Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 3519
  • Öğe
    Futbolcularda Dolaşımdaki Mikrorna İle Kas Yaralanması Arasındaki İlişki
    (Ege Üniversitesi, 2024) Hayran, Mustafa; Şenışık, Seçkin; Karaca, Emin
    Amaç: Kas yaralanması ile miRNA arasındaki ilişkiyi saptayarak sporcularda meydana gelebilecek kas yaralanmaları önceden öngörülebilmek. Kas yaralanması riski taşıyan sporcuların antreman programlarına kas yaralanmasına karşı prevantif egzersizler ekleyerek ekonomik ve sportif kayıpların önüne geçmektir. Yöntem: Araştırma, Ege Üniversitesi Spor Hekimliği Ana Bilim Dalı (A.B.D) Polikliniğe başvuran profesyonel sağlıklı futbolcular ile profesyonel kas yaralanması olan sporcular çalışmaya dahil edildi. Çalışma kesitsel prospektif olarak planlandı. Bulgular : Çalışma grubu 50, kontrol grubu 50 sporcu şeklinde tamamlandı. Çalışma sonucunda kas yaralanması olan grup ile olmayan grubun miRNA 1 ve miRNA 133b seviyeleri arasında istatistiksel olarak farklı bulunmamıştır (p:0,46; p:0,36). Kas yaralanması olan grupta, kas yaralanması olmayan gruba göre miRNA 16 düzeylerinin, istatistiksel olarak farklı derecede ekspresyonunun azaldığı gösterilmiştir (p<0,05). Kas yaralanması olan grupta, kas yaralanması olmayan gruba göre miRNA 133a düzeylerinin, istatistiksel olarak farklı derecede ekspresyonunun arttığı gösterilmiştir (p < 0,05) Sonuç : Araştırmamıza göre kas yaralanması olan ve olmayan profesyonel futbol oyuncularında kan miRNA 16 ve miRNA 133a düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık mevcuttur.
  • Öğe
    Prostat kanserinde iyonize radyasyonla eş zamanlı androjen reseptör blokerlerinin kullanımının radyoduyarlılaştırıcı etkisinin araştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2024) Sincar, Gülsüm; Sert, Fatma
    Prostat kanseri (PK), dünyada erkekler arasında en fazla görülen ikinci kanser tipi olup ve kansere bağlı ölümlerin nedenidir PK artan ortalama yaş ile birlikte PK'nin görülme sıklığı artmaktadır ve genellikle 40 ile 70 yaş aralığında sık görülmektedir. PK tanısı ile tedavi edilecek, tedavi sonrasında yinelemiş veya metastatik evrede tanı almış hastalar için yeni tedavi seçenekleri arayışlarına ayrıntılı olarak araştırılması gerektirmiştir. PK'nin tedavisi için multidisipliner bir çalışma yapılması gerektirmektedir. Özellikle lokal ileri ve metastatik hastalıkta Radyasyon Onkolojisi ve Tıbbi Onkoloji kliniklerinin iş birliği içerisinde PK hastalarının tedavisi sürdürülmektedir. PK hastaları için tedavi sonrası onkolojik sonuçlarda ciddi iyileşmeler sağlamış olmakla beraber organa sınırlı hastalık için 5-yıllık sağkalım oranları %90'lara ulaşırken; tümör yükü yüksek lokal ileri ve metastatik hastalıkta bu oran %30'lara düşmektedir. Prostat kanseri için ilk tedavi seçenekleri arasında radyoterapidir. Ancak agresip davranış sergileyen PK uygulanan tedaviden sonra sıklıkla tekrarlanabilmektedir. İlerlemiş prostat kanseri için sistematik tedavisi ilk olarak karşımıza androjen baskılama tedavisi ile radyoterapi ile kombine olarak uygulanmasıyla karşımıza çıkmaktadır. Literatürde etkinliği gösterilmiş ve şu an için kabul gören kullanım şekli uzun dönem GnRH agonistleri ile RT tedavisinin kullanılması şeklindedir. PK, hormon bağımlı bir kanser türü olması nedeni ile AR'lerinin uyarılması, hastalık progresyonu için önemli bir yol olarak karşımıza çıkar. . AR blokerleri olarak eski nesilde bikalutamit, yeni nesil grupta ise abiretaron ve enzalutamid kullanım onayı almış ilaçlardır. AR sinyal yolağının aktivasyonunun bloke edilmesinin , PK tümör büyümesinin azaltılmasında oldukça etkili bir rolr sahiptir. Bir çok klinik çalışmalar, RT ile birlikte AR blokerinin kullanımının sinerjistik veya ilave bir etki oluşturup oluşturmadığını kapsamlı bir şekilde, tüm kombinasyonları göz önüne alarak araştırıp değerlendirmemiştir. Çalışmamızda , hormona duyarlı ve hormona dirençli PK hücre hatlarında RT ile eş zamanlı kullanılan AR blokerlerinin , hücre proliferasyonu, hücre döngüsü, hücre ölümü ve çift zincir kırıkları üzerine etkilerinin araştırılması, farklı radyasyon dozları ile ilişkisinin ortaya konması ve etkinlik açısından karşılaştırması amaçlanmıştır. RT etkisini arttırmak amacı ile eş zamanlı olarak kullanılacak farklı AR blokerlerinin , kullanımlarının PK hücreleri üzerindeki etkisi belirlenmiş olacaktır ve böylelikle PK gibi tüm dünya ve ülkemizde artan yaş ile erkeklerde en sık karşılaşılan bir kanserin onkolojik tedavisine yeni bir bakış açısı ve tedavi yaklaşımının ortaya konması amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Abirateron ,Bikalutamid ,Enzulutamid ,Prostat Kanseri, Radyoterap
  • Öğe
    Baş boyun kanserli hastaların tedavisinde adaptif radyoterapinin dozimetrik olarak değerlendirilmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Hazeral, Burçin; Esassolak, Mustafa Adnan
    Amaç: Radyoterapi tedavileri süresince tümördeki küçülmenin yanı sıra kilo değişimine maruz kalan nazofarenks ve larenks kanseri tanılı hastalara farklı zaman dilimlerinde uygulanan adaptif radyoterapi (ART) tedavilerinin hangi zaman diliminde ve kaç kere uygulanması gerektiğinin araştırılması. Yöntem: Radyoterapi tedavileri süresince tümördeki küçülmenin yanı sıra kilo değişimine maruz kalan 30 baş-boyun kanserli hastaya (18'i nazofarenks ca, 12'si larenks ca) ilk tedavi BT taramasından sonra, 10., 15., 20. ve 25. tedavi günlerinde ART planlaması uygulanmıştır. İlk tedavi planı doz dağılımı referans alınarak 4 ayrı ART planlaması için 16 farklı ART plan senaryosuna ait ağırlıklı kümülatif toplam doz dağılımı hesaplanmıştır. Her bir ART plan senaryosu ile ilk plan istatistiksel sonuçlar eşliğinde boxplot ile dozimetrik olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Kilo değişimlerinde tüm tedavi süresince yaklaşık olarak ortalama %10'a yakın bir düşüş saptanmıştır. Her iki hasta grubu için incelenen her üç hedef yapıda da adaptif plan sayısının azalmasına bağlı olarak PTV Coverage ve PTV C.I. için azalış, PTV H.I. için ise artış görülmüştür. İncelenen her iki hasta grubu için kritik organ grafiklerinde spinal kord haricindeki kritik organlarının hiçbiri için adaptif plan senaryolarında plan kabul kriterlerinin dışında bir değer görülmemiştir. Sonuç: Çalışma sonucunda kilo değişimi yaşayan hastalarda hem hedef yapılar hem de kritik organlar için 10. tedavi günü ile 25. tedavi günleri aralığında en az 2 adaptif radyoterapi yapılması önerilebilir. Ancak değerlendirme grafiklerinden de anlaşılacağı üzere her bir hasta kendi içerisinde uç değişimler gösterebilmektedir. Bu nedenle her hafta kilo kontrolü eşliğinde (Cone Beam Computed Tomography) CBCT görüntüleri incelenerek ciddi değişim saptanması durumunda adaptif plan sayısı artırılabilir. Bu çalışma sonuçları tedavisi sırasında kuşku duyduğumuz değerlendirme kriterleri için bir rehber niteliğindedir.
