Yazar "Yeniel, Ahmet Özgür" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 11 / 11
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adenomyozis uteri sıklığı, ilişkili risk faktörleri ve hastalığın semptomları ile histopatolojisi arasındaki ilişkinin araştırılması(Ege Üniversitesi, 2004) Yeniel, Ahmet Özgür; Çırpan, Y. TeksinÖZET AMAÇ:Kliniğimizde çeşitli nedenlerle histerektomi uygulanmış hastalarda adenomyozis sıklığını, adenomyozisli olgularda epidemiyolojik özellikleri, adenomyozisin yatkınlık oluşturduğu düşünülen klinik ve patolojik durumları, adenomyozisin neden olduğu düşünülen belirti ve bulguları değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM:Kliniğimizde Ekim 2003 ve Nisan 2004 tarihleri arasında adneksler dahil yada hariç olarak abdominal, vaginal yada laparoskopik olarak histerektomi uygulanmış 298 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Histerektomi sonucu elde edillen uteruslar ağırlıkları tespit edilerek Ege Üniversitesi patoloji Ana Bilim Dalında değerlendirilmiştir. Adenomyozis saptanan olgular çalışma grubu ve geri kalan olgular kontrol grubu olarak epidemiyolojik, klinik ve patolojik özellikler bakımından karşılaştırıldı. Ayrıca adenomyozis tanısı konan olgularda infîltrasyon derinliği ve hastalığın yaygınlığı belirlenerek, etkileri incelendi. BULGULAR:Adenomyozis sildiğinin, %36,2 oranında olduğu bulundu. Çalışmaya dahil edilen olgular arasında çalışma ve kontrol grupları arasında yaş bakımından ististiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Adenomyozisli hastalarda kontrol grubuna göre gonadotropik hormon etkilerine maruziyet süresi ile ilişkili olarak üreme dönemi süresi istatiksel olarak anlamlı fazla bulundu (p<0,05). Çalışma grubu olgularında sekonder dismenore ve disparoni istatistiksel olarak anlamlı biçimde daha yüksek sıklıkta izlendi (p<0,05). Çalışma grubu olgularında menstruel düzensizlik istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte daha sık izlendi buna paralel olarak anemi ve operasyon öncesi kan transfüzyon ihtiyacı da yine çalışma grubunda yer alan olgularda daha sık izlendi (p<0,05). Sigara içiminin, uterusa yapılmış tıbbi girişim öyküsünün adenomyozisli olgularda istatistiksel olarak daha fazla olduğunu bulduk (p<0,05). Nullipar olgular istatistiksel olarak anlamlı şekilde çalışma grubunda kontrol grubuna göre daha yüksek oranda bulundu (p<0,05). Her iki grupta da en sık eşlik eden jinekopatoloji myoma uteri olarak bulundu, bu bakımdan, iki grup arasındaistatistiksel anlamlı fark bulunmadı. Adenomyozili olgular arasında hastalığın yaygınlığı ve infiltrasyon derinliğinin istatistiksel olarak anlamlı şekilde ilişkili oldukları saptandı (p<0,05). Bu iki parametrenin sekonder dismenore (p<0,05), disparoni, menoraji-metroraji (p<0,05) gibi klinik semptomlarla, geçirilmiş sezeryan, gebelik tahliyesi gibi uterin girişimlerle ilişkili olduğu bulundu. SONUÇ:Adenomyozis nadir görülen bir patoloji değildir. Uterus myometriumunda endometrial bez ve stromal yapılardan oluşan adenomyotik odakların yaygınlığı ve bulundukları infiltrasyon derinliği hastalığın şiddetini belirliyor görünmektedir. Yaygın ve derin tutulumlu olgularda menstruel siklus bozuklukları, dismenore, pelvik ağrı, anemi gibi semptomlar ve myoma uteri, endometrial hiperplazi gibi patolojik durumlar daha sık görülmektedir. Tam ve tedavide histerektomi dışı alternatif yöntemlerinin geliştirilmekte olması ve oluşturduğu klinik ve patolojik etkiler, özellikle infertilite ve erken gebelik kayıpları ile ilişkisi nedeni ile gelecekte daha yoğun araştırılan bir konu olacak gibi görünmektedirÖğe Comparison of the efficacy of seprafilm, interceed, adept, preclude membrane