Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Küretaj olan kadınların post abortus sendromu yaşama durumları ve etkileyen faktörlerin incelenmesi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Çamlıdağ, Arzu; Öztürk, RuşenBu araştırma, küretaj olan kadınların post abortus sendromu yaşama durumu ve etkileyen faktörleri incelemek amacıyla Mayıs-Ekim 2024 arasında Buca Seyfi Demirsoy Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tanımlayıcı ve kesitsel bir tipte gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya 242 kadın katılmış ve veriler yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Katılımcıların yaş ortalaması 30,43±6,66 olup çoğunluğu evli, lise mezunu ve ev hanımıdır. Kadınların %58,7'si missed abortus nedeniyle küretaj olmuş ve %74,4'ü gelecekte istenmeyen gebelik durumunda tekrar küretaj olabileceğini belirtmiştir. Çalışmada, kadınların post-travmatik stres düzeyleri, perinatal yas düzeyleri ve küretajda bireysel damgalanma düzeyleri ile sosyodemografik ve obstetrik özellikleri arasında anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). Araştırma bulguları, hem isteğe bağlı hem de terapötik amaçla yapılan küretajın kadın sağlığı üzerinde travmatik etkilerinin olduğunu, kadınların bu durumda yas süreci ve bireysel damgalanma deneyimleri yaşadıklarını gözler önüne sermektedir.Öğe Epilepsi hastalarında hissedilen stigma ve hastalığı kabul düzeylerinin, öz yeterliliğe etkisinin incelenmesi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Akıcı, Nur; Okçi̇n, Fi̇genAmaç: Epilepsi, bireylerin öz yeterlilik ve damgalanma düzeylerini önemli ölçüde etkileyen kronik bir hastalıktır. Hastaların hastalığı kabul etme durumları ve damgalanma hissetmeleri öz yeterliliği etkileyen faktörler arasındadır. Bu çalışmada da epilepsi hastalarında hissedilen stigma ve hastalığı kabul düzeylerinin, öz yeterliliğe etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metot: Tanımlayıcı tip olarak planlanan çalışmanın örneklem grubunu Nisan – Kasım 2023 tarihleri arasında nöroloji polikliniğine başvuran hastalar oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemi "G. Power-3.1.9.2" programı kullanılarak, %95 güç etkisi ile toplam 104 hasta olarak belirlenmiştir. Araştırmanın verileri Hasta Tanılama Formu, Hissedilen Stigma Ölçeği, Hastalığı Kabul Ölçeği ve Epilepsi Öz Yeterlik Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzde dağılımları, normal dağılımlarının ardından uygun parametrik ve non-parametrik testler yapılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların %54.8'inin kadın, %51.0'ının evli oldukları saptanmıştır. Hastaların stigma düzeyleri ve öz yeterlilik düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmemiştir (p<0.05). Bunun yanı sıra hastalığı kabul ve öz yeterlilik arasında istatistiksel olarak pozitif yönlü bir ilişki tespit edilmiştir (r=290; p=.003). Hissedilen stigma ölçeği ile hastalığı kabul ölçeği arasında (r=0.607, p<0.05) ve hastalık ve ilaç yönetimi boyutu arasında (r=0.196) istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki olduğu görülmektedir. Sonuç: Araştırma bulgularına göre; Epilepsi hastalarının hissettikleri stigma düzeyleri ile öz yeterlilikleri arasında bir ilişki bulunmadığı fakat hastaların hastalığı kabul etme düzeyleri ile öz yeterlilik arasında pozitif yönlü bir ilişki bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.Öğe Pandeminin sağlık sektöründe iş kazalarına etkisi: Üniversite hastanesinde karşılaştırmalı bir analiz(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Başer, İsmail Kürşat; Davas Erdemli̇, Hedi̇ye AslıBu çalışma, İzmir Demokrasi Üniversitesi Buca Seyfi Demirsoy Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde, 2019-2022 yılları arasında sağlık çalışanlarının geçirdiği iş kazalarının, COVID-19 pandemisi öncesinde, sırasında ve sonrasındaki değişimini incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın ana odak noktası, sağlık çalışanlarının geçirdiği iş kazalarını ve pandeminin iş kazalarının sayısı, türleri ve sıklığı üzerindeki etkilerini belirlemek ve analiz etmektir. Araştırma, retrospektif bir tasarım ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, hastanenin iş sağlığı ve güvenliği biriminde tutulan kaza bildirim formlarından elde edilmiştir. Araştırma kapsamındaki iş kazaları, pandeminin üç farklı dönemi (pandemi öncesi (2019), pandemi süreci (2020-2021) ve pandemi sonrası(2022)) dikkate alınarak analiz edilmiştir. Verilerin analizinde SPSS 25.0 ve JASP programları kullanılmıştır. İş kazalarının yıllar içindeki dağılımını ve bu kazaların sağlık çalışanlarının sosyodemografik özelliklerine göre dağılımını anlamak amacıyla tanımlayıcı istatistikler, ki-kare testi, t-testleri ve ANOVA analizleri uygulanmıştır. Ayrıca, iş kazalarının türlerine göre farklılaşmalar da karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. 2019-2022 yılları arasında iş kazalarının genel seyri incelendiğinde, toplam 228 iş kazası ve %3,4 genel iş kazası oranı rapor edilmiştir. Pandemi öncesi dönem olan 2019 yılında iş kazası sayısı 71 olup kaza oranı %6,1 iken, pandemi sürecinde 2020'de bu sayı 24'e ve oran %1,4'e düşmüştür. 2021'de iş kazası sayısı 49 ve oran %2,8 yükselmeye başlamış ve pandemi sonrası 2022'de ise yeniden artış göstererek kaza sayısı 84 ve oran %4,2 olarak kaydedilmiştir. 2019-2020 (p<0,001), 2019-2021 (p=0,003) ve 2020-2022 (p=0,009) yılları arasında iş kazası insidans hızlarında anlamlı farklar bulunurken, 2019-2022 (p=0,143) arasında anlamlı bir fark yoktur. Cinsiyet ve meslek gruplarındaki iş kazaları incelendiğinde, kadın çalışanların iş kazalarındaki oranı 2019'da %76,1, 2020'de %75, 2021'de %71,4 ve 2022'de %69'a düşmüştür (p=0,79). Erkek çalışanların oranı ise %23,9 ile %31 arasında değişmiş ve bu dağılım cinsiyet bakımından değerlendirildiğinde anlamlı fark gözlenmemiştir (p=0,789). Meslek grupları açısından, hemşireler ve ebeler ile temizlik personeli en fazla iş kazasına maruz kalan gruplar arasında yer almıştır. COVID-19 sürecinde hemşire ve ebelerin oranı %21,1'den %40,8'e yükselmiş, temizlik personelinin oranı ise %38'den %36,7'ye düşmüştür. Bu değişiklikler meslek grupları bakımından istatistiki olarak değerlendirildiğinde anlamlı bulunmuştur (p=0,006). İş kazalarının türlerine göre yıllara dağılımında, en sık kesici delici alet kazaları görülmüştür. Bu kazalar 2019'da %31,3, 2020'de %8,7, 2021'de %20,9 ve 2022'de %39,1 oranında gerçekleşmiştir. Pandemi sürecinde sağlık çalışanlarının iş yükünün artmasına rağmen, COVID-19 önlemlerinin ciddiyetle takip edilmesi, kişisel koruyucu ekipmanların (KKE) kullanımında hassasiyet gösterilmesi ve eğitim verilmesi gibi faktörler, iş kazalarındaki azalmanın ana nedenleri olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak bu çalışma COVID-19 pandemisinin, iş sağlığı ve güvenliği açısından sağlık çalışanlarının üzerindeki etkilerini açıkça ortaya koymaktadır. Pandemi, iş kazalarının türü ve sıklığında belirgin değişikliklere yol açmış, özellikle hemşireler ve ön saflarda çalışan diğer sağlık personelini etkilemiştir. Pandemi sonrasında iş kazalarının tekrar artış göstermesi, iş sağlığı ve güvenliği politikalarının gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Özellikle kriz dönemlerinde sağlık çalışanlarının korunmasına yönelik daha güçlü politikaların ve iş güvenliği tedbirlerinin alınması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu bulgular, gelecekte benzer kriz durumlarına hazırlıklı olmak adına iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının geliştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.