  • Öğe
    Pankreas adenokarsinomuyla ilişkili bazı proteinlerin potansiyel inhibitörlerinin sanal tarama ve moleküler kenetlenme yöntemleriyle belirlenmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Karnak, Fulden Ulucan; Sağın, Ferhan Girgin; Uyar, Arzu
    Pankreas kanseri yüksek mortaliteye sahip en invazif hastalıklardan biridir. Pankreas kanserlerinin %85'inden fazlası, pankreas başındaki pankreatik duktal epitelden kaynaklanan pankreatik duktal adenokarsinomdur (PDAC). Bu tez çalışmasında pankreas adenokarsinomuyla ilişkili olduğu ön çalışmalar ile belirlenmiş üç farklı proteinin (KYNU, CD73, AK4) (enzimin) alosterik bölgelerinin belirlenerek, bu bölgeleri hedefleyecek potansiyel modülatörlerin sanal tarama ve moleküler kenetlenme yöntemiyle ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bu hedef doğrultusunda, çeşitli web sunucuları kullanılarak proteinlerin belirlenmiş üç boyutlu yapıları elde edilmiş, ardından bağlanma bölgelerinin tespiti ve konformasyonel örneklemeyi artırma için sırasıyla Temel Bölge Tarama Analizi (Essential Site Scanning Analysis-ESSA) ve ClustENMD elde edilen bu yapılara uygulanmıştır. Tespit edilen bu bölgelere yönelik FDA onaylı ilaç moleküllerinin sanal taraması DrugRep sunucusu ile yapılmıştır. Sonuç olarak, AK4 için ESSA taraması ve FTMap sonuçlarına göre ilk aşamada bir alosterik bölge bulunamamıştır. KYNU için ESSA ve FTMap sonuçları doğrultusunda potansiyel yeni alosterik bağlanma bölgeleri elde edilmiştir. CD73 için ise açık ve kapalı yapı ayrı ayrı incelenmiş, ESSAve FTMap sonuçlarına göre dimer arayüzünde yeni potansiyel alosterik bağlanma bölgeleri tespit edilmiştir. Bu bölgeleri hedefleyen potansiyel modülatör olarak açık yapı için Rimegepant, Antrafenin ve Bisoktrizol; kapalı yapı için ise, Naldemedine, Bisoktrizol ve Rimegepant önerilmiştir. Bu enzimin çalışmamızda elde edilen alosterik bölgesine yönelik ilaçların etkileşim desenleri değerlendirildiğinde, bileşiklerin önceden belirlenmiş aktif bölge inhibitörleri ile birkaç ortak etkileşimi sergilemesi ve MD simülasyonlarında proteinin alosterik bölgesinde iyi bir kararlılık göstermesi umut vaat edicidir. Bu ilaçların CD73 modülasyonu ilişkilerini doğrulamak için daha fazla deneysel araştırmalar gerekmektedir ve bu da gelecekteki kanser tedavileri için önemli fırsatlar sunmaktadır.
  • Öğe
    Travmatik deneyimin meydana geldiği yaşın ve sıklığının şizofreni hastalarının beyinlerinde yarattığı yapısal değişikliklerin incelenmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Mull, Defne Dakota; Gönül, Ali Saffet
    Şizofreni, beyin üzerinde birçok yapısal ve fonksiyonel değişime sebep olan psikiyatrik bir hastalıktır. Bu hastalığın ortaya çıkmasında rol oynayan çevresel faktörlerden biri çocukluk çağı travmatik yaşam olaylarıdır. Çocukluk çağı travmalarının, sağlıklı yetişkinlerde beynin belli bölgelerinde hacim kaybı ile bağlantılı olduğu gözlemlenmiştir. Travmatik deneyimlerin de beyin üzerinde gözlemlenebilir yapısal etkileri olması, ve şizofreni hastalarında travmatik deneyim yaşamış olmanın genel popülasyona göre daha sık görülmesi, şizofreni hastalarının beyin bölgelerinde gözlemlenen yapısal değişikliklerin ne derecesinin çocukluk çağı travmatik deneyimlere atfedilebilir olabildiği sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Güncel araştırmanın hedefi, çocukluk çağında yaşanan travmatik deneyimlerin şizofreni hastalarının beyinleri üzerinde yarattığı yapısal değişikliklerin incelenmesidir. Travmatik deneyimlerin çocukluk sürecinde gerçekleştiği zaman aralığının (erken çocukluk, orta çocukluk ve ergenlik) davranışsal, yapısal ve bağlantısal etkileri olduğu gözlemlenmiştir. Bu bulgulara dayanarak, güncel araştırmada şizofreni hastalarının ilk travmatik deneyimlerini yaşadıkları yaş temel alınarak beyin yapıları karşılaştırılmıştır. İlk travmatik deneyim yaşı Travma Geçmişi Ölçeği (THQ) ile belirlenmiştir. Yapısal manyetik rezonans görüntüleme sonrası katılımcıların beyin yapısı voxel tabanlı morfometri ile beyin yapılarının karşılaştırılması yapılmıştır. Araştırmada hedeflenen şekilde erken, orta ve geç çocukluk döneminde ilk travmatik deneyimlerini yaşayan gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Sonrasında analiz için çocukluk çağı travması yaşayan gruplar birleştirilmiş, 18 yaş öncesi ilk travmasını yaşayan grup (Erken Travma (ET) Grubu, n=14) ile 18 yaş sonrası ilk travmasını yaşayan grup (Geç Travma (GT) Grubu, n=11) karşılaştırılmıştır. Bu durumda, ET grubunun sağ precuneus, sağ postcentral gyrus ve sağ oksipital fusiform gyrus bölgelerinde hacimleri daha az olduğu gözlemlenmiştir. Uygulanan Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği (CTQ), Travma Geçmişi Ölçeği (THQ), Pozitif ve Negatif Semptom Ölçeği (PANSS) ve Negatif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (SANS) ölçekleri sonucunda gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Sonuçlar, ilk travmatik deneyim yaşının belli beyin bölgelerinde hacim kaybı ile korele ettiğini göstermektedir ve bu beyin bölgelerinin işlevlerinin travma etkileri ile bağlantılı olduğu yorumlanmıştur.
  • Öğe
    Doğal antioksidan 5,7-Dihidroksikromon'un insan mikroglia hücre hattı üzerindeki anti-inflamatuar etkisinin araştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2024) Soyatlar, Umut; Gündüz, Cumhur
    2019 yılında dünya çapında en çok ölüme neden olan 7. hastalık olan Alzheimer hastalığı (AH), hafızayı ve düşünme becerilerini ve nihayetinde en basit görevleri yerine getirme yeteneğini yavaş yavaş yok eden bir beyin bozukluğudur. Hafif hafıza kaybıyla başlayıp konuşmayı sürdürme ve çevreye tepki verme yeteneğinin kaybına yol açan ilerleyici bir hastalık olmakla birlikte bir kişinin günlük aktivitelerini gerçekleştirme yeteneğini ciddi şekilde etkileyebilmektedir. AH ile ilgili klinik istatistikler ve artışına yönelik tahminler göz önüne alındığında patogenezden sorumlu yeni mekanizmalara ek olarak yeni terapötik hedeflerin tanımlanmasına da ihtiyaç vardır. Hastalık ile karakterize en yaygın bilinen iki patoloji ?-amiloid (A?) plaklar ve nörofibriler yumaklardır (NFT). A? plaklar, amiloid öncü proteininin uygunsuz bölünmesinden kaynaklanmakta olup bu öncü proteinler bir araya gelip A? fibrilleri ve plakları oluşturmaktadır. Bir diğer patoloji olan NFT'lerin yapıtaşı ise hiperfosforile tau proteinleridir. Tau proteini mikrotübülle ilişkili bir protein olup hiperfosforile olduğunda sarmal parçalar şeklinde toplanıp nörofibriler yumaklar oluşturmaktadır. Bu yumakların birikimi hücresel fonksiyonda bozulmalara ve sonunda hücre ölümüne yol açabilmektedir. Son zamanlarda AH'da bu iki patoloji ile birlikte üçüncü bir patoloji olarak inflamatuar yanıt öne çıkmış durumdadır. Beyinde oluşan inflamasyon normal koşullarda toksin ve yaralanmalara karşı bir savunma mekanizmasıdır fakat AH'da meydana gelen pro-inflamatuar ve anti-inflamatuar sinyaller arasındaki dengenin bozulması nöroinflamasyon oluşumuna sebep olmaktadır. Bu kronik bağışıklık tepkisi nörodejenerasyona sebep olmasının yanı sıra A? ve NFT patolojilerinin oluşumunu kolaylaştırmakta ve şiddetlendirmektedir. Kronik nöroinflamasyon aynı zamanda merkezi sinir sisteminin (MSS) bağışıklık tepkisini düzenlemekten sorumlu hücreleri olan mikrogliaların aktivasyonuna sebep olmaktadır. Nöroinflamasyon durumunda kontrolsüz ve kronik olarak aktive olan mikroglialar reaktif oksijen türleri (ROS), nitrik oksit (NO) ve pro-inflamatuar sitokinler de dahil olmak üzere çeşitli pro-inflamatuar ve toksik ürünler salgılarlar. Bu pro-inflamatuar ve sitotoksik faktörlerin birikmesi doğrudan nöronlara zararlıdır ve ardından mikroglia'nın daha fazla aktivasyonunu indükleyerek kısır bir döngüye neden olur. 5,7-Dihidroksikromon (5,7-DHC) çeşitli bitkilerden ekstrakte edilen doğal bir antioksidandır. Mikrogliarda pro-inflamatuar sitokin salınımını azaltan iki protein olan Nrf2 ve PPAR-? üzerinde pozitif düzenleyici etkisi olduğu bilinmektedir. Bu özelliğinden dolayı 5,7-DHC aktive olmuş mikroglialar üzerinde anti-inflamatuar etkiler gösterebilir ve AH tedavisine katkıda bulunabilir.