and spraygel in a rat model(2012) Sanhal, C. Y.; Çırpan, Teksin; Ergenoğlu, Ahmet Mete; Yeniel, Ahmet Özgür; Akdemır, Ali…Öğe Doğumun pelvik tabana etkisinin perineal ve endoanal ultrasonografi ile değerlendirilmesi(Ege Üniversitesi, 2017) Ergenoğlu, Ahmet Mete; Yeniel, Ahmet ÖzgürAmaç: Çalışmamızın amacı endoanal ultrasonografi ve perineal ultrasonografi kullanarak doğumun pelvik taban üzerine olan yapısal etkisini incelemektir. Yöntem: Daha önce doğum yapmamış 100 normal doğum yapan hasta ve 100 sezaryen ile doğum hastanın volüm ölçümleri doğum öncesi ve sonrası değerleriyle karşılaştırılmıştır. Levator hiatus üzerine etkisi olabilecek vücut kitle indeksi, doğum şekli, normal doğum sırasında epidural anestezinin etkisi, travay evrelerinin süresi, oksitosin ile provakasyon, bebek doğum ağırlığı gibi parametrelerin normal doğumda ve sezaryen doğumda levator hiatusu üzerindeki etkisi değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme sırasında çalışmaya katılmayı kabul eden hastaların perineal ve endoanal 3D ultrasonografi ile pelvik taban volüm ölçümlerinin alınmış ve gebelik sırasında inkontinans ve prolapsus prevelansını belirlemek için valide inkontinans ve prolapsus anketleri uygulanması yapılmıştır. Çalışmaya dahil olan hastaların aynı zamanda valide anketler (valide inkontinans, prolapsus anketleri ve seksüel fonksiyon kalitesi anketleri ile), fizik muayene ve ultrasonografi ile takipleri yapılarak elde edilen bulguların klinik korelasyonu sağlanmıştır. Bulgular: Hastalarımızda, her iki grup demografik özellikler açısından karşılaştırılmış ve istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır. Normal doğum yapan hastalarımızda hiatusta avulsiyon veya balonlaşma hasar oranı %4 olarak bulunmuştur. Sezaryen ile doğumu gerçekleştirilen hastalarımızda ise hiatusta avulsiyon veya balonlaşma hasar oranı %3 olarak tespit edilmiştir. Oranlar istatistiksel olarak karşılaştırıldığında normal doğum ve sezaryen doğum yapan hastalarda hiatusta avulsiyon veya balonlaşma hasarı anlamlı farklılık göstermemektedir. Sonuç: Normal doğum ve sezaryen doğum yapan hastalarda hiatusta avulsiyon veya balonlaşma hasarı anlamlı farklılık göstermemektedir. Sonuçlar yorumlanacak olursa; sezaryen veya normal doğumun pelvik taban hasarı açısından değerlendirildiğinde bir farkının olmadığı gösterilmiştir. Asıl pelvik taban hasarı yaratan gebeliğin kendisi olabilir. Bunun gösterilmesi için ise daha geniş serilere ihtiyaç duyulduğu aşikardır.;Birth, anal incontinence, obstetric anal sphincter damage.;Doğum, anal inkontinans, obstetrik anal sfinkfer hasarlanması.Öğe Dorsal approach technique for the visualization of the aortic arch(2020) Ökmen, Fırat; Ekici, Huseyin; Imamoglu, Metehan; Arı, Sabahattin Anıl; Garakhanova, Sabina; Ergenoğlu, Ahmet Mete; Yeniel, Ahmet ÖzgürAim: In this study, we aimed define a new technique to visualize the aortic arch in order to diagnose aortic arch anomalies with a dorsal approach when fetal spine is in anterior position within the uterus. Materials and Methods: 115 patients who were referred to the prenatal screening unit between gestational weeks 20-40 were admitted to the study. 110 patients with normal cardiac findings and 5 fetuses with postnatally confirmed diagnosis of coarctation of aorta were evaluated with the new technique. Results: Aortic arch of 115 fetuses were successfully visualized with the technique defined in detail. Conclusion: The dorsal approach for the visualization of the aortic arch seems as a durable and a convenient technique for the fetal cardiac evaluation, especially in terms of better diagnostic capability for aortic arch pathologies under circumstances where the ventral approach is not feasible.