Öğe Kilolu/obez kadınlarda gebelik ve postpartum dönem içselleştirilmiş kilo damgasının maternal sağlık üzerine etkisi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Şeker, Ayşe; Daşıkan, ZeynepAmaç: Bu çalışma, kilolu ve obez kadınlarda gebelik ve postpartum dönemde içselleştirilmiş kilo damgalamasının maternal sağlık ile ilişkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Araştırma kesitsel analitik tipte bir çalışmadır. Araştırma Ağustos 2022- Ağustos 2023 tarihleri arasında SBÜ İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi gebe polikliniğinde yapılmıştır. Araştırmaya gebeliğin 30-40. haftaları arasında olan kilolu ve obez toplam 376 gebe kadın katılmış ve postpartum veriler 5-6. ayda toplanmıştır. Verilerin toplanmasında, Prenatal ve Postpartum Tanımlayıcı Soru Formu, İçselleştirilmiş Kilo Önyargı Ölçeği (İKÖÖ), Duygusal Yeme Ölçeği (DYÖ), Edinburg Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği (EDSDÖ) kullanılmıştır. Verilerin normal dağılıma uygunluğu Skewness-Kurtosis testi ile analiz edilmiştir. Normal dağılıma uygun verilerin analizinde İki bağımsız grup Bağımsız Örneklem t Testi, Tek Yönlü Varyans Analizi kullanılmış, normal dağılıma uymayan verilerin analizinde Mann Whitney U Testi ve Kruskal Wallis H Testi kullanılmıştır. İkiden fazla bağımsız grupların ileri analizinde Bonferroni Posthoc testi kullanılmıştır. İki bağımlı grup arasındaki karşılaştırmalar Bağımlı Örneklem t Testi ile yapılmıştır. Sürekli değişkenler arasındaki ilişki Pearson Korelasyon ile değerlendirilmiştir. Verilerin analizi %95 güven aralığında (p<0,05) incelemeye alınmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan fazla kilolu (%88.6) ve obez (%11.4) gebelerin gebelik başlangıç beden kitle indeksi ortalaması 27,75 ± 1,76 kg/m2, yaş ortalaması 28,56 ± 2,22/ yıl, postpartum kilo retansiyonu ortalaması 10,89 ± 5,77 kg postpartum 5-6. ay BKİ (kg/m2) ortalaması 31,97 ± 1,92 kg/m2 saptanmıştır. Kilolu ve obez gebelerin %89,6'sında IOM rehber önerilerinden fazla kilo almış. Kadınların %80,3'ünün prenatal dönemde, %85,6'sının postpartum dönemde çevresindeki bireyler tarafından kilo damgalamasına maruz kalmıştır. Prenatal İKÖÖ puan ortalaması, 60,74 ± 8,01, postpartum 56,77 ± 7,63 olarak belirlenmiş ve aralarında anlamlı fark saptanmıştır(p<0.01). Prenatal dönem DYÖ puan sınıflamasına göre gebelerin %73,4'ünün duygusal yiyici, postpartum dönem EDSDÖ puan sınıflamasına göre %44,4'ünde postpartum depresyon şüphesi saptanmıştır. Gebelik başlangıç BKİ obez olan, primigravida, düzenli fiziksel aktivitesi olmayan ve duygusal yiyici olan gebelerde, dışsal ayrımcılık/damgalamaya maruz kalanlarda içselleştirilmiş kilo önyargısı (İKÖ) daha yüksek saptanmıştır (p<0.05). Zor vajinal doğum ve acil sezaryen doğum yapan, bebeğini sadece mama ile besleyen, fiziksel aktivitesi olmayan, dışsal ayrımcılık/damgalamaya maruz kalan, postpartum depresyon şüphesi olan, gebelikte aşırı gestasyonel kilo alımı olan ve postpartum kilo retansiyonu olan kadınlarda postpartum içsel kilo önyargısı yüksek saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Araştırma sonuçları, katılımcıların büyük çoğunluğunun gebelik döneminde IOM rehberine göre fazla kilo aldığı ve postpartum dönemde de giderek kilo almaya devam ettiği ve kilo retansiyonu yaşadığı saptanmıştır. Bu durum, kadınların beden algıları üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta ve genel sağlık durumlarını riske atmaktadır. Kilo alımı arttıkça İKÖ artmaktadır. Çalışmada diğer bir dikkat çeken bulgu ise dışsal kilo önyargısıdır. Fazla kilolu ve obez gebelerin aynı zamanda eş, aile üyeleri ve çevresinden de kilo önyargısına maruz kaldığı belirlenmiştir. Duygusal yeme ve postpartum depresyonun İKÖ ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak, gebelik ve postpartum dönemlerde kadınların sağlıklarını desteklemek amacıyla, kilo önyargısı ile mücadele eden ve sağlıklı kilo alımını teşvik eden bütüncül destek programlarının geliştirilmesi gerekmektedir. Çalışma, gebelik ve postpartum dönemdeki kadınların kilo damgalamasına karşı duyarlılıklarının artırılması ve bu konuda daha fazla destek sağlanması gerektiğini vurgulamaktadır.Öğe Önyük etkisi olarak uygulanan hız temelli ve geleneksel kuvvet uygulamalarının bazı performans parametrelerine etkis(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ayaz, Ezgi; Akşi̇t, TolgaKuvvet antrenmanı, sağlıklı ve atletik bireylerin güç, kuvvet, sprint ve yön değiştirme hızı performansını geliştirmede önemli bir rol oynamaktadır. Kuvvet antrenmanı programlarındaki yükler genellikle bir tekrar maksimalin yüzdesi (%1-TM) olarak belirlenmektedir. Hız temelli kuvvet antrenmanı (HTKA) ise, bir ağırlığın kaldırıldığı veya hareket ettirildiği hızın, kuvvet antrenmanını düzenlemek ve optimize etmek için vurgulandığı bir yöntemdir. Hıza dayalı antrenmanlar, kuvvet antrenmanlarında performansını arttırmak için kullanılan ve teknolojik ekipmanlardan yararlanarak sıkça uygulanan bir yöntemdir. Çalışmanın amacı, geleneksel ve hız temelli kuvvet antrenmanlarıyla uygulanan ön yüklerin sebep olduğu aktivite sonrası performans artışının aktif sıçrama, çeviklik ve reaktif kuvvet indeksi üzerine akut etkilerinin incelenmesidir. Araştırmamızın örneklemini İstanbul ilinde bulunan en az 2 yıl kuvvet antrenmanı geçmişi bulunan 18-25 yaş aralığındaki toplam 32 erkek sporcu oluşturmaktadır. Kuvvet antrenmanı olarak hareket paterni bozulmaması açısından Back Squat (BS) egzersizi seçilmiştir. 1. gruba (n=11) geleneksel kuvvet antrenmanı grubu (GKAG), 2. gruba (n=9) hız temelli kuvvet antrenmanı (HTKA) uygulanmış olup, 3. grup (n=12) kontrol grubu (KG) olarak gözlemlenmiştir. Sporcuların fiziksel parametrelerini belirlemek için boy uzunluğu ve vücut ağırlığı kullanılırken, bununla birlikte reaktif kuvvet indeksi-Derinlik Sıçrama (DS) Testi, T-Drill Çeviklik Testi (T-drill), 1-TM testi, aktif sıçrama (AS) testi kullanılmıştır. Çalışma 2 tekrarlı testlerden oluşmuştur. Bu araştırmada, grup içi ön test ve son test verilerinin çözümlenmesi veya verilerin analizinde Eşleştirilmiş Örneklem t-Testi kullanılarak karşılaştırılmıştır. GKAG'nda, sıçrama performansını ölçen AS ön test (ASÖT) ile aktif sıçrama son test olan ASST arasında 1,61 cm artış gözlemlenmiş ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (t= 7,71; p<0,001). Ayrıca, çeviklik testinde (T-Drill) 0,26 saniyelik bir gerileme kaydedilmiş ve bu fark da istatistiksel olarak anlamlıdır (t=-4,05; p=0,002), bu durum geleneksel kuvvet antrenmanının çeviklik performansı üzerinde olumlu bir etki yarattığını göstermektedir. HTKAG'nda ise ASÖT ile ASST arasında 2,16 cm artış (t= 6,41; p<0 ,001) ve DSÖT ile DSST arasında 3,12 cm artış (t= 5,89; p= 0,004) gözlemlenmiştir. Bu bulgular, HTKAG'nın sıçrama performansını artırmada etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, reaktif kuvvet indekslerinde (RKİÖT ile RKST) 0,19 m/s artış (t= 4,05; p< 0,001) ve T-Drill testinde -0,29 saniyelik bir azalma (t=-7,96; p<0,001) kaydedilmiştir, bu da hız temelli kuvvet antrenmanın genel performansı olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Kontrol Grubu'nda ise ASÖT ortalaması 37,63 ± 3,98 iken ASST ortalaması 38,00 ± 3,93 olarak belirlenmiş ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (t= 4,18; p= 0,002). Ancak diğer testlerde (DSÖT, RKİÖT, T-drill) gruplar arasında anlamlı bir fark gözlemlenmemiştir (p>0,05). Sonuç olarak, BS hareketiyle uygulanan ön yük egzersizinin kontrol grubu üzerinde belirgin bir etkisi olmadığı, ancak geleneksel kuvvet ve hız temelli kuvvet antrenmanlarının sıçrama ve çeviklik performansını önemli ölçüde artırdığı tespit edilmiştir. Bu bulgular, farklı kuvvet antrenman yöntemlerinin sporcular üzerindeki etkilerini anlamak açısından kritik bir öneme sahiptir. Ayrıca, antrenörlerin daha etkili antrenman stratejileri geliştirmelerine yardımcı olarak, sporcuların performansını optimize etmelerine olanak tanımaktadır.