  • Öğe
    Skleroterapi ile kemik iliği kökenli mezenkimal kök hücre uygulamasının rat aşil tendinopati modelinde incelenmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Kılıç, Ali İhsan; Ergün, Metin
    Giriş: Aşil tendinopatisi, genellikle sporcular ve sedanter bireylerde görülen ağrı ve sakatlık nedeni olan bir tendinopatidir. Tedavi yöntemleri arasında birçok seçenek bulunsa da, Polidocanol gibi sklerozan ajanların ve biyolojik tedavilerin etkinliği konusunda net bir fikir birliği yoktur. Bu çalışmanın amacı, Polidocanol ile Kemik İliği Kökenli Mezenkimal Kök Hücre (Kİ-MKH) kombinasyonunun kronik aşil tendinopatisi üzerindeki etkilerini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışma, 48 erişkin erkek Wistar Albino sıçanı içermekte olup, kronik aşil tendinopati modeli Tip 1 kollajenaz kullanılarak sağ aşil tendonunda oluşturulmuştur. Sıçanlar, randomize edilerek dört farklı tedavi grubuna ayrıldı: Hasar Kontrol (H/K) (n=12); Polidocanol (POL) (n=12); Kİ-MKH (n=12); POL + Kİ-MKH (n=12) kombinasyonu ile tedavi edilen sıçanlar. Müdahale edilmeyen sol aşil tendonlarından oluşan Sağlıklı Kontrol (S/K) (n=12) grubu da oluşturuldu. Uygulanan tedavilerin ardından denekler 4 hafta süreyle takip edildi ve ardından sakrifiye edildi. Elde edilen örnekler üzerinde histolojik ve biyomekanik analizler gerçekleştirildi. Bulgular: Gruplar arasında maksimum çekme kuvveti ve uzama miktarı değerleri incelendiğinde, S/K grubunda en yüksek maksimum çekme kuvveti (76,172 ± 7,659 N) belirlenirken, en düşük çekme kuvveti POL grubunda (64,154 ± 16,009 N) gözlendi. Ancak, gruplar arasında çekme kuvveti açısından istatistiksel farklılık saptanmadı (p=0,124). Uzama miktarı analizinde, H/K grubunda en yüksek uzama (3,848 ± 1,584 mm) tespit edilirken, POL + Kİ-MKH grubunda en düşük uzama (1,645 ± 0,387 mm) görüldü. Yapılan ikili karşılaştırmalarda, sadece POL + Kİ-MKH ile H/K grubu arasında istatistiksel anlamlı farklılık belirlendi (p=0,011), diğer gruplar arasında farklılık gözlenmedi (p>0,05). Ayrıca, total histolojik skor değerlendirmesinde, H/K grubunda en yüksek skor (11,33 ± 0,52), S/K grubunda ise en düşük skor (0,0 ± 0,0) izlendi. Gruplar arasındaki ikili karşılaştırmalarda, S/K ile H/K grubu arasında, S/K ile POL grubu arasında ve POL + Kİ-MKH ile H/K grubu arasında anlamlı fark belirlenirken (p<0,001, p=0,014, p=0,032; sırasıyla), diğer ikili karşılaştırmalarda farklılık gözlenmedi (p>0,05). Sonuç: Çekme kuvveti ve uzama miktarı değerlerinde anlamlı farklar olmamasına rağmen, histolojik değerlendirmeler tedavi gruplarının aşil tendinopatisinde iyileşmeye işaret ettiğini göstermektedir. Bulgular, Polidocanol ile Kİ-MKH kombinasyonunun potansiyel bir tedavi seçeneği olarak değerlendirilmesine yönelik olumlu bir bakış açısı sunmaktadır. Ancak, daha fazla çalışma ve klinik araştırmaların bu kombinasyonun etkinliğini doğrulaması gerekmektedir.
  • Öğe
    Prostat kanserinde iyonize radyasyonla eş zamanlı androjen reseptör blokerleri ve olaparib kullanımının etkisinin araştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2024) Nişancı, Gözde; Sert, Fatma
    Prostat kanseri erkeklerde sık görülen bir kanser türüdür .Tedavi seçenekleri arasında iyonize radyasyon ve hormonterapi gibi yöntemlerde yer almaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalar , prostat kanserinin tedavisinde iyonize radyasyonla eş zamanlı olarak androjen reseptör blokerleri ve olaparib kullanımının etkilerini araştırmaktadır . İyonize radyasyon kanser hücrelerini yok ederek tümörün büyümesini engeller . Prostat kanser hücrelerindeki fark testesteron gibi erkeklik hormonlarına karşı hassastır. Olaparib bir kemoterapi ilacı olup, hücre bölünmesini engelleyerek kanser hücrelerinin ölümüne neden olur. Bu bağlamda yapılan araştırmalar, iyonize radyasyonla eş zamanlı olarak androjen reseptör blokeri ve olaparib kullanımının prostat kanseri tedavisinde olumlu etkilere sahip olabileceğini öne sürmektedir. Anahtar Kelimeler: Enzalutamid,Bikalutamid,Prostat Kanseri,Radyoterapi,Olaparib,Abirateron Asetat
  • Öğe
    Mezuniyet öncesi tıp eğitimi programlarında meme sağlığı ve hastalıklarının yeri: Bir yerleşim modeli önerisi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Özçınar, Beyza; Batı, Ayşe Hilal
    Amaç: Bu çalışmanın amacı, entegre eğitim programı uygulanan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi (İÜ-İTF) mezuniyet öncesi tıp eğitimi (MÖTE) programında meme sağlığı ve hastalıkları konularının hangi düzeylerde ve nasıl ele alındığını belirlemek, UÇEP (Ulusal Çekirdek Eğitim Programı) ile uyumunu değerlendirmek, "Meme sağlığı ve hastalıkları" konularının entegre bir eğitim programında yerleşimine yönelik bir yerleşim modeli önerisi oluşturmaktır. Yöntem: Bu tanımlayıcı kesitsel çalışma, İÜ-İTF'de 01.06.2020 ve 01.06.2022 tarihleri arasında üç aşamalı olarak yapılmıştır. Birinci aşamada İÜ-İTF MÖTE programının analizi, literatür taraması sonucu oluşturduğumuz analiz çerçevesi kullanılarak yapılmıştır. İkinci aşamada intörn hekimlere gönüllülük esasında meme sağlığı ve hastalıkları konularında öz yeterliklerini değerlendiren 22 sorudan oluşan çevrim içi anket formu uygulanmıştır. Üçüncü aşamada ise, meme sağlığı ve hastalıkları konularında eğitim veren tüm öğretim üyelerinin davet edildiği ve gönüllü öğretim üyelerinin katılımı ile gerçekleştirilen çalıştayda SWOT analizi yapılmış, meme sağlığı ve hastalıklarının programda yerleşimine yönelik görüş ve önerileri alınmıştır. Bulgular: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi MÖTE programında meme sağlığı ve hastalıkları ile ilgili konuların programın içerisinde tek bir tema altında toplanmadığı ve altı döneme yayılmış bir şekilde dağınık olarak yer aldığı görülmektedir. Konuların aynı dönemde farklı disiplinler tarafından ele alınması kısmen bir yatay entegrasyon olduğunu, ayrıca temel bilimlerden kliniğe geçişte bir dikey entegrasyonun varlığı ve basitten karmaşığa doğru konuların dönemler içerisinde dağılımında da spiral konfigürasyonun olduğu görülmektedir. Ayrıca eğitim programında meme muayenesi beceri eğitimi, simüle hasta uygulaması, multi-disipliner entegre oturumlar ve PDÖ (Probleme Dayalı Öğrenme) oturumları yer almamaktadır. Meme muayenesi beceri değerlendirmesine yönelik uygulama sınavı da bulunmamaktadır. UÇEP 2020'ye göre meme hastalıkları ve tümörlerinin öğrenme düzeyi ÖnT ve K (Ön tanı ve korunma) olmalıdır. İntörn hekimlerin çevrim içi anket sonuçları değerlendirildiğinde, intörn hekimlerin %65.2'si (n=159) ÖnT düzeyinde ve %37.3'ü (n=91) K düzeyinde bilgiye sahip olduklarını belirtmiştir. Ayrıca UÇEP 2020'ye göre; hekimler meme ve aksiller bölge muayenesini karmas?ık olmayan, sık go?ru?len, durumlarda/olgularda uygulabilmeli (düzey 3) ve kendi kendine meme muayenesini karmas?ık durumlar/olgular da dahil öğretebilmelidir (düzey 4). İntörn hekimlerin %64'ü (n=155) meme ve aksiller bölge muayenesini düzey 3 olarak uygulayabileceğini ve %45'i (n=109) kendi kendine meme muayenesini düzey 4 olarak öğretebileceğini ifade etmiştir. Öğretim üyeleri ile yapılan SWOT analizi sonucunda, İÜ-İTF MÖTE programında meme sağlığı ve hastalıkları konularının UÇEP 2020'de tanımlanan bilgi düzeyinin çok üstünde uzmanlık eğitimi düzeyinde ele alındığı, öğrencilerin memenin iyi huylu hastalıklarına yönelik hasta görme imkanının daha az olduğu, 1. basamağa yönelik eğitim oranının düşük ve yetersiz olduğu, bu yüzden öğrencilerin 1. basamakta karşılaşılacakları hastalıkları yeterince görüp öğrenemedikleri programın zayıf yönleri olarak karşımıza çıkmıştır. Ayrıca, meme muayenesi beceri eğitimlerinin yapılandırılmış bir şekilde verilip sınanmadığı, öğrencilerin klinik beceri eğitimlerinde dağılımları ve aldıkları eğitimin standardının olmadığı tespit edilmiş, öğretim üyelerinin eğitim alanında iş birliğine yatkın olmaması, güçlü anabilim dalı yapısının entegrasyonda zorluklara neden olduğu ve ölçme-değerlendirme sürecinin meme muayenesi beceri eğitimini kapsamadığı sonuçları da ortaya çıkmıştır. Sonuç: Meme sağlığı ve hastalıklarının eğitim programında yerleşim modeli önerisi hazırlarken, hedef entegrasyon düzeyini artırmak olmalıdır. Bu amaçla, birçok disiplin ortak hareket etmeli, yeni eğitim programında öğretme yöntemleri ve ölçme değerlendirme yöntemleri planlanırken program koordinatörünün önderliğinde programda yer alan tüm disiplinlerden öğretim üyelerinin katılımı ile disiplinlerden bağımsız tematik örüntüde bir program hazırlanması hedeflenmelidir.
