. Genel olarak her üç analoğun midye üzerinde farklı toksik etkilere yol açtıkları belirlenmiştir. Fertilizasyon başarısını ve larval gelişim sürecini etkilemekle beraber, histolojik açıdan dejenerasyona yol açtıkları, genotoksik etkiye ve apoptoz indüklenmesine neden oldukları saptanmıştır.
  • Öğe
    Üzümsü meyve ilavesinin probiyotik yoğurdun antioksidan aktivitesi ile bakteri canlılığına etkisi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Ünal, Gülfem; Hacıoğlu, Elif
    Bu çalışmada üç farklı üzümsü meyve (ahududu, yaban mersini veya kurt üzümü) marmelatı ilavesinin Lactobacillus acidophilus ve Bifidobacterium animalis subsp. lactis içeren probiyotik yoğurdun kimyasal, mikrobiyolojik, tekstürel, renk ve duyusal karakteristikleri ile antioksidan özelliklerine etkisi 21 günlük depolama süresince araştırılmıştır. Çalışmada meyve marmelatı içermeyen probiyotik yoğurt ise kontrol grubunu oluşturmuştur. Probiyotik yoğurtlarda Lactobacillus bulgaricus ve Streptococcus thermophilus canlılığı depolama boyunca 7.5 log kob/g’ın üzerinde bulunmuştur. Yoğurda ahududu, yaban mersini ve kurt üzümü marmelatı ilavesi yoğurt bakterilerinin canlılığını kontrol yoğurduna kıyasla genel olarak önemli derecede etkilememiştir. Probiyotik yoğurt çeşitlerinde B. lactis ve L. acidophilus sayıları depolama boyunca probiyotik bakteriler için önerilen minimum (106 -107 kob/g) canlılığı sağlamıştır. Bunun yanında her iki probiyotik bakteri de depolama sonunda önemli düzeyde azalma göstermemiştir. Üzümsü meyve marmelatı ilavesi yoğurt örneklerinde B. lactis canlılığını depolamanın 14. ve 21. günlerinde önemli derecede arttırırken, depolama sonunda kurt üzümü ilavesinin canlılığı arttırıcı etkisi ön plana çıkmıştır. Depolamanın 1. ve 7. günlerinde üzümsü meyve marmelatı ilavesi L. acidophilus sayılarını önemli oranda arttırmıştır. Depolamanın çoğu gününde ahududu ve kurt üzümü meyvelerinin L. acidophilus canlılığı üzerinde daha etkili oluğu belirlenmiştir. Duyusal özellikler açısından en beğenilen probiyotik yoğurt ahududu marmelatı ilaveli örnek olurken, en yüksek viskozite ve su tutma değerleri kurt üzümü marmelatı ilaveli yoğurtta tespit edilmiştir. Üzümsü meyve marmelatı ilavesi probiyotik yoğurdun renk özelliklerini de depolama boyunca önemli derecede etkilemiştir. Toplam fenolik madde miktarı depolama boyunca en yüksek kurt üzümü ilaveli probiyotik yoğurtta tespit edilmiştir. En yüksek DPPH radikalini bağlama kapasitesi de depolamanın ilk 14 günü süresince kurt üzümü marmelatı ilave edilen örnekte saptanırken, 21.günde probiyotik yoğurtlar arasında istatistiksel olarak fark bulunamamıştır. Meyveli yoğurtlarda toplam antosiyanin miktarının göstergesi olarak kullanılabilen pelargonidin-3-glikozit miktarı depolama boyunca yaban mersini ilaveli örnekte ahududu ilaveli örneğe göre yüksek bulunmuştur. Kurt üzümü marmelatı ilave edilen yoğurtta pelargonidin-3-glikozit cinsinden antosiyanin belirlenememiştir. Antosiyanin belirlenen yoğurt örneklerinde değerler depolama süresince azalma eğiliminde olmuştur. Kurt üzümü meyvesinin probiyotik yoğurt üretiminde kullanılması, fonksiyonel gıda üretimine olumlu bir katkı sağlayacaktır.