Öğe Meme kanseri tanılı hastalarda kemoterapi etkisiyle oluşan nöropatinin depresyon, anksiyete ve yaşam kalitesi üzerine etkisi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ergüç,Emine; Duman, SonerKemoterapi tedavisine bağlı olarak gelişebilen periferal nöropati (KİPN) fizyolojik gelişimine dair net bir açıklama bulunmamakla birlikte tüm sinir sistemini olumsuz etkileyen bir nörotoksisitedir. Kemoterapi (KT) tedavisinde kullanılan ajanlardan oldukça etkilenen KİPN hastaların günlük yaşam faaliyetlerinden en komplike aktivitelerine kadar bireyleri etkilemekte, çoğunlukla ketlemektedir. Bu çalışma, meme kanseri hastalarında KT etkisine bağlı oluşan nöropatinin hastaların depresif duygu durum, anksiyete düzeyleri ve yaşam kalitelerinin değişimlerindeki etkilerini izleyebilmek amacıyla 127 katılımcının; bağımlı değişkenleri depresyon düzeyi, anksiyete düzeyi, yaşam kalitesi ve bağımsız değişkeni nöropati olan; bu değişkenler arasındaki ilişkinin istatistiksek olarak SPSS 24 programı ile analiz edildiği kesitsel bir anket araştırmasıdır. Meme kanseri hastalarında KT etkisine bağlı oluşan nöropatinin hastaların depresif duygu durum değişimlerindeki etkilerini ölçmek amaçlı Beck Depresyon Envanteri (Hisli, 1988); anksiyete düzeylerini ölçümlemek için Beck Anksiyete Ölçeği ve yaşam kalitelerindeki değişimleri izleyebilmek amacıyla Türkçe EORTC QLQ-C30 (Yaşam Kalitesi Ölçeği) ve EORTC QLQ – CIPN20 (KİPN) kullanılarak çalışmaya dahil edilen 127 meme kanseri tanılı hastalara tedavisinin başlangıcında, tedavinin 3. ve 6. haftalarında Beck Depresyon Envanteri; Beck Anksiyete Ölçeği EORTC QLQ-C30 ve EORTC QLQ – CIPN20 anketleri uygulanarak değerlendirmeleri yapılmış; tekrarlayan anket değerlendirmeleri doğrultusunda hastaların depresyon, anksiyete ve yaşam kalitesi ölçümlerinin istatiksel olarak anlamlı biçimde farklılaştığı izlenirken (p<0.000) meme kanseri tanılı hastalarda KT'ye bağlı oluşan KiPN'nin depresyon, anksiyete ve yaşam kalitesi üzerine etkileri olabiliceğini işaret eden bu çalışmanın, nöropati farkındalığının artması ile hastaların yaşam kalitesi iyileştirilmesi üzerine daha ileri çalışmalara öncülük edeceği düşünülmektedir.Öğe Respirasyon eşiği yönteminin güvenirliliği ve geçerliliği(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) As, Hakan; Özkaya, ÖzgürGaz değişim eşiği (GDE) (CO2 üretim hacmine (VCO2) kıyasla O2 kullanım hacmi (VO2)) ve solunumsal kompanzasyon noktası (SKN) (dakika ventilasyonuna (VE) kıyasla VCO2) gibi geleneksel eşik belirleme yöntemleri, kademeli bir egzersiz sırasında x- ve y-eksenlerinde giderek artan değerlere bağlı kırılma noktalarını referans almaları nedeniyle birtakım sınırlılıklar içermektedir. 2021 yılında ortaya atılan respirasyon eşiği yöntemi ise egzersiz şiddetindeki doğrusal artışlara yanıt olarak sürekli bir artış trendi içinde olan VE ile önce artan, devamında izokapnik tampon fazı süresince bir plato veren ve hiperventilasyon fazının başlamasına müteakip düşüşe geçen ekspirasyon sonu CO2 kısmi basıncı (PETCO2) oranını (VE/PETCO2-W) kullanarak iki eşik değerini de yeniden yorumlamıştır (sırasıyla SE1 ve SE2). Ancak bu yöntemin ortaya atıldığı ilk çalışmada, i) SE1 ve SE2'ye ait güvenirlilik düzeyleri rapor edilememiş ve ii) yönteme ait geçerlilik tüm boyutlarıyla değerlendirilememiştir. Bu tez çalışmasının amacı VE/PETCO2-W yönteminin tekrar-test güvenirliliğini ortaya koymak ve devamında geçerlilik düzeyini detaylı bir şekilde analiz etmektir. Güvenirlilik (n=42; yaş: 26±7 yıl; boy: 183±8 cm; vücut kütlesi: 74±13 kg; zirve V̇O2 düzeyi (V̇O2pik): 52±10 mL∙dk1∙kg1) ve geçerlilik (n=143; yaş: 26±8 yıl; boy: 182±8 cm; vücut kütlesi: 73±13 kg; V̇O2pik: 52±10 mL∙dk1∙kg1) çalışmalarına haftada en az 150 dakika düzenli egzersiz yapan erkek katılımcılar dahil edilmiştir. Katılımcılar egzersiz şiddetinin doğrusal olarak artırıldığı (30W·dk−1) rampa testleri gerçekleştirmiştir. Güvenirlilik analizleri için rampa testleri ayrı bir gün tekrar edilmiştir. Testlerin sonunda, geçerlilik analizleri için katılımcılar V̇O2pik değerlerine göre fiziksel olarak aktif (<45 mL∙dk1∙kg1, n=44), antrene (45-55 mL∙dk1∙kg1, n=51) ve iyi antrene (>55 mL∙dk1∙kg1, n=48) olarak sınıflandırılmıştır. GDE ve SKN düzeyleri, sırasıyla VCO2-VO2 ve VE-VCO2 ilişkilerindeki kırılmalar parçalı regresyon analiz tekniği kullanılarak değerlendirilmiştir. Benzer şekilde her teste ait SE1 ve SE2 düzeyleri VE/PETCO2-W ilişkisindeki kırılma düzeyleri analiz edilerek belirlenmiştir. Ardından VE/PETCO2-W yönteminin güvenirliliği ve geçerliliği için istatistiksel analizler yapılmıştır. Tekrarlanan rampa testlerinde SE1 (3,0±1,0'a kıyasla 3,0±1,0 W∙kg1) ve SE2 (3,8±1,0'ya kıyasla 3,8±1,0 W∙kg1) güvenilir bulunmuştur (p>0,37; sınıf içi korelasyon katsayısı>0,99; ölçümün standart hatasının değişim katsayısı<%3; uyum limiti (UL): 0,23 W∙kg1'dan 0,22 W∙kg1'a). Geçerlilik bulgularına göre, SE1 ve SE2'nin (sırasıyla, 2,9±1,0 W∙kg1 ve 3,8±1,1 W∙kg1), GDE ve SKN (sırasıyla, 2,9±1,0 W∙kg1 ve 3,8±1,1 W∙kg1) ile yüksek uyuma sahip oldukları (Pearson r>0,98; tahminin standart hatası<%3) ve bu eşik belirleme yöntemlerini başarıyla tahmin edebildikleri gösterilmiştir (etki büyüklüğü (EB)<0,16; Uyum limiti: 0,12 W∙kg1'dan 0,12 W∙kg1'a). Ayrıca, SE1 ve SE2'nin, fiziksel olarak aktif (28±3 ve 37±3 mL∙dk1∙kg1), antrene (34±5 ve 45±4 mL∙dk1∙kg1) ve iyi antrene (41±6 ve 59±7 mL∙dk1∙kg1) grupları sınıflamada başarılı olduğu tespit edilmiştir (EB>1,4). Elde edilen bulgulara göre; VE/PETCO2-W'ın güvenilir ve geçerli bir eşik belirleme yöntemi olduğu ve farklı aerobik dayanıklılık profillerine sahip katılımcıların fiziksel aktivite düzeylerini sınıflamada kullanılabileceği ortaya konmuştur. Böylece VE/PETCO2-W yönteminin, önemli araştırma konularından biri olan kardiyo-pulmoner sağlık ve üst düzey sportif performans odaklı programların planlanmasında ve takibinde kullanılabilecek yeni bir eşik belirleme yöntemi olabileceği gösterilmiştir. <3Öğe Psikolojik beceri antrenmanlarının, futbol hakemlerinin zihinsel dayanıklılık ve karar verme becerilerine etkisi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Aksoy, Ulaş; Balyan, Meli̇hBu çalışmanın amacı, psikolojik beceri antrenmanlarının, futbol hakemlerinin zihinsel dayanıklılık ve karar verme becerilerine etkisini incelemektir. Araştırmanın örneklemini, Aydın ilinde il hakemi olarak görev yapan 60 erkek futbol hakemi (30 deney, 30 kontrol) oluşturmaktadır. Araştırmada nicel araştırma yöntemlerinden, "ön test-son test eşleştirilmiş kontrol gruplu seçkisiz desen" kullanılmıştır. Hakemlere; Kişisel Bilgi Formu, Sporda Zihinsel Dayanıklılık Envanteri (SZDE) ve Melbourne Karar Verme Ölçeği (MKVÖ) (I-II) uygulanmıştır. Araştırmaya katılan futbol hakemleri, ilk olarak deney ve kontrol gruplarına ayrılmıştır. İki gruba da uygulanan ön testlerin ardından, deney grubundaki hakemlere 10 hafta süresince psikolojik beceri antrenmanları (PBA) uygulanmış, sonrasında tüm hakemlere son testler tekrar uygulanmıştır. Deney grubu hakemlerinin, PBA öncesi ve sonrasında, toplam 10 haftayı kapsayan gözlemci notları da değerlendirilmiştir. Tüm bulgular IBM SPSS Statistic 25 