Öğe Maternal Obezitenin Gebelik, Doğum ve Yenidoğana Etkisi(2021) Yeniel, Ahmet Özgür; Saygılı, Füsun; Soğukpınar, Neriman; Çelik, GülbiyeAmaç: Bu araştırma, gebenin fazla kilolu ya da obez olmasının gebelik, doğum ve yenidoğan üzerinde etkilerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntemler: Prospektif gözlemsel tipte yapılan araştırmanın örneklemine, Ekim 2013 ve Ocak 2014 tarihleri arasında gebeliğinin ilk 12 haftasında ve kronik hastalığı olmayan gebeler dâhil edilmiştir. Gebelerin beden kitle indeksi (BKİ) hesaplanarak, normal kilolu BKİ ?27 (49) ve obez BKİ ?27 (31) olarak gruplara ayrılmıştır. Gruplar; travay süresi, doğum haftası, doğum şekli, epidural ve indüksiyon uygulama, yenidoğan boy/kg, maternal fetal neonatal sorunlar açısından karşılaştırılmıştır. Veriler sosyodemografik, doğurganlık anket formu, gebelik ve doğum izlem ile gebe izlem formu ile toplanmıştır. Verilerin analizinde, yüzdelik dağılımlar, sayı ortalamaları, ki-kare testi ve Mann-Whitney U testi kullanılmıştır. Veriler, Statistical Package For The Social Sciences 16.00 (SPSS) programı ile analiz edilmiştir. Bulgular: Gebelerin sosyodemografik ve obstetrik verilerinin karşılaştırmasında, gruplar arasında anlamlı fark tespit edilmemiş ve grupların bu özellikler açısından homojen olduğu görülmüştür. Gebelikte aldıkları kilo bakımından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadığı, obez gebelerin daha az kilo almış olduğu görülmüştür. Obez ve obez olmayan gebelerde gestasyonel diyabet, hipertansiyon, yenidoğan riskleri açısından da anlamlı fark bulunamamıştır. Preterm doğum yüzdesi normal grupta %12,2, obez grupta %25,8 saptanmış ancak istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Gruplar, yapılan karşılaştırmada travay süresi, epidural anestezi ve indüksiyon uygulama açısından istatistiksel olarak farklı bulunmamıştır. Doğum şekli açısından istatistiksel olarak fark bulunmamasına rağmen sezaryen oranı obez grupta daha fazladır. Yenidoğanların ağırlık ve boy ortalamaları açısından anlamlı fark bulunmamış olup, obez grupta yenidoğanların vücut ağırlığının ortalama olarak 700 g daha fazla olduğu görülmüştür. Sonuç: Normal BKİ ve obez gebeler arasında gebelik süreci, doğum eylemi, doğum şekli, yenidoğan etkileri bakımından fark bulunmamıştır. Obez gebeler, gebelik süresince diğer grup gebelere göre daha az kilo almışlardır. Bu çalışmadan elde edilen bulgular; gebelikte obezitenin, gebelik sürecinde alınması gerekli ideal kilo sınırları içerisinde olduğu sürece gebelik komplikasyonlarında ve fetal/neonatal morbidite üzerinde olumsuz bir etkisi bulunmadığını göstermiştir.Öğe Osteoprotective effect of hormone therapy on bone microarchitecture before impaired bone mineral density in ovariectomized rats(2012) Terzi, Hasan; Çırpan, Teksin; Terzi, Rabia; Yeniel, Ahmet Özgür; Aktuğ, Hüseyin; Bilgin, Onur…Öğe Postmenopozal kadınlarda vajinal CO2 lazer uygulamasının ürojinekolojik yakınmalar üzerine etkisi(Ege Üniversitesi, 2021) Yeniel, Ahmet Özgür; Ergenoğlu, Mete; Kandemir, Ali; Şahin, Çağdaş; Hortu, İsmet; Özçeltik, Gökay; Arı, Sabahattin AnılMenopoz ve diğer hipoöstrojenik durumlar, vajina ve alt idrar yolunda kuruluk, inflamasyon ve atrofi ile sonuçlanır. Postmenopozal dönemdeki kadınların %40'ından fazlasında; vulvovajinal yanma, cinsel aktivite sırasında ağrı, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları ve dizüri gibi semptomlar görülür. 