  • Öğe
    Spor taraftarlarının işlev dışı davranışlarını etkileyen faktörlerin incelenmesi: Kolektif narsisizm ve gurur duygularının rolü
    (Ege Üniversitesi, 2024) Çini, Nurettin Göksu; Gençer, Ramazan Timuçin
    Araştırmanın amacı; spor taraftarlarının gurur duyguları ve işlev dışı davranış biçimleri arasındaki ilişkide kolektif narsisizmin aracılık etkisini ortaya koyan kavramsal bir model oluşturmak ve test etmektir. Değişkenler arasındaki nedensel ilişkilerin belirlenmesi ve tasarlanan kavramsal modelin test edilmesi sırasında Yapısal Eşitlik Modeli (YEM) kullanılmıştır. Araştırma modelinde gurur duyguları bağımsız değişken, işlev dışı taraftar davranışı bağımlı değişken ve kolektif narsisizm aracı değişken olarak yer almıştır. Araştırmanın örneklemini; İzmir, Ankara ve İstanbul illerinde seçkisiz örnekleme yöntemiyle seçilen 415 spor taraftarı oluşturmaktadır. Araştırmada; taraftarların takımlarına yönelik gurur duygularını ölçebilmek amacıyla Gordon, Yoshida, Nakazawa ve Bass (2021) tarafından geliştirilen "Gurur Duyguları" ölçeği; ve kolektif narsisizm yönelimlerini ölçebilmek amacıyla Golec de Zavala, Cichocka, Eidelson ve Jayawickreme (2009) tarafından geliştirilen, Larkin ve Fink (2019) tarafından spor takımı bağlamına uyarlanan "Kolektif Narsisizm" ölçeğinin Türkçe uyarlamaları yapılmıştır. Diğer yandan çalışma kapsamında; spor taraftarlarının işlev dışı davranışları belirleyebilen, 12 madde ve 4 boyuttan oluşan "İşlev Dışı Taraftatar Davranışı Ölçeği" (İDTDÖ) geliştirilmiştir. Verilerin analizinde, SPSS 26, AMOS 23 ve SPSS Process Macro v4.3 programları kullanılmıştır. Tasarlanan kavramsal model doğrulayıcı faktör analizi, regresyon analizleri ve Yapısal Eşitlik Modellemesi (YEM) ile test edilmiştir. Yapılan analizler sonucunda; spor taraftarlarının takımlarının belirli unsurlarına yönelik oluşturdukları gurur duygularının, işlev dışı davranışlarını pozitif yönde ve anlamlı düzeyde etkilediği, aynı zamanda kolektif narsisizmin, gurur duyguları ve işlev dışı davranış biçimleri arasındaki ilişkide aracı rol oynadığı belirlenmiştir.
  • Öğe
    Çok boyutlu otizm spektrum bozukluğu fenotipinin altında yatan kopya sayısı varyasyonlarının makine öğrenimi yöntemleriyle semptom tabanlı sınıflandırılması
    (Ege Üniversitesi, 2024) Bolat, Hilmi; Kosova, Buket
    Çalışmamızda 16p11.2 bölgesine ait nadir patojenik ve yaygın Kopya Sayısı Değişiklikleri/Copy Number Variations (CNVs) taşıyan kişilere ait klinik veriler elde edilmiş ve psikiyatrik değerlendirmeleri yapılmıştır. Bu 16p11.2 bölgesinde yer alan hem nadir görülen patojenik hem de yaygın CNV'leri taşıyan olgular nöropsikiyatrik hastalık tanısı olup olmamasından bağımsız olarak değerlendirmeye alınmıştır. Değerlendirmeleri sadece tanısal olarak değil ayrı ayrı semptomlar olarak değerlendirilmiş, sonrasında bu semptomlar biyoistatistik ve biyoinformatik yöntemlerle analiz edilmiştir. 16p11.2 bölgesi CNV'lerinin yaygın ve nadir varyasyonlarının nörogelişimsel bozukluklar ile nasıl ilişkili olabileceğini 50 olgu üzerinde detaylı klinik incelemeyle değerlendirdik. Bu bölge CNV'lerini taşıyan 147 olguya ait genetik ve klinik tanı ilişkisini sağlayacak geniş bir örneklem listesini klinisyenlerin kullanımına sunduk. Kullanılan makine öğrenme yöntemleri: k-Means kümeleme algoritması, C4.5 karar ağacı sınıflandırıcısı, Random Tree sınıflandırıcısı, Random Forest sınıflandırıcısı, Lojistik regresyon, Destek Vektör Makineleri algoritmalarıdır. Bu CNV ile yakından ilişkilendirilen Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB) tanısına yönelik olarak çalışmamızda detaylı semptom taraması ve ölçekler kullanılmıştır. Sosyal iletişim alanı (dokuz madde), kısıtlanmış ve tekrarlayan davranışlar (dört madde), duyusal belirtiler (üç madde), agresyon (üç madde) ve regresyon (altı madde) ile değerlendirilmiştir. Vücut kitle endeksinin patojenik CNV taşıyıcısı olan olgularda yaygın CNV taşıyıcısı olanlara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptanmıştır. Yapılan biyoistatistik analizlerde agresyon düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde patojenik CNV taşıyanlarda yaygın CNV taşıyanlara göre yüksek saptanmıştır. OSB ile ilişkili diğer tüm semptomlar için patojenik CNV taşıyanlar ve yaygın CNV taşıyanlar arasında biyoistatiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Biyoinformatik analizlerle yapılan OSB semptom tabanlı çalışmanın sonucunda 25 adet OSB semptomu ile %76.60 doğruluk oranına sahip sınıflandırma işlemi beş semptom (O2. İsme gecikmeli yanıt, O10. Alışılmadık bir şekilde oyuncaklarla veya nesnelerle oynanması, O11. Aynı olma ihtiyacı (rutindeki değişikliklerle ilgili zorluklar vb.), Agresyon O17. Öfke nöbetleri, O19. Başkalarına karşı saldırganlık) için yapıldığında doğruluk oranının %80.85'e çıktığı görülmüştür. Sonuç olarak, OSB tanısında 16p11.2 lokusu boyunca tek bir bölge ile sınırlı olmayan yaygın bir etki mevcut olduğunu savunduk. OSB tanısındaki genetik etkinin, hem iyi tanımlanmış olan 16p11.2 sendromundan yani patojenik CNV'lerden hem de yaygın CNV varyasyonlardan kaynaklandığını önermekteyiz. Fakat, özellikle agresyon semptomlarının ve aynı olma ihtiyacının OSB semptomlarından farklılaştığını, patojenik CNV'lerle ilişkili olduğunu belirledik.