programı ile değerlendirilmiştir. Deney grubundaki hakemlerin ön test ve PBA sonrası son test sonuçları incelendiğinde; zihinsel dayanıklılıklarının güven, kontrol ve devamlılık alt boyutlarında anlamlı bir fark olduğu (p≤ 0.05); karar verme becerilerinde ise karar vermede öz saygı ve karar verme stillerinden dikkatli karar verme ve panik karar verme alt boyutlarında anlamlı bir fark varken (p≤ 0.05), kaçıngan karar verme ve erteleyici karar verme alt boyutlarında anlamlı bir fark olmadığı bulunmuştur (p>0.05). Deney grubundaki hakemlerin; yaşları, hakemlik süreleri ve lisanslı futbol oynama geçmişleri dikkate alındığında; SZDE ön test sonuçlarına göre ölçeğin güven, kontrol ve devamlılık alt boyutlarında anlamlı fark olduğu (p≤0.05), PBA sonrası son test sonuçlarında ise ölçeğin tüm alt boyutlarında anlamlı farkın ortadan kalktığı, MKVÖ ön test sonuçlarında ise ölçeğin karar vermede öz saygı ve karar verme stillerinden dikkatli, kaçıngan, erteleyici ve panik karar verme alt boyutlarında anlamlı fark olduğu (p≤0.05), PBA sonrası son test ölçümlerinde ölçeğin kaçıngan ve erteleyici karar verme alt boyutlarında anlamlı fark devam ederken, karar vermede öz saygı ile dikkatli ve panik karar verme alt boyutlarında anlamlı farkın ortadan kalktığı görülmüştür. Çalışmamızın sonucunda, PBA programlarının; hakemlerin zihinsel dayanıklılıklarını, karar vermede öz saygılarını ve dikkatli karar verme davranışlarını arttırırken, panik karar verme davranışlarını azalttığı görülmüştür. Deney grubu hakemlerinin yaşları, hakemlik süreleri ve lisanslı futbol oynama durumlarına göre ön test-son test sıra ortalama puanları incelendiğinde; PBA sonrasında; yaşı küçük, hakemlik süresi az ve lisanslı futbol oynama geçmişi olmayan hakemlerin zihinsel dayanıklılıklarının arttığı; karar vermede öz saygılarının ve dikkatli karar verme davranışlarının arttığı, panik karar verme davranışlarının ise azaldığı görülmüştür. Ayrıca hakemlere uygulanan PBA programının, hakemlerin gözlemci not ortalamalarını arttırdığı sonucuna da varılmıştır. Elde ettiğimiz sonuçlardan hareketle; futbol hakemlerinin zihinsel dayanıklılıklarını ve karar verme becerilerini arttırabilmek, performans gelişimlerine katkı sağlayabilmek için rutin antrenman ve eğitim programlarına, psikolojik beceri antrenmanlarının eklenmesinin faydalı olabileceği sonucuna varılmıştır.Öğe Kumar oynayan bireylerde; aleksitimi narsisizm ve saldırganlık düzeylerinin kumar oynama bozukluğu açısından değerlendirilmesi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Aslan, Melike; Keski̇n, GülserenAmaç: Bu araştırmada kumar oynayan bireylerde aleksitimi, narsisizm ve saldırganlık düzeylerinin arasındaki ilişkinin, kumar oynama bozukluğu (KOB) açısından değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanıp yapılan çalışmada, araştırmanın evrenini 2023 yılı haziran ve ağustos ayları arasında İzmir ilinde bulunan ganyan ve iddia bayi sayılarının en yüksek olduğu iki ilçe olan Buca ve Konak ilçelerinde bulunan kumar oynayan 390 bireyler oluşturmaktadır. Veri toplamak için Sosyodemografik Form, South Oaks Kumar Tarama Testi (SOKTT), Toronto Aleksitimi Ölçeği (TAÖ-20), Patolojik Narsisizm Envanteri (PNE) ve Buss-Perry Saldırganlık Ölçeği (BPSÖ) kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 25.0 programı kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Katılımcıların patolojik kumarbazlık durumlarına göre %33.8'inin patolojik kumarbaz ve %66.2'sinin ise olmadığı bulunmuştur. Kumar testi puanlarını açıklamak için kurduğumuz model istatistiksel olarak anlamlıdır (F=67.192: p<0,05). TAÖ-20 puanlarındaki bir birimlik artış SOKTT puanlarını 0.474 birim (t=9.465; p<0.05) ve PNE puanlarındaki bir birimlik artış SOKTT puanlarını 0.107 birim (t=2.071; p<0.05) arttırmaktadır. Ancak BPSÖ puanları istatistiksel olarak anlamsız bulunmuştur (p>0,05). Patolojik kumarbazlık olma durumu ve katılımcıların cinsiyeti, medeni durumu, eğitim durumu, ekonomik düzeyi, haftalık kumar oynama sayısı, gün içinde sık sık kumar oynamayı düşünme, ailede kumar oynayan birinin varlığı, temel ihtiyaçları kısıp kumara para yatırma durumu , kumar oynamak için kredi/kredi kartı veya borç kullanma, kumar oynama nedeniyle adli bir sorun yaşama, kumar oynamak için iş veya ilişkinizi tehlikeye atma, kumarı finanse etmek için sahtekârlık/dolandırıcılık yapma, kumar oynamayı gizleme durumları arasında ve BPSÖ puanları, fiziksel saldırganlık (FS) boyutu, öfke (Ö) boyutu, düşmanlık (D) boyutu, sözel saldırganlık (SS) boyutu, PNE puanları, fark edilmeye yönelik beklentiler (FEYB) boyutu, büyüklenmeci kendilik (BK) boyutu, kırılgan kendilik (KK) boyutu, kendini onaylatma (KO) boyutu, büyüklenmeci hayaller (BH) boyutu, kendini feda (KF) boyutu, TAÖ-20 ölçeği puanları, duygularını tanımada güçlük (DTG) boyutu, duyguları söze dökmede güçlük (DSDG) boyutu, dışa vuruk düşünme (DVD) boyutu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmüştür (p<0.05). Sonuç: Çalışmamızda patolojik kumarbaz olan kişilerin çoğunluğunun erkek, bekar, lise mezunu ve gelirinin gidere denk olduğu, haftada yedi gün kumar oynadığı, gün içinde sık sık kumar oynamayı düşlediği, ailesinde kumar oynayan birinin olduğu, temel ihtiyaçları kısıp kumara para yatırdığı, kumar oynamak için kredi/kredi kartı veya borç kullandığı, kumar nedeniyle adli bir sorun yaşadıkları, kumar oynamak için iş veya ilişkinizi tehlikeye attıkları, kumarı finanse etmek için sahtekârlık/dolandırıcılık yaptıkları ve kumar oynamayı gizledikleri tespit edildi. Patolojik kumarbaz olan katılımcıların TAÖ-20 ve DTG, DSDG ve DVD alt boyutları ile PNE ve FEYB, BK, KK, KO, BH ve KF alt boyutları ile BPSÖ ve FS, Ö, D ve SS alt boyutları puanlarının, olmayan katılımcılara göre daha yüksek olduğu görüldü. Aleksitimi ve narsisizmin patolojik kumarbazlık üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu, saldırganlığın doğrudan etkili olmadığı tespit edilmiştir. Aleksitimik ve narsistik bireylerin kumar oynama bozukluğu açısından doğrudan riskli olduğu ve bu riski ele almak için farkındalık artırıcı çalışmalar ve önleyici ruh sağlığı uygulamalarına ağırlık verilmelidir.Öğe Sosyoekonomik statüsü düşük kadınlara verilen eğitimin genital hijyen davranışlarına ve öz bakım gücüne etkisi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Uyuşlu, Nilay; Kavlak, OyaAmaç: Bu araştırma, sosyoekonomik statüsü düşük, 18-55 yaş arası kadınlara verilen genital hijyen eğitiminin, genital hijyen davranış puanlarına ve öz bakım gücüne etkisini değerlendirmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Araştırma Nisan 2023 -Haziran 2023 tarihleri arasında İzmir ilinde bulunan bir sivil toplum kuruluşundan yardım alan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 160 kadın ile gerçekleşmiştir. Katılımcılara ön test olarak Bireysel Bilgi Formu, 'Genital Hijyen Davranışları Ölçeği' ve 'Öz Bakım Gücü Ölçeği' uygulanmıştır. Ön test uygulamasından sonra katılımcılara 'Genital Hijyen Eğitimi' verilmiştir. Eğitim, 20 kişilik sekiz gruba iki oturumda 45'er dakika süreyle verilmiş ve katılımcılara eğitim sonrasında Genital Hijyen Eğitim broşürleri dağıtılmıştır. Eğitimden üç hafta sonra katılımcılara son test olarak 'Genital Hijyen Davranışları Ölçeği' ve 'Öz Bakım Gücü Ölçeği' uygulanmıştır. Elde edilen veriler SPSS 22 paket programı ile analiz edilmiş olup verilerin homojenitesi Kolmogorov Smirnov analizi ile değerlendirilmiştir. Genital Hijyen Davranışları Ölçeği ve Öz Bakım Gücü Ölçeğinin puan ortalamaları normal dağılım göstermiştir (p>0.05). Normal dağılım gösteren verilerin