  • Öğe
    Lomber disk hernili hastalar için hazırlanan web tabanlı eğitimin yaşam kalitesi ve öz-bakım gücüne etkisi
    (Ege Üniversitesi, 2023) Özbayır, Türkan; Geçit, Sinem
    Amaç: Bu araştırma, lomber disk hernili hastalar için hazırlanan web tabanlı eğitimin yaşam kalitesine ve öz bakım gücüne etkisinin belirlenmesi amacı ile yapıldı. Yöntem: Araştırma, 2 aşamalı keşfedici sıralı karma yöntem olarak planlandı. Araştırmanın ilk aşamasında hasta, hemşire ve hekimler ile niteliksel araştırma deseni ile derinlemesine görüşmeler yapılarak veriler toplandı. Birinci aşamanın nitel verileri MAXQDA Plus 2020 Programı ile analiz edildi. Araştırmanın ikinci aşamasının verileri ön test-son test kontrol gruplu yarı deneysel yöntem kapsamında randomizasyon ile girişim ve kontrol grubuna ayrılarak toplandı. Verilerin toplanmasında 'Hasta tanıtım Formu', 'Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu-SF-36' ve 'Öz-Bakım Gücü Ölçeği' kullanıldı. Girişim grubuna, birinci aşamanın sonuçları ve literatür doğrultusunda hazırlanan web tabanlı eğitim, kontrol grubuna, hazırlanan web sayfasının aynı içeriğine sahip eğitim kitapçığı verildi. Araştırmanın ikinci aşamasının verileri SPSS (25.0) programı ile analiz edildi. Bulgular: Niteliksel aşamanın sonuçları 'yaşanılan güçlükler' ve 'bilgi gereksinimleri' 2 ana tema ve 7 alt temadan oluştu. Niceliksel aşamada girişim ve kontrol grubundaki hastaların zaman ile etkileşimleri değerlendirildiğinde; 'Öz- Bakım Gücü Ölçeği' puanları ve 'Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu-SF-36'un alt boyutlarından fiziksel fonksiyon boyutu, emosyonel rol boyutu, mental sağlık boyutu, canlılık boyutu, ağrı boyutu ve genel sağlık boyutu puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı etkileşim saptanmadı (p>0.05). Bu puanlar doğrultusunda grupların zamana göre değişiminin benzer olduğu sonucuna varıldı. Sonuç: Lomber disk hernisi olan hastaların ameliyat öncesi ve sonrası dönemde yaşam kaliteleri ve öz bakım güçlerinin farklı derecelerde etkilendiği, tedavi süreci ile ilgili ayrıntılı bilgi gereksinimlerinin olduğu saptandı. Lomber disk hernili hastalara verilen eğitimin, yaşam kalitesi ve öz bakım gücünü arttırdığı belirlendi.
  • Öğe
    CoronaVac ile aşılanan ve COVID-19 tanısı alan hastane çalışanlarında antikor sonuçlarının 1 yıl boyunca izlenmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Çiçek, Candan; Akkuş Kayalı, Gözde
    Amaç: Bu çalışmada, sağlık çalışanlarının bir yıl boyunca COVID-19 geçirip geçirmeyeceklerini takip etmek, SARS CoV-2 ile karşılaşma sonrası iki tip antikorun dinamiklerini izlemek amaçlanmıştır. Yöntemler: Kasım 2020 ile Ağustos 2021 arasında, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde toplam 6050 sağlık çalışanı arasından seçilmiş 184 kişi ile bir kohort çalışması yürütüldü. Katılımcılar dört gruba ayrılarak takip edildi: geçirilmiş COVID-19 tanısı olan ve aşı olmayanlar (Grup 1), geçirilmiş COVID-19 tanısı olan ve aşı olanlar (Grup 2), T.C. Sağlık Bakanlığı programı kapsamında iki doz aşı olanlar (Grup 3) ve Kasım 2020 tarihinden itibaren üç veya dört doz aşı olanlar (Grup 4) şeklinde sınıflandırıldı. Altıncı ayda takipte ölçülen antikor düzeyleri birincil sonuç olarak tanımlandı. Bulgular: Altıncı ayda, tüm katılımcıların serum örneklerinde Anti-S antikoru ve % 85,1'inde Anti-N antikorları saptandı. Anti-S antikor düzeyleri, Grup 2'de diğer gruplara göre yüksek bulundu (p <0,001). Grup 1 ve 3 katılımcılarının antikor düzeyleri benzerdi (p = 0,080). Grup 1 ve 2 katılımcıların Anti-N antikor ortalamaları, Grup 3 ve 4 katılımcılarına göre daha yüksekti (p <0,001). Katılımcıların 12. ay ölçümlerinde Anti-S antikor düzeyleri son altı ayda BioNTech ile aşı olanlarda, Anti-N antikor düzeyleri geçmiş COVID-19 tanısı olanlar ve CoronaVac ile aşı olanlarda istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (p <0,05). Yaş gruplarına göre 50 yaş üstü olan bireylerde ve mesleklere göre hekimlerde 12. ay Anti-S antikoru düzeyleri anlamlı derecede yüksekti (p <0,05). Ortalama antikor düzeyleri altıncı ayda ofis çalışanlarında ve erkeklerde daha düşük bulundu fakat bu gruplara göre fark yoktu (p >0,05). Tüm katılımcılarda izlem boyunca Anti-N antikor düzeyleri hemşireler için yüksek bulundu (p <0,05). Sonuçlar: COVID-19 geçiren ve/veya aşılanan sağlık çalışanlarında Anti-S ve Anti-N antikorları 12 aya kadar saptanabilmektedir. Özellikle hibrit bağışıklık daha etkin bir bağışıklık yanıtı oluşturmaktadır. Kısa süreli aşılamalarının doğal immünite üzerine olumsuz etkisi söylenebilir fakat daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. Özellikle BioNTech aşısı ile yapılan güçlendirici dozlar etkili bir Anti-S antikor uyarısı olu`turmaktadır. 1naktive tam virüs aşısı olan CoronaVac ile bağışıklama sonucu ve enfeksiyonu geçirme sonrasında Anti-N antikor yanıtı indüklenmiştir.