  • Öğe
    GEÇİCİ VE ULUSLARARASI KORUMA STATÜSÜNDEKİ BİREYLERDE ALKOL – MADDE KULLANIM BOZUKLUĞU İLE GÖÇ İLİŞKİSİ: İZMİR ÖRNEĞİ
    (Ege Üniversitesi, 2024) Akça, Mina Emine; Kurtulmuş, Yusuf
    Alkol- madde kullanım bozukluğu günümüzde tüm toplumlarda önemli bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Alkol-madde kullanım bozukluğu toplumun her kesimi için önemli derece risk barındırmaktır. Özellikle dezavantajlı konumda bulunan zorla yerinden edilmiş bireyler, bu bağlamda yerleşim yeri, gelir durumu vb. gibi faktörler nedeniyle yüksek riskli kesim içerisinde gösterilmektedir. Türkiye'deki geçici ve uluslararası koruma altındaki bireylerin sayısı düşünüldüğünde toplum içinde gün geçtikçe artan bağımlılık riski ile göç sürecinin ilişkisini araştıran çalışmalara gereksinim duyulmaktadır. Amaç: Bu araştırma, İzmir'de yaşayan geçici ve uluslararası koruma statüsüne sahip bireylerde alkol – madde kullanım bozukluğu ile göç arasındaki ilişkiyi tespit etmeyi amaçlamaktadır. Yöntem: Bu araştırma karma yöntem araştırması olarak tasarlanmıştır. Araştırmanın verileri Eylül 2023-Kasım 2023 arasında toplanmıştır. SGDD-ASAM'dan hizmet almış 18-65 yaş aralığında 136 Suriye uyruklu, 14 Afgan uyruklu olmak üzere toplamda 150 katılımcı ile görüşülmüştür. Araştırmanın olgu grubunu madde kullanım deneyimi olan katılımcılar oluşturmakla birlikte, kontrol grubunu ise madde kullanım deneyimi olmayan katılımcılar meydana getirmektedir. Araştırmada Sosyo- Demografik Bilgi Formu ve Bağımlılık Profil İndeksi (BAPİ) ölçeği uygulanmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılanların %84'ü erkek, %16'sı kadındır. Araştırmaya katılanların yaş ortalaması 33,23'dür (min 18, max 64, SS 11.1). Olgu ve kontrol grubunda eğitim seviyeleri arasında istatiksel olarak anlamlı fark yok iken yaş, medeni durum, cinsiyet gibi değişenler açısından istatiksel olarak anlamlı fark vardır (p<0,05, p=,005). Katılımcılarda alkol kullanımı, sigara ve nargile kullanımından farklı olarak, olgu ve kontrol grubu arasında istatiski açıdan önemli şekilde fark göstermiştir ve olgu grubunda %36 oranında alkol kullanan katılımcı bulunmaktadır. Olgu grubunda bulunan geçici koruma altındaki katılımcıların kullandığı maddelerin dağılımı incelendiğinde, %18,7 metamfetamin (kristal), uluslararası koruma altındaki III katılımcıların kullandığı maddelerin dağılımı incelendiğinde, %18,8 ile esrar ve metamfetamin kullanımı olduğu bulunmuştur. Katılımcıların BAPİ ölçeği toplam puanlarının ortalaması 6,31 olarak tespit edilmiştir. Dolayısıyla katılımcıların ortalama olarak yüksek bağımlılık şiddetinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Yapılan nicel analiz ile beraber ise katılumcıların duygu ve düşüncelerinin değerlendirmesi yapılmış ve 11 ayrı tema ile madde kullanımı olan olgu grubunun düşüncelerinin analizi çalışmamızda aktarılmıştır. %28,8 sıklık ile sosyal çevre risk faktörlerinin başında gelirken %18,7 ile çare olarak görme ve %13,04 ile eğitim ve istihdam entegrasyonun sağlanamaması diğer risk faktörlerini takip etmektedir. Sonuç: Göç bağımlılık açısından risk oluşturmaktadır ve madde kullanım bozukluğu ile ilişkilidir.Çalışmamızın sonucunda yaş,cinsiyet, medeni durum, çevre etkisi, psikolojik durum, sosyal destek yetersizliği gibi faktörlerin göç eden bireylerin madde kullanımı açısından risk oluşturduğu tespit edilmiştir. Olgu-kontrol çalışmamızın, bahsi geçen risk faktörlerinin göç ile ilişkili olduğunu ortaya koymak adına etkili bir yöntem olduğu görülmüştür. Bulgulara dayalı olarak ise; göç eden bireyler için olarak risk faktörlerini gidermeye yönelik mikro, mezzo ve makro boyutta çalışmalar yürütülüp tedavi imkanlarına erişimleri sağlanmalıdır.
  • Öğe
    Dudak damak yarıklı bebeklerde nazoalveoler şekillendirme apareyinin burun, dudak ve alveoler bölge üzerindeki etkilerinin 3 boyutlu değerlendirilmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Arabikatibi, Abdurrahman; Doğan, Servet
    Amaç: Dudak damak yarıklı bebeklerde doğum sonrası erken ortopedik tedavi amacıyla kullanılan Nazoalveoler Şekillendirme Apareyinin burun, dudak ve alveoler bölge üzerindeki etkilerini 3 boyutlu olarak değerlendirmektir. Yöntem: Prospektif çalışmamız tek veya çift taraflı dudak damak yarığı olan 0-4 ay arasında toplam 41 bebek üzerinde yürütülmüştür. Çalışmaya alınan tek ve çift taraflı dudak damak yarıklı bebekler 4 gruba ayrılmıştır. Tek taraflı dudak damak yarığı olan bebeklerden 9 tanesine nazoalveoler şekillendirme tedavisi uygulanırken, 12 bebekte tedavi uygulanmamıştır. Benzer şekilde çift taraflı dudak damak yarığı olan olan bebeklerden 10 tanesine nazoalveoler şekillendirme tedavisi uygulanırken, 10 bebekte tedavi uygulanmamıştır. Tüm bebeklerden T0 (Nazoalveoler şekillendirme tedavisi öncesi), T1(Nazoalveoler şekillendirme tedavi sonrası-Primer cerrahi öncesi), ve T2 (Primer cerrahiden 1 ay sonra) 3 boyutlu olarak ağız dışı ve ağız içi kayıtlar Trios 3 (3Shape) tarama cihazı ile alınmıştır. Tek taraflı dudak damak yarığı olan bebeklerde 34 ağız dışı ve 14 ağız içi, çift taraflı dudak damak yarığı olan bebeklerde 34 ağız dışı ve 20 ağız içi ölçüm yapılmıştır. Elde edilen verilerin istatistiksel olarak değerlendirilmesinde, anlamlılık düzeyi p<0,05 seviyesinde, Lineer Karma Modeli (LMM) analizi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Tek taraflı dudak damak yarığı olan bebeklerde nazoalveoler şekillendirme tedavi sonrası nostril yükseklik oranında %25 iyileşme ( p<0,01), yarık taraftaki nostril yüksekliğinde (NtR-Subalar düzlemi) 2,75 mm artma ( p<0,01) ve ağız içi bölgesinde yarık uzunluğunda (ACG-ACL) 4,83 mm azalma bulunmuştur (p<0,05).Yarık uzunluğunda (ACG-ACL) (p<0,05), nostril yükseklik oranı (p<0,01) ve yarık taraftaki nostril yüksekliğinin (NtR-Subalar düzlemi) (p<0,001) zaman ile olan değişimi nazoalveoler şekillendirme tedavisinden anlamlı olarak etkilenmiştir. Ancak primer cerrahi sonrası iki grup arasında fark görülmemiştir. Nazal tip projeksiyonunun (PRN-Subalar düzlemi) zaman ile olan değişimi nazoalveoler şekillendirme tedavisinden anlamlı olarak etkilenmemiştir. Çift taraflı dudak damak yarığı olan bebeklerde nazoalveoler şekillendirme tedavi sonrası yarığın geniş olduğu bölgedeki nostril boyutunda (NmR-NlR) 2,62 mm azalma (p<0,01), premaksillanın sagittal düzleme olan uzaklığında (Inc-Sagittal) ise istatistiksel olarak anlamlı olmayan 5,5 mm azalma bulunmuştur. Ağız içi bölgesinde yarığın geniş olduğu taraftaki uzunluk (ACR-PxR) (p<0,05) ve aynı taraftaki nostril genişliğinin (NmR-NlR) (p<0,001) zaman ile olan değişimi tedaviden anlamlı olarak etkilenmiştir. Ancak ağız içi bölgesinde yarığın geniş olduğu taraftaki uzunlukta (ACR-PxR) primer cerrahi sonrası iki grup arasında fark görülmemiştir. Sağ ve sol nostril yükseklikleri (NtR-Subalar düzlemi), (NtL-Subalar düzlemi), anterior ark genişliği (BR-BL) ve premaksilla rotasyonunun (PxL-PxR*PL-PR) zaman ile olan değişimi tedaviden anlamlı olarak etkilenmemiştir. Sonuç: Nazoalveoler şekillendirme tedavisi uygulama kararı verilirken multidisipliner tedavi uygulayan ekibin tecrübesi başta olmak üzere; yarık deformitesinin şiddeti, ailenin işbirliği önemli olmaktadır. Özellikle 3.ay sonunda uygulanan primer cerrahiden elde edilen sonuç, dudak damak yarıklı bebeğin erişkin dönemde tamamlanan tedavi sonucunu etkilemekte olup, cerrahın bilgi, tecrübe ve deneyimi çok önemlidir.