karşılaştırmalarında Bağımsız Örneklem t-testi ve One Way ANOVA analizi kullanılmış, ölçekler arası ilişkiyi saptamak için Pearson korelasyon analizi yapılmıştır. Çalışmada bağımlı değişkene ait varyansın ne kadarının bağımsız değişken tarafından açıklandığını ifade etmek amacı ile etki büyüklüğü Eta kare ile hesaplanmıştır (0,01 düşük etki; 0,06 orta etki; 0,14 yüksek etki). Bulgular: Araştırmada, katılımcıların, eğitim öncesindeki Genital Hijyen Davranışları Ölçeği puan ortalamaları 92,96±11,23 (min-maks: 63-115) olarak bulunurken eğitim sonrası 99,10±10,15 (min-maks: 68-115) olarak bulunmuştur. Çalışmada yapılan eğitimin genital hijyen davranışları puan ortalamaları üzerinde yüksek düzey etkisi olduğu saptanmıştır (η²=0,24). Katılımcıların, genital hijyen eğitimi öncesindeki Öz Bakım Gücü Ölçeği puan ortalamaları 133,07±18,09 (min-maks:103-167) olarak bulunurken eğitim sonrası 136,30±15,53 (min-maks: 86-167) olarak bulunmuştur. Çalışmada yapılan eğitimin öz bakım gücü puan ortalamaları üzerinde orta-düşük düzey etkisi olduğu saptanmıştır (η²=0.04). Eğitim öncesi ve eğitim sonrası Genital Hijyen Davranışları Ölçeği ve Öz Bakım Gücü Ölçeği puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). Katılımcıların eğitim düzeyi ve çalışma oranı arttıkça, menstrüel dönemde kullandıkları ped sayısı arttıkça genital hijyen davranışları ve öz bakım gücü puan ortalamalarının yükseldiği, ancak yaşayan çocuk sayısının artmasıyla genital hijyen davranışları ve öz bakım gücü puan ortalamalarının azaldığı belirlenmiştir. Araştırma kapsamında verilen genital hijyen eğitiminin kadınların genital hijyen davranış puanlarını ve öz bakım gücü puanlarını olumlu yönde etkilediği belirlenmiştir. Sonuç: Araştırmanın sonucunda, kadınlara verilen genital hijyen eğitiminin, kadınların genital hijyen davranış puan ortalamalarını ve öz bakım gücü puan ortalamalarını olumlu yönde etkilediği görülmektedir.Öğe Sol meme kanseri radyoterapilerinde kullanılan Hibrit VMAT, Parsiyel VMAT ve FIF planlama tekniklerinin dozimetrik karşılaştırılması(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Işın, Ersun; Alanyalı, SenemAMAÇ Koruyucu cerrahi sonrası adjuvan tüm sol meme radyoterapisi almış hasta tomografi verileri üzerinde retrospektif olarak FiF (Field in Field [Alan içinde alan]), Hibrit VMAT (HVMAT) ve Parsiyel VMAT (PVMAT) plan tekniklerinin dozimetrik açıdan kıyaslanarak incelenmesi. YÖNTEMLER Sol meme kanserli 11 hastaya ait tomografi verileri üzerinde, fraksiyon başına 2 Gy'den 25 fraksiyonda toplam 50 Gy tedavi dozu PTV'ler için tanımlanarak, V47,5Gy>95% kapsama hedefiyle FiF, HVMAT ve PVMAT tedavi teknikleri kullanılarak planlar oluşturuldu. PVMAT tekniğimiz, bir kaçınma sektörünün (avoidance sector [AvS]) sürekli bir VMAT yayını bölerek iki kısmi yaya dönüştürdüğü, ikisi saat yönünde, diğer ikisi de saat yönünün tersi yönde rotasyon yapan 4 adet VMAT yayından oluşur. HVMAT tekniğimiz ise, FiF tekniğindeki teğetsel açık alanlarla PVMAT tekniğinin bizzat kendisinin tedavi dozunu sırasıyla 0,70 ve 0,30 yüzdeliklerle paylaşarak birleşmesinden oluşan hibrit bir tekniktir. Her bir plan tekniğine göre PTV ve kritik organlara ait parametrelerin elde edilen değerleri birbirleriyle dozimetrik olarak karşılaştırılmıştır. BULGULAR PVMAT ve HVMAT'ın aynı 0,87 aritmetik ortalama (A.O.)'lı konformite indeksi (CI) değerleri, 0,77 değerli FiF'e göre anlamlı olarak daha iyi sonuç vermiştir. FiF ve HVMAT'ın aynı 0,13 A.O.'lı Homojenite İndeksi (HI) değerleri 0,17 değerli PVMAT'a göre anlamlı olarak daha iyi sonuç vermiştir. İpsilateral akciğer V20Gy bölgesinde FiF'e göre sırasıyla HVMAT ve PVMAT lehine giderek azalan, V10Gy bölgesinde PVMAT'a göre FiF lehine azalan, V5Gy bölgesinde FiF lehine azalan anlamlı sonuçlar elde edilirken; Dmean bölgesinde anlamlı fark oluşmamıştır. Kalbin V5Gy ve Dmean, sol ventrikülün Dmean bölgelerinde planlama teknikleri değerleri arasında anlamlı istatistik fark yoktur. Kalbin V10Gy, LAD'nin V10Gy ve V5Gy, sol ventrikülün V5Gy bölgelerinde FiF ve HVMAT arasında, LAD V40Gy bölgesinde HVMAT ve PVMAT arasında anlamlı istatistik fark yoktur. Bunların dışındaki bütün kalp, LAD ve sol ventrikül doz-hacim parametrelerinde sıra ortalamaları (M.R.) ve A.O. değerlerinin sırasıyla FiF, HVMAT ve PVMAT planlama teknikleri için giderek azaldığı görülmüştür. V5Gy dışındaki bütün kardiyak parametrelerde PVMAT değerleri üstündür. Kontralateral (sağ) meme Dmax (Gy) değerleri arasında istatistik fark yoktur; ancak A.O. değerleri sırasıyla FiF, HVMAT ve PVMAT için hızla giderek azalmıştır. V5Gy, V3Gy ve Dmean değerleri sırasıyla PVMAT, HVMAT ve FiF için giderek azalmıştır ve hepsi düşük limit seviyeleri dahilindedir. SONUÇLAR PVMAT tekniği tüm yüksek doz parametrelerinde en iyi sonuçları vermiştir. Tüm kardiyak parametrelerde V5Gy değeri hariç üstün koruyucu sonuç vermiştir. Kontralateral meme ve kontralateral akciğer için kabul edilebilir limitler dahilinde sonuçlar iyidir. İpsilateral akciğer V5Gy değeri diğerlerine göre en yükseğidir. En düşük FiF değerinden yaklaşık %50'lik artışla oluşturduğu %14'lük daha fazla doz hacmi farkıyla pulmoner toksisite açısından diğerlerine göre daha yüksek risk oluşturur. Zorlu anatomik yapılarda iyi bir konformite, fakat düşük bir homojenite oluşturur. HVMAT, bütün kardiyak yüksek doz ve orta-düşük doz parametrelerinde, Dmean hariç bütün ipsilateral akciğer parametrelerinde ve bütün kontralateral meme parametrelerinde FiF ile PVMAT arasında ara değerleri sağlamış, düşük doz kardiyak parametrelerde en yüksek değerleri vermiştir. İyi konformite ve homojeniteyi aynı anda sağlama bakımından idealdir. FiF plan tekniği ipsilateral akciğer düşük doz bölgesi, kontralateral organ düşük doz bölgesi ve sadece kalbin geneli için kardiyak düşük doz bölgesinde en iyi sonuçları verme anlamında idealdir. Tüm yüksek doz bölgelerinde verdiği yüksek değerler ile kardiyak toksisiteler ve kontralateral meme toksisiteleri oluşturma açısından risklidir. Zorlu anatomik yapılarda iyi bir homojeniteye, fakat düşük bir konformiteye sahiptir. Çalışmamızda birçok farklı plan değerlendirme kriterleri incelenmiştir. Her teknik kendine özgü bazı değerlendirme kriterlerinde avantaj sağlarken bazı kriterlerde dezavantaj sağlamıştır. Doz limit değerleri kolay sağlanamayan zorlu anatomik yapıya sahip hastaların planlamalarında ilgili organ doz limitine göre PVMAT, HVMAT ya da FiF tekniklerinden biri tercih edilebilir.