  • Öğe
    Agrega tipi, gradasyonu ve Ç/A oranının geçirimli betonların özelliklerine etkisi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Yazıcı, Şemsi; Yavuz, Demet
    Yüksek boşluklu yapısı nedeniyle geçirimli betonların hava ve suyun kolayca bir alt tabakaya aktarılması, ses ve sıcaklığın azaltılması, toz ve yollardaki kirleticilerin kontrol edilebilmesi ve özellikle yağmurlu havalarda daha güvenli bir sürüş imkânı sağlaması gibi birçok avantajı bulunmaktadır. Ancak yüksek geçirimliliğe neden olan boşluk yapısı, geçirimli betonda aynı zamanda düşük mekanik ve durabilite performansına neden olmaktadır. Bu çalışmada farklı gradasyona sahip iki farklı agrega ile kimyasal katkının uyumu ve çimento/agrega (Ç/A) oranının etkisi incelenerek hem mekanik hem de hidrolik özelliklerin iyileştirilmesi hedeflenmiştir. Çalışma kapsamında iki farklı agrega türü (kireçtaşı ve doğal), üç farklı gradasyon (5-15, 10-15 ve 15-25) belirlenmiğtir. Geçirimli betonların mekanik özellikleri agrega türü ve gradasyonuna ek olarak eklenen katkılarla da iyileştirilebilir. Bu nedenle ilk önce herhangi bir katkı kullanılmadan farklı ç/a oranlarında numuneler üretilmiş, daha sonra kimyasal katkı belirlenen dozajlarda geçirimli beton numunelerine eklenmiştir. Eklenen kimyasal katkı ve dozajların geçirimli betonların mekanik ve hidrolik davranışları üzerindeki etkisi incelenerek en ideal karışım oranları belirlenmiştir.
  • Öğe
    Mesobuthus gibbosus anatolicus (Schenkel, 1947) (Scorpiones: Buthidae) üzerinde antivenom çalışmaları
    (Ege Üniversitesi, 2024) Arıkan, Hüseyin; Kırdök, Gülsen Melis
    Geçmişten günümüze, primitif özelliklerini koruyan akrepler günümüzün yaşayan fosilleridir. Türkiye'de skorpionizme neden olan türler Buthidae familyasına aittir. Mesobuthus gibbosus anatolicus zehirlenmeye neden olan türlerden birisidir. Dünya'da ve Türkiye'de akrep sokması sonucu meydana gelen zehirlenme vakalarında kullanılan özgün sağaltım seçeneği antivenom kullanımıdır. Aydın ilinden toplanan M.g. anatolicus örneklerinden elektriksel uyaranla sağım yöntemi ile venom elde edildikten sonra, kromatografik bileşenleri HPLC ile, elektroforetik profili SDS-PAGE ile gösterilmiştir. Biyolojik etkinin belirlenmesi için ham venoma ait LD50 değeri bulunmuş, venomun toksisitesini nötralize edebildiği etkinlik testi ile gösterilmiş, sonuçlar da hemogram testleri ile desteklenmiştir. Çalışmalar sonucunda ham venomun majör olarak 13 farklı bileşenden oluştuğu HPLC ile gösterilerek, elektroforetik profilde 32, 34, 35, 39, 40, 63, 69, 70, 74, 80, 154, 162 ve 187 kDa ağırlıkta protein bandlarından olduğu belirlenmiştir. LD50 de eri 0,688 mg/kg olarak tespit edilmiştir. Çalışmalar kapsamında M.g. anatolicus venomuna karşı spesifik hiperimmün plazma üretimi laboratuvar boyutta gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonuçlarının M.g. anatolicus venomuyla zehirlenen kişilerin tedavisinde kullanılabilecek özgün bir antivenomun tasarımına temel oluşturması beklenmektedir.