  • Öğe
    Kumar oynama bozukluğu tanıma testinin (GDIT) Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik çalışması
    (Ege Üniversitesi, 2024) Torun, Hüseyin Ozan; Sertöz, Özen Önen
    Amaç: Bu araştırmada Kumar Oynama Bozukluğu Tanıma Testinin (GDIT) Türkçe geçerlilik ve güvenilirliğinin gösterilmesi hedeflenmiştir. Yöntem: Araştırmanın modeli niceliksel ve analitik, zamansal açıdan da kesitsel olarak yapılmıştır. Ölçek ruh sağlığı konusunda uzman olan kişiler tarafından Türkçe'ye çevrilmiş, gerekli düzenlemeler sonrasında da tekrar İngilizce'ye çevrilerek orijinal ölçeği oluşturan ekibe iletilmiş ve gerekli onay alınmıştır. Sonrasında çalışma Seferihisar Necat Hepkon Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine başvurmuş olan 145 kumar oynama bozukluğu tanısı olan kişi ve çalışmaya katılmayı kabul eden 145 gönüllü ile yapılmıştır. Kişilerle psikiyatrik görüşme yapılmış, sonrasında GDIT doldurulmuştur. İlk uygulamadan yaklaşık olarak 1 ay sonra 58 katılımcıya tekrar test uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmamızdaki analizlere göre, ölçeğin dil geçerliliği, kapsam ve yapı geçerliliği olduğu gösterilmiştir. GDIT'teki 14 ifadenin 3 alt boyut oluşturduğu saptanmıştır. Yapılan analizlerle orijinal ölçekten herhangi bir maddenin çıkartılmasına gerek olmadığı gösterilmiştir. Güvenilirlik analizlerinde ise sınıf içi korelasyon katsayısı (ICC) 0,998, Cronbach Alfa değeri 0,941 olarak sonuçlanmıştır. Ölçeğin oldukça güvenilir olduğu gösterilmiştir. GDIT ile kumar oynama bozukluğu tanısı koyabilmek ve kumar oynama bozukluğunun ağırlığını tespit edebilmek için ROC analizleri yapılmış ve Youden indeksi kullanılmıştır. GDIT ile bir kişide kumar oynama bozukluğu tanısı olup olmadığını göstermek açısından en iyi kesme noktası 19 puan, orta derecede kumar oynama bozukluğu tanısı için en uygun kesme noktası 25 puan, ağır derecede kumar oynama bozukluğu için ise en uygun kesme noktası 30 puan olarak belirlenmiştir. Sonuç: Araştırma sonuçlarına göre Kumar Oynama Bozukluğu Tanıma Testinin (GDIT) Türkçe geçerli ve güvenilir olduğu görülmüştür. GDIT, hem kumar oynama bozukluğu tanısı konması için hem de bu bozukluğun ağırlığının saptanması için yeterli ve güvenilir bir ölçektir.
  • Öğe
    Gümüş diamin florür ve potasyum iyodürün restoratif materyallerin bağlanma ve renklenmesi üzerine etkisinin incelenmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Mükellef, Hatice; Çoğulu, Dilşah
    Amaç: Bu çalışmanın amacı gümüş diamin florür (Riva Star, Step 1, SDI Dental Ltd., Avustralya) ve gümüş diamin florür + potasyum iyodür (Riva Star, Step 1+2, SDI Dental Ltd., Avustralya) uygulamasının iki farklı rezin kompozit (Grandio, Voco Almanya ve Activa Presto, Pulpdent Crop, Watertown, USA) materyalinde bağlanma ve renklenme üzerine etkisinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Altmış adet çekilmiş daimi üçüncü molar dişin oklüzal yüzeyleri midkoronal dentin seviyesinden kesilerek hazırlandı. Dişler, rasgele seçilmiş üç gruba ayrıldı (Grup 1: Kontrol Grubu-Distile su (n=20), Grup 2: Gümüş diamin florür (GDF) (Riva Star, Step 1, SDI Dental Ltd., Avustralya) (n=20), Grup 3: Gümüş diamin florür (GDF) + Potasyum iyodür (KI) (Riva Star, Step 1+2, SDI Dental Ltd., Avustralya) (n=20)). Her grup kendi içerisinde rasgele seçilmiş dişlerden oluşan iki alt gruba ayrıldı: Grup A: Grandio Rezin Kompozit (Voco, Almanya), Grup B: Activa Presto Biyoaktif Rezin Kompozit (Pulpdent Crop, Watertown, USA). Dört farklı aşamada renk değerlendirilmesi yapıldı. GDF ve GDF + KI uygulamalarının kompozit rezin materyallerde bağlanma üzerine etkisi makaslama bağlanma dayanımı (SBS) testi ile değerlendirildi. Grupların kırılma tipi ışık mikroskobu altında incelenerek başarısızlık modu değerlendirmesi yapıldı. Çalışmada elde edilen bulguların istatistiksel analizi için SPSS 25,0 programı kullanıldı. Çalışmada verilerin normal dağılım gösterip göstermediği Kolmogorov Smirnov Testi ile değerlendirildi. Normal dağılım gösteren verilerin değerlendirilmesi Anova tek yönlü varyans analizi ile yapıldı. Gruplara ilişkin öncesi sonrası değerlendirmesinde eşleştirilmiş t testi kullanıldı. Sonuçlar %95 güven aralığında, p<0,05 anlamlılık düzeyinde değerlendirildi. Bulgular: ?E değerleri incelendiğinde gruplar arasında ?E(1-2) değerlerindeki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edilirken (p=0,000), ?E(1-3) ve ?E(1-4) değerlerinde gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı tespit edildi (p=0,298; p=0,466). Makaslama bağlanma dayanımı testi sonrası gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı tespit edildi (p=0,322). En yüksek bağlanma dayanımı değeri GDF ya da GDF + KI uygulanmadan rezin kompozit restorasyon uygulaması yapılan Grup 1A'da elde edildi. Grupların bağlanma dayanımlarının sırası ile 1A>3A>3B>1B>2A>2B olduğu tespit edildi. Gümüş diamin florürün tek başına uygulandığı gruplarda bağlantının azaldığı ancak farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı izlendi (p>0,05). Grupların başarısızlık modu değerlendirmesinde kırılma tipleri ağırlıklı olarak karışık kırılma (adeziv + koheziv) olarak izlendi. Karışık kırılma tipini koheziv kırılma tipi takip ederken, gruplarda en az görülen kırılma tipi adeziv kırılma tipi oldu. Sonuç: Koruyucu diş hekimliği uygulamalarında ve minimal invaziv diş hekimliği yaklaşımında önemli bir yere sahip olan gümüş diamin florürün rezin kompozit materyaller öncesinde kaviteye tek başına uygulanması yerine potasyum iyodür ile kombine uygulanmasının renklenme ve bağlanma üzerinde olumsuz etkisinin olmadığı sonucuna varılmıştır.