Öğe Tenisçilerde içsel konuşma, temel psikolojik gereksinimler ve bilinçli farkındalık düzeylerinin incelenmesi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Altıparmak, Yiğitcan; Kazak, F. ZişanBu araştırmanın amacı, tenis oynayan bireylerde içsel konuşma, temel psikolojik gereksinimler ve bilinçli farkındalık düzeylerinin ve değişkenler arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Araştırma örneklemini (n = 393) 274 kadın, 119 erkek tenis sporcusu oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama amacıyla kişisel bilgi formu, Sporda İçsel Konuşma Ölçeği, İhtiyaç Doyumu Ölçeği ve Sporda Bilinçli Farkındalık Ölçeği kullanılmıştır. Veri analizinde betimsel istatistikler, bağımsız gruplar t-testi, pearson korelasyon analizi ve çoklu regresyon analizi yöntemleri uygulanmıştır. Uygulanan analizlerin tümünde anlamlılık değeri 0.05 olarak kabul edilmiştir. Araştırmada cinsiyet değişkeni bakımından içsel konuşma alt boyutlarında fark bulunmazken, özerklik, yeterlik, ilişkili olma ve farkındalık alt boyutlarında anlamlı farklılıklar mevcuttur. Haftalık antrenman sayısı ile pozitif içsel konuşma (psikolojik hazırlık, kaygı kontrolü, kendine güven ve komut) alt boyutları arasında pozitif yönde ilişki belirlenmiştir. Benzer şekilde yaş ve spor deneyimi ile özerklik, yeterlik ve ilişkili olma alt boyutları; spor deneyimi, tenis deneyimi ve haftalık antrenman sayısı ile farkındalık alt boyutlarının birbirleriyle ilişkili olduğu belirlenmiştir. Endişe ile spor deneyimi ve haftalık antrenman sayısı, alakasız düşünceler ile yaş, spor deneyimi arasında negatif yönlü ilişki tespit edilmiştir. Ayrıca negatif içsel konuşma alt boyutları (endişe, kopma, bedensel yorgunluk ve alakasız düşünceler) ile temel psikolojik gereksinimler ve bilinçli farkındalık alt boyutları arasında negatif yönde, pozitif içsel konuşma alt boyutları ile eleştirel olmayan alt boyutu hariç tüm alt boyutlar arasında pozitif yönde anlamlı ilişki belirlenmiştir. Yapılan adımsal regresyon analizi sonucunda özerkliğin, kopma ve alakasız düşünceleri; yeterliğin psikolojik hazırlık, kaygı kontrolü ve komut alt boyutlarını, özerklik ve yeterliğin endişe, bedensel yorgunluk ve kendine güven alt boyutlarını yordadığı tespit edilmiştir. Buna ek olarak, tekrar odaklanmanın psikolojik hazırlık, kendine güven ve komut alt boyutlarının, eleştirel olmayan ve tekrar odaklanmanın ise endişe, kopma, bedensel yorgunluk ve kaygı kontrolü boyutlarını öngördüğü belirlenmiştir.Öğe Farklı indirekt restoratif materyallerin süt ve daimi dişlerin aşınması ve aşındırması üzerine etkisi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ghabchi, Behrang; Uzel, İlhanFarklı İndirekt Restoratif Materyallerin Süt Ve Daimi Dişlerin Aşınması Ve Aşındırması Üzerine Etkisi Erken çocukluk çağı çürükleri, bebeklerde ve çocuklarda, dünyada en sık görülen problemlerden biridir. Karşıt dişlerde düşük aşınma oranına sahip estetik restorasyonlarla arka dişlerin tedavisi çocuk diş hekimleri için büyük bir zorluktur. Bu çalışma Ege Üniversitesi Pedodonti Anabilim Dalı ve Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü laboratuvarlarında gerçekleştirilmiştir. Ege üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesine başvuran gönüllü 18 hastadan çekilen, dokuz adet çürüksüz ve restorasyon içermeyen süt ile dokuz adet aynı özelliklere sahip gömük üçüncü büyük azı diş çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmamızda, her bir grup diş için üç farklı kalıcı restoratif materyal plaka üzeri çubuk (Pin on Plate) yöntemiyle yapay tükrük ortamında aşındırma testleri amaçlı kullanılmıştır. Aşındırma sonrası hem plaka hem de çubuk substraktdaki aşınma miktarları mikroskopik ve profilometrik açıdan değerlendirilmiştir. Çubuk örnekler 5.9 mm çapında 12 mm uzunluğunda tutucu kısma sahip olacak şekilde aşınma ucu 2 mm lik çapa sahip yarım küre morfolojisinde üretilmiştir. Diş örneklerin bukkal fasetlerinde zımpara aşındırma yöntemiyle 4.4 mm boyutlarında mine platoları oluşturulmuştur. Aşınma testleri Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü bünyesinde bulunan deneysel aşınma test cihazında lineer resiprokal modülü kullanılarak, 30 N yük altında, 8(mm/s) kayma hızında, (2 Hz frekansta ve 2mm'lik ileri geri hareket mesafesinde), 10.000, 20.000 ve 30.000 döngüde (cycles) gerçekleştirilmiştir. Restorasyon malzemesi için üç mol yttria ile stabilize tetragonal zirkonya polikristalı (G-CERAM, Atlas Enta, Torbalı, İzmir, Türkiye), lityum disilikat esaslı cam seramik (IPS e.max CAD, İvoclar Vivadent, Schaan, Lihtenştayn) ve üç boyutlu yazdırılabilir Nano-hibrit rezin ( VarseoSmile Crown Plus, Bego, Bremen, Almanya) olmak üzere üç farklı içerikli dental malzeme kullanılmıştır. Cam seramik materyalin, hibrit reçine ve zirkonyum materyallerinden daha fazla karşıt dişleri aşındırdığı gözlenmiştir. Her üç kuron materyali de süt dişlerini kalıcı dişlerden daha fazla aşındırmaktadır. Ancak, hibrit reçine ile karşılaştırıldığında, Zirkonya materyalinin karşıt dişi daha fazla aşındırdığı gözlenmiştir. Hibrit reçinenin aşınma davranışı diğer iki materyale göre daha öngörülebilir sonuçlar vermiştir. Süt dişlerinde hibrit reçinenin kullanımı diğer iki materyale kıyasla çok daha öngörülebilir bir aşınma davranışı sunarken, cam seramiklerin kullanımı oldukça belirsiz bir aşınma davranışı sunmaktadır.Öğe Vajinal kandidiyazis tedavisinde kullanılmak üzere vajinal halka sistemlerinin geliştirilmesi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Çetin, Simtaç Bengi; Özgüney, IşıkVajinal Kandidiyazis Tedavisinde Kullanılmak Üzere Vajinal Halka Sistemlerinin Geliştirilmesi Vajinal Kandidiyazis, Candida adı verilen maya türündeki mantar hücrelerinin neden olduğu bir enfeksiyondur. Candida normalde ciltte, ağız, boğaz, bağırsak ve vajina gibi vücüttaki herhangi bir bölgede yaşayan bir mantar türüdür. Vajina içindeki koşullar değişirse Candida popülasyonu artabilir bu da enfeksiyona neden olabilir. Hormonlar, ilaçlar veya bağışıklık sistemindeki değişiklikler enfeksiyon olasılığını artırabilir. Bu enfeksiyonun diğer isimleri vajinal kandidiyaz, vulvovajinal kandidiyaz veya kandidal vajinittir. Vajinal Kandidiyazis üreme çağındaki kadınlar arasında yaygın bir vajinal enfeksiyondur. Bu hastalık kadınların %75'inde hayatlarında en az bir kez, kadın popülasyonunun yarısında ise birden fazla kez görülür. Vajinal Kandidiyazis tedavisinde sistemik uygulama sonucu antifungal ilaçların gösterdikleri toksisiteden dolayı sistemik yolla uygulanan ilaçlar yerine topikal antifungal tedavi tercih edilmektedir. Topikal antifungal tedavinin etkili olabilmesi için ilaç taşıyıcı sistemin enfeksiyon bölgesinde uzun süre kalması gerekmektedir. Vajinal mantar enfeksiyonlarında kullanılan piyasada bulunan ticari preparatlar incelendiğinde, bu ticari ürünlerin günde bir veya iki kez uygulanmakta olduğu ve genellikle 3 ile 20 gün arasında tedaviye devam edilmekte olduğu görülmektedir. Ancak mevcut preparatlar ile bu tedavi süreci hastanın her gün günde bir veya daha fazla uygulama yapmasını gerektirdiğinden, bu hasta açısından sorun yaratmakta ve hastanın tedaviyi yarıda bırakması ile sonuçlanabilmektedir. Bunun sonucunda da vajinal enfeksiyonun tekrarlama riski ortaya çıkmaktadır. Bu sorunları ortadan kaldırmak amacıyla bu çalışmada sürekli salım yapan vajinal halkaların geliştirilmesi hedeflenmiştir. Litaratür incelendiğinde seçtiğimiz antifungal etken madde ve kullandığımız yöntemlerle geliştirilmiş herhangi bir vajinal halka çalışmasına rastlanmamıştır. Dolayısıyla, çalışma kapsamında vucutta parçalanmayan polimerler kullanılarak geliştirilen vajinal halkaların vajinal kandidiyazis tedavisinde önemli bir yere sahip olacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda silikon elastomer (DDU-4320) veya Silastosil LR 3050 ve termoplastik poliüretan gibi farklı vücutta parçalanmayan polimerler kullanılarak sırasıyla enjeksiyon kalıplama ve sıcak eriyik ekstrüzyon yöntemleri ile sürekli salım yapan vajinal halkalar geliştirilmiştir. Vajinal halkaların hazırlanmasında etken madde olarak natamisin kullanılmiştir. Hazırlanan bu halkaların karakterizasyonunu amacıyla FTIR, DTK, TGA, SEM, X ışını difraksiyonu analizleri, eriyik viskozite ölçümü, natamisinin UV spektrofotometre ve YBSK ile miktar tayini, in vitro salım özelliklerinin incelenmesi, mekanik dayanıklılık özelliklerin belirlenmesi, halka geometrisinin karekterizasyonu, stabilite, in vitro sitotoksisite ve in vitro antifungal aktivite özelliklerinin incelenmesi ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda geliştirilen sürekli salım yapan vajinal halkaların mevcut ticari preparatların kullanımı ile ilgili sorunları gidereceği, vajinal kandidiyazis tedavisinde ümit vaat eden bir yere sahip olacağı düşünülmektedir.