2014 yılından bu yana, östrojen eksikliği ile ilişkili bu belirti ve semptomları kapsayan terim genitoüriner menopoz sendromudur (GSM). Vajinal doğum travması, kadınlarda stres üriner inkontinansın (SUI) önde gelen nedenidir. Ayrıca menopoz sonrası yaşlanma ve hormonal yoksunluk süreci bağ dokuların metabolizmasını değiştirir, kollajen üretimini azaltır ve pelvik taban disfonksiyonuna neden olur. Kadınlarda üriner inkontinansın (UI) birinci basamak tedavisi olarak invaziv olmayan tedavi önerilmektedir. Cerrahi prosedürler tedavide daha küratiftir ancak daha fazla advers durum ile ilişkilidir. CO2 lazer, yüz kırışıklıklarını azaltmak, dövme izlerini kaldırmak ve sayısız cilt rahatsızlıklarını tedavi etmek için yıllardır kullanılmaktadır. 30 yıldan fazla süredir kondiloma, alt genital yolun intraepitelyal neoplazisi ve endometriozis dahil jinekolojik durumların tedavisi için kullanılmaktadır. Son on yılda, stres üriner inkontinans (SUI) ve genitoüriner menopoz sendromunun (GSM) lazer tedavisi, literatürde umut verici bir tedavi yöntemi olarak gösterilmiştir. Yaptığımız çalışmanın amacı, SUI ve GSM' nin tedavisinde ayaktan ve non invaziv bir tedavi yöntemi seçeneği olarak vajinal CO2 lazer tedavisini ortaya koymaktır. Çalışmamıza dahil edilen hastaların vajinal CO2 lazer uygulaması öncesi ve sonrası yakınmaları, ürojinekolojik yaşam kalitesi sorgulama anketleri ile değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuç, literatür derlemeleri ile benzer doğrultuda olmuştur. Lazer tedavisinin postmenopozal kadınlarda yan etkisi olmayan, etkin, ağrısız bir ayaktan tedavi prosedürü olduğunu doğrulamak için uzun süreli takip gerektiren çalışmalara ihtiyaç vardır.;Genitoüriner menopoz sendromu, üriner inkontinans, stres üriner inkontinans, fraksiyonel CO2 lazer.Öğe Reproductive outcomes after hysteroscopic septoplasty and comparison of different surgical techniques: A retrospective cohort study(2018) Şimşek, Deniz; Güven, Çağrı; Şahin, Çağdaş; Akdemir, Ali; Ergenoğlu, Ahmet Mete; Yeniel, Ahmet Özgür; Şendağ, Fatih…Öğe Rudimenter horn gebeliğinin erken tanısı ve rudimenter hornun laparoskopik eksizyonu: Olgu sunumu(2012) Ergenoğlu, Ahmet Mete; Yeniel, Ahmet Özgür; Yıldırım, Nuri; Sağol, Sermet; İtil, İsmail MeteRudimenter horn, müllerian kanal anomalilerinden biri olup rudimenter hornda gebelik sıklığı 1/76000 ile 1/150,000 arasında bildirilmiştir. Tanısı genellikle rüptüre olan gebelikten sonra konulabilmektedir. Vaka sunumumuzda 31 yaşında, öyküsünde sezeryan ile sağlıklı doğumu olan olgunun, rudimenter horn gebeliğinin sekizinci gebelik haftasında ultrasonografi ile erken tanısının konulması ve bu rudimenter horn gebeliğinin laparoskopik olarak eksizyonu bildirilmiştir.Öğe Single insizyon laparoskopik cerrahi tekniği ile histerektomide inflamatuar cevap ve doku travması(Ege Üniversitesi, 2017) Yeniel, Ahmet Özgür; Akdemir, Ali; Ergenoğlu, Ahmet Mete; Taşkıran, DilekAmaç: İnflamatuar cevap ve doku travma biyokimyasal markerlarını kullanarak SİLS-H, VH ve TLH yöntemlerinin karşılaştırılması. Yöntem: EÜTF kadın hastalıkları ve doğum kliniğine başvuran hastalardan histerektomi endikasyonu alan 90 hasta çalışmaya yazılı onamları alındıktan sonra dahil edildi. SİLS-H, VH ve TLH (minilaparoskopi enstrümanları ile) operasyonu uygulaması için randomize edildi. Hastalardan operasyondan hemen önce, operasyondan 1 saat sonra ve operasyondan 24 saat sonra C-Reaktif Protein (CRP) bakılması için kan örnekleri alındı. Alınan kanlar uygun koşullarda çalışılabilmesi sağlanarak EÜTF Fizyoloji AD nakledildi ve testlerin yapılacağı güne kadar -80 °C de saklandı. Her örnek marker açısından 2 kez çalışılacak ve kan örnekleri çalışması sırasında örnekleri çalışan kişi kör olarak çalıştığı örneğin hangi cerrahi yönteme ait olduğunu bilmeden çalışacaktı. Elde edilen sonuçlar SPSS 20.0 Software programı ile çalışıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan 90 hasta SİLS-H, VH ve TLH grupları olarak 3 gruba randomize olarak ayrıldı. Her üç grup yaş, beden kitle indeksi, doğum sayısı, inflamatuar marker farklılıkları yaratabilecek hastalıklar açısından karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılık saptanmamıştır. SİLS-H ve TLH(m) grupları arasında hem 1. saat hem de 24. saat CRP düzeyleri anlamlı farklılık göstermemiştir. 