  • Öğe
    Farklı lingual retainer tellerinin kompozit materyalden ayrılma dirençlerinin karşılaştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2024) Korkmaz, Cevat Ege; Sabah, Münire Ece
    Amaç: Ortodontik tedavinin bitiminde kullanılan sabit pekiştirme apareylerinin dişlere bağlanmalarını sağlayan kompozit materyalden ayrılmaları sonucu istenmeyen diş hareketleri oluşabilmektedir. Çalışmamızda farklı kalınlığa, sarım sayısına ve şekle sahip üç farklı retainer teline çekme testi uygulanarak tel-kompozit arayüzünde ayrılmaya sebep olan kuvvet ve çekme mesafesi değerlerinin ölçülmesi ve retainer tellerinin performanslarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Co-ax Six Strand (American Orthodontics), Bond a Braid (Reliance Orthodontic Products) ve Twist Three Strand (American Orthodontics) retainer telleri her grupta yirmi dört örnek bulunacak şekilde üç gruba ayrılmıştır. Üç boyutlu yazıcı (S5 Pro Bundle, Ultimaker) kullanılarak oluşturulan test bloklarının içerisine Transbond LR kompozit (3M Unitek) uygulanmıştır. Retainer telleri kompozit içerisine yine üç boyutlu yazıcı kullanılarak üretilen rehber bir blok yardımı ile yerleştirilmiştir. Örneklere üniversal test cihazı (Autograph AGS-J, Shimadzu) kullanılarak dik eksenlerinde çekme testi uygulanmıştır. Çekme testi esnasında test cihazı ile bağlantılı olan Trapezium programında (Shimadzu) örnekler için kuvvet-hareket grafikleri oluşturulmuştur. Test sonucunda her örnek için kompozit-tel arayüzünde ilk ayrılmanın meydana geldiği esnada ulaşılan kuvvet (Fmax); ilk ayrılmanın meydana geldiği çekme mesafesi (Fmaxmm); ve telin kompozit içerisinden tamamen çıktığı çekme mesafesi (Endmm) değerleri kayıt edilmiştir. Bulgular: Fmax değerleri incelendiğinde Co-ax Six Strand grubu, Bond a Braid (p<0.001) ve Twist Three Strand (p<0.05) gruplarına göre anlamlı düzeyde daha yüksek değer ortaya koymuştur. Twist Three Strand ise Bond a Braid'e göre daha yüksek bulunmuştur (p<0.001). Fmaxmm değerleri incelendiğinde tel-kompozit arayüzünde ilk ayrılmanın gerçekleştiği çekme mesafesinin Twist Three Strand grubunda, Bond a Braid (p<0.001) ve Co-ax Six Strand'e (p<0.05) göre anlamlı düzeyde daha az olduğu gözlenmiştir. Bond a Braid ile Coax Six Strand grupları arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Endmm değerleri incelendiğinde telin kompozit içerisinden tamamen çıktığı çekme mesafesinin Bond a Braid grubunda Co-ax Six Strand (p<0.001) ve Twist Three Strand'e (p<0.001) göre anlamlı düzeyde daha fazla olduğu gözlenmiştir. Co-ax Six Strand'in çekme mesafesi, Twist Three Strand'e göre daha fazla bulunmuştur (p<0.05). Endmm değerlerinden Fmaxmm değerleri çıkarıldığında elde edilen sonuçlar incelendiğinde tel-kompozit arayüzünde ilk ayrılmanın gerçekleştiği andan telin kompozit içerisinden tamamen çıktığı ana kadar olan çekme mesafesinin, Bond a Braid grubunda Co-ax Six Strand (p<0.001) ve Twist Three Strand'e (p<0.001) göre anlamlı düzeyde daha fazla olduğu gözlenmiştir. Co-ax Six Strand ve Twist Three Strand arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Spearman korelasyon testi sonuçlarına göre Bond a Braid grubunda Fmax, Fmaxmm ve Endmm değerlerinin tümü birbiriyle pozitif korelasyon içerisindedir. Co-ax Six Strand grubunda Fmaxmm ve Endmm değerleri pozitif korelasyon göstermektedir. Twist Three Strand grubunda değerler arasında korelasyon bulunmamaktadır. Sonuç: Çalışmamızdaki retainer tellerininin kompozit materyalden ayrılma dirençleri arasında fark bulunmuştur. Tel-kompozit arayüzünde ilk ayrılma için gereken kuvvet miktarı en fazla Co-ax Six Strand grubunda, en düşük Bond a Braid grubunda ölçülmüştür. Esnek spiral retainer tellerinin arayüzde ilk ayrılma kuvvetleri arasındaki fark sebebi ile kompozit içerisindeki tutuculukları açısından spiraller arası girintilerin miktarı, girintilerin derinliğinden daha önemli görünmektedir. Twist Three Strand rijit yapısı sebebiyle kuvvetleri tel-kompozit arayüzüne daha hızlı iletmektedir ve ilk ayrılmanın ardından kompozit içerisinde diğer tellerden daha kolay hareket etmektedir. Bond a Braid yapısal özellikleri sebebiyle plastik deformasyon eğilimi göstermektedir ve ilk ayrılmanın ardından kompozit içerisinde daha zor hareket etmektedir.
  • Öğe
    Farklı profilaktik ajanların ortodontik butonlara uygulanan makaslama kuvvetine karşı olan direncine etkisinin değerlendirilmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Doğangün, Çağla Su; Dinçer, Banu
    Amaç: Çalışmanın amacı, beyaz nokta lezyonlarını engellemek amacıyla sabit ortodontik tedavi öncesinde uygulanan sodyum florid (NaF) ve kazein fosfopeptit amorföz kalsiyum fosfat (CPP-ACP) içerikli profilaksi verniklerinin, dişlerin üzerine yapıştırılan ortodontik butonların makaslama kuvvetine karşı gösterdiği direnç üzerine olan etkisini incelemektir. Yöntem: Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Ana Bilim Dalı'nda çekilen premolar dişler çalışma kapsamına alınmıştır. 174 adet premolar diş 3 gruba ayrılmıştır. 1.grup flor verniği uygulanan grup, 2. Grup CPP- ACP verniği uygulanan grup ve 3.grup profilaksi ajanı uygulanmayan kontrol grubu olarak belirlenmiştir. Profilaksi uygulamasının ardından ağız içindeki verniklerin diş fırçası ile mekanik aşınmasını taklit etmek amacıyla dişler, 1 hafta boyunca günde 2 kere, diş macunu kullanılmadan fırçalanmıştır. Tüm gruplar deney süresi boyunca yapay tükürük içerisinde bekletilmiştir. Bir haftalık sürecin sonunda dişlerin üzerine ortodontik butonlar yapıştırılmış, ardından dişler evrensel test cihazında kullanılmak üzere hazırlanan silikon kalıplar içine gömülmüştür. Evrensel test cihazına yerleştirilen örneklerdeki ortodontik butonlara, butonlar diş yüzeyinden kopana kadar kuvvet uygulanmış ve makaslama dayanımı değerleri kaydedilmiştir. Makaslama dayanımı testlerinin ardından her bir dişin bukkal yüzeyi, stereomikroskop ile 10x büyütme altında incelenmiş, dişlerin yüzeylerinde kalan adeziv miktarları değerlendirilerek ARI skorlaması yapılmıştır. Bulgular: CPP-ACP grubunun makaslama dayanımının 13,01±4,56 MPa, flor grubunun makaslama dayanımının 10,67±3,91 MPa, kontrol grubunun makaslama dayanımının 10,90±3,25 MPa olduğu tespit edilmiştir. Grupların makaslama dayanımı değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0,005). Grupların ikili karşılaştırmaları değerlendirildiğinde, CPP-ACP grubunun makaslama dayanımının, flor grubunun ve kontrol grubunun makaslama dayanımından yüksek olduğu tespit edilmiştir (sırasıyla p=0,014, p=0,017). Flor grubunun makaslama dayanımı ve kontrol grubunun makaslama dayanımı arasındaki fark, istatistiksel anlamlılık düzeyinin altındadır (p=1,000). Grupların ARI skorları arasındaki fark, istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p=0,679). Sonuç: Flor verniği uygulanan gruptaki ortodontik butonların makaslama dayanımı ile kontrol grubundaki ortodontik butonların makaslama dayanımının birbirine yakın değerlerde olduğu, CPP-ACP verniği uygulanan gruptaki ortodontik butonların makaslama dayanımının diğer iki gruptan daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. ARI skorlamaları göz önünde bulundurulduğunda, gruplar arasında fark olmadığı belirlenmiştir. Çalışmamızda elde edilen bulguların ışığında, ortodontik butonların bağlanma dayanımına olan etkileri göz önünde bulundurulduğunda flor verniği ve CPP-ACP verniğinin çürük profilaksisi amacıyla tercih edilebileceği saptanmıştır.