Öğe Tüm vücut andulasyon terapinin yüzeyel kas elektromiyografisi akut yanıtları(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Garip Demir, Hayriye; Özkol, Mehmet ZekiÇalışmanın amacı; andulasyon cihazının tüm vücut terapi akut uygulaması ile elektromiyografik ve vücut ısıl veriler üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Çalışmada analizler SPSS 25 ile yapılmış ve istatistiki anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 kabul edilmiştir. EMG verilerine parametrik olmayan ve ısıl verilere de parametrik analiz teknikleri uygulanmıştır. Çalışmaya İzmir ilinden 18-30 yaş aralığında ve normal kilolu (BKİ 18-24,9 m2) 12 kadın, 6 erkek olmak üzere toplam 18 sağlıklı kişiler katılmıştır. Çalışmamız tek seans olarak gerçekleştirilmiştir. Uygulama; sırasıyla 5 dakika dinlenme, 15 dakika andulasyon ve 5 dakika dinlenme olacak şekilde toplam 25 dakika sürmüştür. Uygulama süresince Deltoid, Biceps Brachii, Pectoralis, Rectus Abdominis, Rectus Femoris ve Tibialis Anterior kaslarına ait yüzeyel EMG (yEMG) verileri devamlı olarak alınmış, ısı verileri ise dakikada bir kaydedilmiştir. Araştırma sonuçları değerlendirildiğinde ise; andulasyon terapinin dinlenme esnasında düşen yEMG verilerini arttırdığı sonucuna varılmıştır. Andulasyon terapi bittikten hemen sonra yEMG verileri düşüş yönünde değişim gerçekleşmiştir. Vücut deri sıcaklıklarının da andulasyon terapi ile azaldığı ve andulasyon terapi sonrasında arttığı gözlemlenmiştir.Öğe Kafein ve nikotin sakızlarının sporcuların denge performansı üzerine etkisi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Çolak, Cansu; Rudarlı, GülbinDenge yetisi sporcularda daha iyi bir performans ve spor yaralanmalarının en aza indirilmesinde önemlidir. Sporcularda kafein ve nikotin kullanımı oldukça yaygındır fakat çalışmalar özellikle yaşlılar ve sağlıklı olmayan bireyler üzerinde dengenin etkilendiğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, kafein ve nikotinin sakız formlarının sporcuların statik ve dinamik denge performansı üzerine etkisini araştırmaktır. Tek kör, plasebo-kontrollü ve çaprazlama dizaynlı laboratuvar ortamında gerçekleştirilen bu çalışmaya sağlıklı kadın (n=9) ve erkek (n=11) 20 sporcu (yaş ort. 20,45) gönüllü olarak katılmıştır. Katılımcılara nikotin ve kafein tüketim sıklığı anketi uygulanmış, vücut kompozisyonu belirlenmiştir. Statik ve dinamik denge performans testi bir denge ölçüm sistemi ile (PROKIN 252, Tecnobody, Bergamo-İtalya) dört farklı koşulda (kafein sakızı, nikotin sakızı, plasebo sakızı ve kontrol), her bir seans günün aynı saatlerinde ve farklı günlerde olacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Bağımlı değişkenleri karşılaştırmak için Tekrarlanan Ölçümlerde (kontrol, kafein sakızı, nikotin sakızı, plasebo için) Varyans Analizi sonucunda statik dengede çift ayak gözler açık durumda COPX (p=0,036) ve PL (p=0,005); gözler kapalı durumda EA (p=0,010) ve PL (p=0,003); sol ayak gözler açık durumda PL (p=0,038); dinamik dengede çift ayak gözle açık durumda COPY (p=0,012); sağ ayak gözler açık durumda PL (p=0,008) ve sol ayak gözler açık durumda COPX (p=0,018) parametresinde farklı seanslar lehine anlamlılık bulunmuştur. Günlük kafein ve nikotin kullanım miktarları ile statik ve dinamik denge performansları arasındaki ilişki düzeyi Pearson Korelasyon testi ile analiz edilmiş, belirgin anlamlı sonuca ulaşılamamıştır. Elde edilen bulgulardaki anlamlı farklılıklar kafein ve nikotin sakızı uygulamasına ait olmadığından statik ve dinamik denge performansı üzerinde kafein ve nikotin sakızlarının anlamlı belirgin etkiler göstermediği görülmektedir. Sonraki çalışmalarda genetik faktörlerin de değerlendirilmesi sonuçların yorumlanmasında yararlı olacaktırÖğe Hemşirelerde iş motivasyonunu yordayanbazı değişkenlerin incelenmesi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Çevik, Merve; Engi̇n, EsraAmaç: Bu araştırmada hemşirelerin iş motivasyonunu yordayan bazı değişkenlerin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma; 01.10.2023-31.12.2023 tarihleri arasına Aydın Adnan Menderes Üniversite Hastanesinde görev yapmakta olan ve araştırmaya gönüllü katılmayı kabul eden hemşireler (n=267) oluşturmaktadır. Araştırma verilerinin toplanmasında anket kullanılarak, tanıtıcı bilgi formu, Hemşire İş Motivasyonu Ölçeği, Belirsizliğe Tahammülsüzlük Kısa Ölçeği (BTÖ-12) ve Empatik Eğilim Ölçeği (EEÖ) kullanılmıştır. Toplanan veriler, SPSS 25.0 programıyla analiz edilmiş, değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metotlar (sayı, yüzde, min-maks değerleri, ortalama ve standart sapma) kullanılmıştır. Kullanılan verilerin normal dağılıma uygunluğu incelenmiştir. Değişkenler arasındaki ilişkiyi test etmek için ise Pearson momentler çarpımı korelasyon katsayısı; bağımsız değişkenin bağımlı değişken üzerindeki etkisi araştırmak için, basit doğrusal regresyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Hemşirelerin iş motivasyon ölçeği toplam puan ortalaması 58.77±8.65, BTÖ-12 toplam puan ortalaması 40.92±9.6 ve EEÖ toplam puan ortalaması 66.39±9.71 bulunmuştur. Hemşirelerin iş motivasyonu puan ortalamalarının yaşa, ünvanına, çalışma şekline, bakılan hasta sayısına, çalışılan birimden memnuniyetine, hemşirelik mesleğinin uygunluğuna, işten ayrılma düşüncesi, işten ayrılma girişimi ve hemşirelikteki verimine göre dağılımına bakıldığında; anlamlı istatistiksel fark bulunmuştur (p<0.05). Hemşire iş motivasyonu ölçeği toplam puanlarıyla, EEÖ toplam puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif yönde korelasyon bulunmuştur (p<0.05). Katılımcıların hemşire iş motivasyon puan ortalamalarını yordayan bağımsız değişkenlerin tanımlanması için oluşturulan regresyon modelinde; unvan, çalışılan birimden memnuniyet, mesleğin uygunluğu, kendi verimleri hakkındaki düşüncesi değişkenleri ve empatik eğilimin hemşire iş motivasyonunu istatistiksel olarak anlamlı yordayıcı olduğu saptanmıştır. (F=14.586, Durbin Watson=1.852, p<0.05). Sonuç: Hemşire iş motivasyonunu yordayan bazı değişkenlerin; ünvan, çalışılan birimden memnuniyet, hemşirelik mesleğin uygunluğu, kendi verimleri hakkındaki düşünceleri ve empatik eğilim olduğu sonucuna varılmıştırÖğe Atık su bazlı epidemiyolojik çalışmalarda yasal ve yasadışı madde analizlerine yönelik optimum koşullarının belirlenmesi(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ovat, Duygu Yeşim; Akgür, Serap AnnetteAvrupa Birliği Madde Ajansı (European Union Drugs Agency, EUDA), madde kullanım eğilimlerine ilişkin geleneksel veri toplama yöntemleri dışında topluma yönelik somut laboratuvar verileri sunabilmesi avantajları nedeni ile Atık Su Bazlı Epidemiyolojisi (Wastewater Based Epidemiology, WBE) çalışmaları yeni ve yenilikçi madde izleme yaklaşımı olarak adlandırarak bu yaklaşımla yapılan çalışmalara ihtiyaç olduğunu duyurmuştur. Bu tez çalışmasının amacı halihazırda mevcut sayısız analitik tekniğe alternatif sunmaktan ziyade, bu alanda yapılan çalışmaların belirsiz ve üzerinde durulmayan, ancak analiz sonucunda önemli fark yaratabilecek olan unsurları tamamlayabilmektir. Çalışmada; öncelikle psikoaktif maddelerden amfetamin, benzoilekgonin, kodein, kokain, kotinin, morfin, nikotin, pregabalin, 3-OH Kotinin, 3,4-Metilendioksiamfetamin (MDA), 3,4-metilenedioksi-N-metilamfetamin (MDMA), 11-nor-Δ9-Tetrahydrocannabinol-9 karboksilik asit, 4-fluoro MDMB-BUTICA, ADB-BUTINACA ve MDMB-4en-PINACA'nın sularda analizine yönelik stabilite faktörlerinden pH ve sıcaklık faktörlerinin