24. Saat CRP düzeyleri VH grubunda SİLS-H ve TLH(m) gruplarına oranla anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Ayrıca operasyon süreleri VH grubunda SİLS-H ve TLH(m) gruplarına oranla anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Ek olarak SİLS-H ve TLH(m) grupları operasyon süreli açısından karşılaştırıldıklarında SİLS-H grubunun, TLH(m) grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük operasyon süresine sahip olduğu görülmektedir. Sonuç: VH, SİLS-H ve TLH (m)'ye göre hem operasyon zamanı hem de immün yanıtın uyarılması açısından daha avantajlıdır. SİLS-H ve TLH(m) karşılaştırıldığında ise immün yanıt açısından fark olmasa da operasyon sürelerine bakıldığında SİLS-H daha avantajlıdır. Çalışmamıza alınan olgu sayıları eksik olduğundan daha kapsamlı araştırmaların yapılması ve TLH (m)'de operasyon süresini uzatan etmenlerin araştırılması bundan sonraki araştırmaların konusu olabilir.;Minimal invasive surgery, laparoscopy, minilaparoscopy, hysterectomy.;Minimal invaziv cerrahi, laparoskopi, minilaparoskopi, histerektomi.Öğe TERSİYER BİR MERKEZİN 5 YILLIK VERİLERİNİN RETROSPEKTİF ANALİZİ: PLASENTAL İNVAZYON DERECESİ OPERATİF TEKNİKLERİ ETKİLİYOR MU?(2023) Yeniel, Ahmet Özgür; Suner, Aslı; Akdemir, Ali; Arı, Sabahattin Anıl; Ökmen, Fırat; Şahin, Çağdaş; Ergenoğlu, Ahmet MeteAmaç: Çalışmanın amacı plasenta invazyon derecesi ile tedavide kullanılan cerrahi yöntemlerin ilişkisinin incelenmesiydi. Yöntem: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde 2017-2022 yılları arasında sezaryen yapılan ve histopatolojik inceleme sonrası plasenta akreata spektrumu (PAS) tanısı alan olgular çalışmaya dahil edildi. Olguların yaşı, gebelik sayısı, daha önce geçirdikleri sezaryen sayısı, uygulanan cerrahi yöntem, eritrosit transfüzyon ihtiyaçları ve histopatolojik inceleme sonuçları elektronik ve basılı hasta dosyalarından elde edilerek olgu formuna kaydedildi. Vakaların yönetiminde kullanılan operatif teknikler, sezaryen+bilateral uterin arter ligasyonu, sezaryen+segmental rezeksiyon, sezaryen+bilateral uterin arter ligasyonu+segmental rezeksiyon+bilateral internal iliak arter ön dal ligasyonu ve son olarak sezaryen+histerektomi şeklinde belirlendi. Bulgular: Dahil edilme kriterlerini karşılayan 109 olgu retrospektif çalışmaya alındı. Olguların medyan yaşı 33 (IQR:7), geçirilmiş sezaryen sayısı ise 2 (IQR:1) olarak bulundu. Yapılan analizlerde sezaryen sayısı ile invazyon derecesi arasında pozitif korelasyon saptandı. (p<.001). 52 (%48.6) olguda organ koruyucu cerrahi, 55 (%51.4) olguda ise sezaryen histerektomi operasyonu uygulandı. Histopatolojik incelemeler sonucunda 45 (%42.2) olguda PAS grade 1, 40 (%37.3) olguda PAS grade 2 ve 22 (%20.5) olguda PAS grade 3 saptandı. Uygulanan operatif yöntemler ile histopatolojik sonuçlar arasında bir korelasyon gösterilemedi (p=.394). Yine aynı şekilde cerrahi yöntemler ile daha önceden geçirilmiş sezaryen sayısı arasında bir korelasyon saptanmadı (p=.652). Olgular için gerekli olan eritrosit transfüzyon sayıları ile plasental invazyon derecesi arasında bir korelasyon gösterilmedi (p=.151). Sonuç: Plasental invazyon derecesi daha önce geçirilmiş sezaryen sayısı ile orantılı şekilde artmaktadır. Operasyon tipi ve eritrosit transfüzyon sayıları ile invazyon derecesi arasında ilişki yoktur.