  • Öğe
    Tip 2 diyabetli bireylerin hastalığa ilişkin problem alanları ile tıbbi beslenme tedavisine uyumları arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Aydın, Zeynep İrem; Türeyen, Aynur
    Bu araştırma; Ocak 2023- Haziran 2023 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Endokrin ve Metabolizma Hastalıkları Polikliniği'nde en az bir yıl önce Tip 2 DM tanısı almış takipli 18-65 yaş arası bireylerde Akdeniz Diyetine Bağlılık düzeyinin belirlenmesi, hastalığa ilişkin Problem Alanları düzeyinin belirlenmesi, hastalıkla ile ilgili yaşadıkları problemlerin derecesi ile TBT'ye bağlılıkları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi için kesitsel tipte yapılmıştır. Araştırmaya 18-65 yaş arası ve en az bir yıl önce Tip 2 DM tanısı almış, gönüllü olan ve dışlanma kriterlerine saihip olmayan katılımcılar dahil edilmiştir. Araştırmanın verileri (Birey tanıtım formu, Diyabette Problem Alanları Ölçeği (DPAÖ), Akdeniz Diyeti Bağlılık Ölçeği(ADBÖ)) araştırmacı tarafından poliklinikte yüz yüze görüşme yöntemi ile doldurulmuştur. Poliklinikteki baskül ile ağırlık, duvara sabitlenmiş boy ölçer ile boy ve esnemeyen mezura ile bel çevresi ölçülecek araştırmacı tarafından birey tanıtım formuna kayıt edilmiştir. Akdeniz Diyetine Bağlılık düzeyi bağımlı değişken iken, Diyabette Problem Alanları düzeyi temel bağımsız değişken; bireyin sosyo-demografik özellikleri, boy, ağırlık, bel çevresi, fiziksel aktivite yapma durumu, alkol kullanma durumu, diyabet yaşı, diyabete bağlı komplikasyon gelişme durumu ve diyabet dışında başka kronik hastalık varlığı değişkenleri de alt bağımsız değişkenlerdir. Diyabette Hastalığa İlişkin Problem Alanları düzeyi, DPAÖ ile; TBT'ye uyum ADBÖ ile saptanmıştır. Araştırmaya katılan katılımcıların yaş ortalaması 55,84 ± 8,54 yıl ve %61,1 kadındır. %48,2'si obezdir ve yaklaşık yarısı 10 yıl ve daha fazla süredir Tip 2 DM'lidir. Katlımcıların DPAÖ'den aldıkları puanların ortalaması 34,38 ± 17,80 ve ADBÖ'den aldıkları puanların ortalaması 9,44 ± 2,04 olarak belirlenmiştir. Katılımcıların %72,8'inin Akdeniz diyetine sıkı uyum sağladığı saptanmış olup DPAÖ ve ADBÖ puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır (r= -0,015; p= 0,809). Katılımcıların yaş, cinsiyet, sağlık alannında çalışma, kronik komplikasyon geliştirme durumu DPAÖ puanlarını; yaş, düzenli fiziksel aktivite yapma durumu ADBÖ puanlarını anlamlı düzeyde etkilediği bulunmuştur (p<0,05). Araştırma sonucunda Tip 2 DM'li bireyleri hastalıkla ile ilgili yaşadıkları problemlerin derecesi ile TBT'ye bağlılıkları arasında anlamlı bir ilişki belirlenememiştir. Araştırmadan elde edilen bulgular doğrultusunda; istatistiksel olarak kanıtlanamasa da, Tip 2 DM'li birey beslenme tedavisine tam ve doğru uyum gösteremediğinde, diyabetin kendisi üzerinde oluşturduğu problemlerin etkili olduğunu bahane olarak öne sürebileceği sonucu çıkarılmıştır.Bu bağlamda, bireyin diyet uyumsuzluğunu çözümlemek için; diyetisyenin diyabet konusunda bilgili ve deneyimli olması gerektiği ve diyabetli bireye standart tıbbi beslenme danışmanlığı yerine tamamen kişiye özel planladığı bir danışmanlık programı uygulaması ve cesaretlendirici - motive edici bir iletişimle danışmanlık ve eğitim yaparak,diyabetli bireyin diyabetin iyi yönetilmesi konusundaki temel sorumluluklarını ve önemini anlatması,bireyin özbakım gücünün geliştirilmesi ve böylece diyete uyumunu sağlamaya çalışması gerektiği önerisi geliştirilmiştir. Anahtar Kelimeler; Tip 2 Diyabet; Tıbbı Beslenme Tedavisi; Diyabette Problem Alanları; Akdeniz Diyeti Bağlılık
  • Öğe
    Üniversite öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rolü ve flört şiddeti tutumunun alkol kullanımı ile ilişkisi
    (Ege Üniversitesi, 2024) Kuruçay, Mine Kayra; Dülgerler, Şeyda
    Toplumun kadın ve erkek cinsiyete ilişkin atfettiği roller toplumsal cinsiyet olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri bireyleri düşünce ve davranışlarının biçimlenmesinde önemli bir etkendir. Sosyokültürel bir faktör olan toplumsal cinsiyet rolleri alkol kullanımı bakımından risk oluşturmaktadır. Ayrıca bireyin flört şiddetine yönelik tutumunun da alkol kullanımı açısından risk oluşturabileceği yapılan literatür taramaları sonucunda görülmüştür. Bu araştırmanın amacı Ankara Üniversitesinde öğrenim gören lisans öğrencilerinin benimsedikleri toplumsal cinsiyet rollerinin ve flört şiddeti tutumlarının alkol kullanım düzeyi ile ilişkisinin incelenmesidir. Araştırmaya katılmaya gönüllü olan 132 katılımcıya 16.10.2023 -5.12.2023 tarihleri arasında Kişisel Bilgi Formu, Bem Cinsiyet Rolü Envanteri (BCRE), Flörtte Şiddete Yönelik Tutum Ölçekleri (FŞYTÖ), Alkol Kullanım Bozuklukları Tanıma Testi (AKBTT) uygulanmıştır. Katılımcılardan elde edilen veriler SPSS 26.0 paket programında incelenmiştir. Bağımsız Örneklemler T Testi, ANOVA, Pearson Korelasyon Analizi, Mann-Whitney U ve Kruskal Wallis analizleri araştırmacı tarafından yapılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, erkeksi cinsiyet rolünü benimseyen üniversite öğrencilerinin alkol kullanım şiddetinin kadınsı cinsiyet rolünü benimseyen üniversite öğrencilerine göre daha yüksek olmadığı tespit edilmiştir. Erkeksi cinsiyet rolü ve alkol kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanamamıştır (p>,05). Kadının flörtte uyguladığı psikolojik şiddete ilişkin kabulü ile alkol kullanım şiddeti arasında pozitif yönlü (,227) ve istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmaktadır (p<,05). Üniversite öğrencilerinin genel flört şiddetine yönelik tutumlarında, erkeğin flörtte uyguladığı psikolojik şiddete yönelik tutumlarında ve erkeğin flörtte uyguladığı fiziksel şiddete yönelik tutumlarında cinsiyetlere göre anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<,05). Bu farklılık erkek öğrencilerin ölçeklerden aldıkları yüksek puanlardan kaynaklanmaktadır.
  • Öğe
    Kanser hastalarına uygulanan reiki'nin ağrı, anksiyete ve stres düzeyine etkisi: Randomize kontrollü bir çalışma
    (Ege Üniversitesi, 2024) Kahveci, Sevcan Öz; Engin, Esra
    Amaç: Araştırmanın amacı, kanser hastalarına uygulanan Reiki'nin hastaların ağrı, anksiyete ve stres düzeylerine etkisini incelemektir. Gereç ve Yöntem: Deneysel araştırma modelinde girişim, plasebo ve kontrol gruplu olmak üzere üç kollu, çift kör randomize olarak yürütülen bu izlem çalışması; Ege Üniversitesi Hastanesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde yatışı olan ve örnekleme alınma kriterlerine uyan 58 kanser hastası ile yürütülmüştür. Araştırmanın verileri, Eylül 2022 – Haziran 2023 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmanın verileri, ön test, 4. gün izlem, 21. gün izlem ve 3. ay izlem dönemlerinde olmak üzere toplamda dört kez olmak üzere, "Birey Tanılama Formu", "Görsel Kıyaslama Ölçeği", "Durumluk Kaygı Ölçeği (STAI Form TX)" ve "Algılanan Stres Ölçeği" kullanılarak toplanmıştır. Ön test ve 21. gün izlemde ise tüm grupların sabah serum kortizol düzeyleri değerlendirilmiştir. Girişim grubundaki hastaların yedi çakra bölgesine ve ek olarak ağrı olan bölgelerine, dört gün boyunca ortalama üç dakika olmak üzere toplamda 25-30 dakika boyunca Reiki uygulanmıştır. Plasebo grubundaki hastaların yedi çakra bölgesine, dört gün boyunca ortalama üç dakika olmak üzere toplamda 25-30 dakika boyunca Sham Reiki uygulanmıştır. Progresif Gevşeme Egzersizi grubundaki hastalara ise dört gün boyunca Progresif Gevşeme Egzersizi uygulanmıştır. Bulgular: Reiki, Sham Reiki ve PGE gruplarındaki hastaların ağrı düzeylerinin etkileşimi anlamlı bulundu (etkileşim p<0,001). Reiki ve PGE gruplarının kendi içindeki zaman karşılaştırmasında, ön test ile diğer ölçüm zamanları arasında, ağrı düzeyinde zaman içinde meydana gelen azalmanın anlamlı olduğu (sırasıyla p<0,001 ve 0,008) ve bu azalmanın en fazla Reiki grubunda olduğu bulundu. Reiki, Sham Reiki ve Progresif Gevşeme Egzersizi gruplarında anksiyete düzeylerinin etkileşiminin istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulundu (etkileşim p<0,001). Reiki ve Progresif Gevşeme Egzersizi gruplarının kendi içindeki zaman karşılaştırmasında, ön test ile diğer ölçüm zamanları arasında anksiyete düzeyinde zaman içinde meydana gelen azalmanın anlamlı olduğu (sırasıyla p<0,001 ve 0,019) ve bu azalmanın en fazla Reiki grubunda olduğu bulundu. Gruplar arası kortizol düzeylerinde anlamlı fark bulunmadı. Gruplarda, Durumluk Kaygı Ölçeği medyan puanlarında, etkileşim ve gruplar arasındaki fark anlamlı bulunmadı (p=0,801); ancak zamanlar arası fark anlamlı bulundu (p<0,001). İkili zaman karşılaştırmalarında Durumluk Kaygı Ölçeği medyan puanlarında ön test ile 21. gün izlem ve 21. gün izlem ile üçüncü ay izlemde anlamlı fark bulundu (p<0,001). Gruplarda Algılanan Stres Ölçeği medyan puanlarında etkileşim anlamlı bulundu (etkileşim p=0,027). Algılanan Stres Ölçeği medyan puanlarında sadece Progresif Gevşeme Egzersizi grubunda zaman anlamlı bulundu (p<0,001). Sonuç: Araştırmada, kanser hastalarının ağrı, anksiyete ve stres düzeyini azaltmada Reiki'nin, Sham Reiki ve Progresif Gevşeme Egzersizi'ne göre daha etkili olduğu bulunmuştur. Kanser hastalarında ağrı, anksiyete ve stres düzeylerinin iyileştirilmesinde bir Geleneksel, Tamamlayıcı ve İntegratif Tıp Yöntemi olan Reiki'nin, hemşirelik girişimi olarak kullanılması önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Reiki; kanser; ağrı; anksiyete; stres; hemşirelik