seçilen maddelere etkisinin zamana bağlı olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Tez çalışmasının ikinci aşamasında ektraksiyon yönteminde analize etki edebilecek faktörlerden SPE kartuş seçimi, çözücü seçimi ve numunelerin ekstraksiyon öncesi ve sonrası filtrasyonun analiz sonucuna etkisi incelenmiştir. Sonuçlar değerlendirildiğinde; sentetik maddelerin sularda analizinde uygulanan SPE prosedüründe analiz öncesi numunelerin asidifikasyonu, MCX kartuş kullanılması ve uçurulan elüsyonların %100 asetonitril içinde geri çözülerek LC-MS/MS'e enjekte edilmesi maddelerin analiz sonuçlarının olması gereken gerikazanım aralığında elde edilmesinde önemli fark yaratacağı görülmüştür. SPE prosedürü öncesi numunelerin cam microfiber filtreden geçirilmesinin sentetik maddeler için anlamlı bir kayıp yaratmadığı da tespit edilmiştir. Klasik maddelerin analizinde ise metamfetamin ve benzoilekgonin hariç Bond Elute SPE kartuş ile yapılan çalışmalarda geri kazanımlar HLB sorbent içeren denemelere göre %17.24 daha yüksek elde edilmiştir. SPE prosedürü sonrasında analitlerin geri çözülerek LC-MS/MS'e enjekte edilmesinde kullanılan çözücülerin geri kazanımları arttırmada önemli bir fark yaratmadığı görülmüştür. Ancak örneklerin LC-MS/MS analizi öncesinde mikrofiltreden geçirmenin analiz sonuçlarına etki edebilecek düzeyde bir analit kaybı yaratabileceği ve bu nedenle bu belirsizliğin hesaplamalarda dikkat edilmesi gerektiği saptanmıştır. Bu tez çalışması ile atıksularda madde analizlerine azaltıcı ya da arttırıcı yönde etkisi olan koşulların tanımlanması ve analizlerin optimum koşullarda gerçekleştirilmesi için veriler değerlendirilmiştir.Öğe Sunitinib malat'ın Elektro-Fenton Yöntemi ile sulu çözeltilerden giderilmesi işleminin yanıt yüzey yöntemi ile optimizasyonu(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Alçın Tınay, İlayda; Kılınç, Mustafa EmrahSu canlı yaşamı için en gerekli bileşendir. Yaşadığımız gezegenin %70'ini sular oluştururken içilebilir olduğu kısım sadece %3'tür. Hal böyleyken su kirliliği insan ve diğer canlıların yaşamını olumsuz etkilemektedir. Su talebi, hızlı nüfus artışı, kentleşme ve tarım, sanayi ve enerji sektörlerinden gelen artan baskılar nedeniyle yükselmektedir. On yıllar süren yanlış kullanım, kötü yönetim, tatlı su ve yeraltı su kaynaklarının aşırı kullanımı ve kirlenmesi, su sıkıntısını artırmış ve suyla ilgili ekosistemlerin bozulmasına neden olmuştur. Bu durum insan sağlığını, ekonomik faaliyetleri, gıda ve enerji kaynaklarını olumsuz etkilemektedir. Mevcut eğilimi tersine çevirmek için acil eylemler gerekmektedir (Sachs, Kroll, Lafortune, Fuller, & Woelm, 2022). 2022 yılında PNAS dergisinde yayımlanan bir çalışmada, dünya genelinde yaklaşık 471,4 milyon kişinin yaşadığı bölgelerde yapılan analizlerde 61 farklı aktif farmasötik bileşen ve ilaç etkin maddesi tespit edilmiştir. Bu maddeler, genellikle antibiyotikler, ağrı kesiciler ve hormon benzeri bileşikler olup, küresel çapta artan bir tehlikeyi işaret etmektedir (Wilkinson vd., 2022). Kronik toksisite riskini azaltmak için bu maddelerin arıtılması kritik bir öneme sahiptir. Antikanser ilaç etkin maddeleri de potansiyel kirleticiler olarak görülmektedir (Li vd., 2021). Genelde sitotoksik etki gösterdiklerinden canlı yaşamı için kronik risk oluşturmaktadırlar. Sunitinib Malat (SM) sitotoksik etkileri olan antikanser bir ilaç etkin maddesidir. Tez çalışmamız kapsamında SM'nin sulu ortamlardan giderimi için Elektro-Fenton Yöntemini (EFY) kullanıp ve EFY'ye ait gerilim, ortam pH'sı, Fe2+ derişimi, elektrotlar arası mesafe parametrelerinin optimizasyonunu Yanıt Yüzey Yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. SM'nin EFY ile giderimi için optimum koşullar; gerilim 10V, pH 3, Fe2+ derişimi 0,2mM ve elektrotlar arası mesafeyi 2cm olarak saptanmıştır. Optimum koşullarda İzmir'in tüm ilçelerinin şebeke sularının ve hazırladığımız simüle edilmiş yapay vücut sıvılarının 200mL'si için bir adet Sutent 12,5mg kapsülün içindeki katı maddeyi ekleyerek SM'nin EFY ile giderimi çalışılmıştır.Öğe Hız temelli kuvvet antrenmanlarının anaerobik güç ve fizyolojik parametreler üzerine etkilerinin araştırılması(Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Tükenmez, Mesut; Özçaldıran, BahtiyarBu çalışmanın amacı; iki farklı hız temelli kuvvet antrenmanlarının, biyomotor yetiler ( maksimal kuvvet ve anaerobik güç) ve fizyolojik ( aspartat transferaz, amino transferaz, kriatin kinaze, laktik asit, hipoksi ile indüklenmiş faktör 1-alfa ) etkilerinin araştırılmasıydı. Araştırmanın katılımcıları; haftada en az 1 gün kuvvet antrenmanı yapan rekrasyonel bireylerden oluşmaktadır. On dört sağlıklı erkek ( yaş; 16.64 ± 0.63, yıl; 175.14 ± 5.81 cm, kilo; 67.36±11.63 kg gönüllülerden oluşmaktadır. Araştırmamız başlamadan önce , iki gruba ayrılan katılımcılar (VBT %10) ve (VBT %30), sekiz hafta ve haftada iki gün kuvvet antrenmanı olarak; squat, deatlift ve hip trust hareketini gerçekleştirdiler. Katılımcılar antrenman periyodundan önce ve sonra 1 TM, Wingate Anaerobik Güç Testi ve CK, AST, ALT, Laktik Asit ve Hif 1-alfa parametreler için kan örnekleri alındı. Kan örnekleri -30 derecede biyokimya laboratuvarında saklandı. Daha sonra ön test ve son test olarak sekizinci haftanın sonun da karşılaştırıldı. Katılımcıların bir tekrar maksimal kuvvet ve anaerobik güç olarak ön test ile son test bulguları karşılaştırıldığında istatistik olarak performans gelişimi vardır ve %10'luk grup ile %30'luk grup karşılaştırıldığında gruplar arasında istatiktik olarak anlamlı fark vardır (p<0,05). Fizyolojik değerler bakımından karşılaştırıldığında; Kreatin Kinaz (CK) değerlerin de ön test ve son test bulugularında istatistik olarak anlamlı fark yoktur (p>0,05). Kreatin Kinaz (CK) gruplar arası istatistik olarak anlamlı değerler bulunmamıştır (p>0,05). Aspartat Transferaz (AST) grup içi değerlerin de ön test ve son test bulugularında istatistik olarak anlamlı fark yoktur (p>0,05). Aspartat Transferaz (AST) gruplar arası istatistik olarak anlamlı değerler bulunmamıştır (p>0,05). Amino Transferaz (ALT) değerlerin de grup içi ön test ve son test bulugularında istatistik olarak anlamlı fark yoktur (p>0,05). Amino Transferaz (ALT) gruplar arası istatistik olarak anlamlı değerler bulunmamıştır (p>0,05). Laktik asit değerleri grup içi ve gruplar arası ön test ve son test olarak değerlendirildiğinde istatistik olarak anlamdı değerler bulunmamıştır (p>0,05). Hipoksi ile indüklenmiş faktör 1 alfa (HIF 1-alfa) grup içi değerleri ön test ve son test olarak karşılaştırıldığından istatistik olarak anlamdı değerler bulunmamıştır (p>0,05). HIF 1-alfa değerleri gruplar arası ön test ve son test olarak karşılaştırıldığından istatistik olarak anlamdı değerler bulunmamıştır (p>0,05). Sonuç olarak araştırmamızda iki farklı hız kaybı ile gerçekleştirilen (%10 ve %30) hız temelli kuvvet antrenmanlarından, %10'luk grubun kuvvet gelişimi açısından %30'luk gruba göre daha fazla gelişim gösterdiği araştırmamızın sonucunda ortaya çıkmıştır ve hipotezimizi destekler niteliktedir. Kas hasarını incelemek için araştırılan enzimler (ast, alt, ck) arasında bir fark olmadığı araştırmamızda ortaya çıkmıştır. Bu sonuçlar da kas hasarı arasında anlamlı bir değer olmadığından dolayı, daha az tekrar yapan %10'luk grubun daha verimli antrenman gerçekleştirdiğinin bir göstergesidir. Hif 1-alfa seviyeleri açısından hız temelli kuvvet antrenmanı (VBT) yüzdeleri grupları arasında anlamlı farklar bulunmamıştır ve zaman içinde Hif 1-alfa seviyelerinde belirgin bir değişiklik gözlenmemiştir.