Arşiv logosu
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • Sistem İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Öztürk, Günseli" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 8 / 8
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Erken evre mikozis fungoidesli hastalarda foto(kemo)terapi öncesi ve sonrası histopatolojik ve immünohistokimyasal bulguların klinik iyileşme ile korelasyonu
    (Ege Üniversitesi, 2016) Ertam, İlgen; Öztürk, Günseli
    Mikozis fungoides, PUVA, dar bant UVB, fototerapi, histopatolojik bulgular.;Mycosis fungoides, PUVA, narrowband UVB, phototherapy.;PUVA (Psoralen plus UVA) ve dar bant UVB erken evre (IA, IB, IIA) mikozis fungoides (MF) tedavisinde yaygın kullanılan birinci basamak tedavilerdir. Bu çalışmanın amacı erken evre mikozis fungoidesli hastalarda foto(kemo)terapi öncesi ve sonrası histopatolojik ve immünohistokimyasal bulguların klinik iyileşme ile korelasyonunu değerlendirmekti. Çalışmaya alınan, klinik ve histolojik olarak doğrulanan MF'li 41 hastadan 29'u (13 erkek, 16 kadın, 9-69 yaşları arasında) değerlendirmeye alındı. On beş hastaya total dar bant UVB, 10 hastaya total PUVA, 4 hastaya lokal fototerapi başlandı. Klinik ve histopatolojik yanıtlar, kümülatif dozlar, total tedavi sayısı, yan etkileri ve remisyon süreleri kaydedildi. Çoğu klasik tip MF olan hastaların 7'si evre IA, 21'i evre IB ve l'i ise evre II A idi. Total dar bant UVB tedavisi alan hastaların 13'ünde (%86.66) klinik olarak tam yanıt, 1 'inde kısmi yanıt (%6.66) alınırken 1 'inde (%6.66) yanıt alınamadı. Total PUVA tedavisi alan hastaların 8'inde(% 80) tam yanıt, 1 'inde kısmi yanıt (%10) alınırken 1 'inde (%10) ise yanıt yoktu. Lokal fototerapiye alınan hastaların tamamında (4/4) tam yanıt elde edildi. Kısmi yanıt veren ya da yanıtsız hastaların tümü evre 1B klasik MF idi. Bu hastalardan 2'si total PUVA diğer ikisi ise kabin dar bant UVB almaktaydı. İdame tedavisi sırasında kontrol biyopsisi alınıp histopatolojik olarak değerlendirilen 29 hastadan 2'sinde (%6,9) histolojik olarak kısmi yanıt bulguları gözlenirken iki hastada (%6,9) histolojik iyileşme gözlenmedi. Bu hastalar klinik olarak kısmi yanıt alınan ya da yanıt vermeyen hastalardı. Bu çalışmada PUVA ve dar band UVB'nın erken evre MF'te etkili ve güvenli tedavi seçenekleri olduğu; bu tedavi yöntemleri ile elde edilen klinik iyileşmenin histolojik düzelme ile korelesyon gösterdiği ve tedavinin etkinliğini belirlemede kontrol biyopsilerinin önemli olduğu sonucuna varılmıştır.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Mikozis fungoides hastalarında PD-1 belirtecinin tanısal algoritmadaki rolü
    (Ege Üniversitesi, 2021) Öztürk, Günseli; Maraklı, Onur; Yaman, Banu; Ceylan, Can; Sağduyu, İlgen Ertam; Acar, Ayda; Akalın, Taner
    Mikozis fungoides (MF) en sık görülen kutanöz T hücreli lenfomadır. Klinik olarak hastalığın evresine göre yama, plak ve tümoral lezyonlarla seyretmektedir. Erken evre MF, dermatit, psoriasis vulgaris ve liken planus gibi inflamatuvar dermatozlar ile parapsoriasis grubu hastalıkları taklit edebilir. Programmed Death-1 (PD-1) immünglobulin süperailesinden transmembran bir glikoprotein olup PDL-1 ve PDL-2 ligandlarına bağlanıp CD28-CD80 yolağını baskılayarak T hücre reseptör sinyal iletimini azaltır. Bu çalışmada PD-1'in MF tanısında ve MF'in inflamatuvar dermatozlardan ayırımında potansiyel bir belirteç olarak değerlendirilmesi ve MF hastalarında anlamlı pozitiflik saptanırsa PD-1 pozitifliği ile klinik ve TNMB evreleri, histolojik alt tip ilişkilerinin sorgulanması amaçlanmıştır. Birinci grupta klinik ve histopatolojik olarak mikozis fungoides tanısı almış 44; ikinci grupta psoriasis vulgaris, dermatit ve liken planus gibi inflamatuvar dermatoz tanısı almış 30 ve üçüncü grupta (ara grup) parapsoriasis, pitriyazis likenoides gibi klonal dermatit grubundan 21 ve klinik değerlendirmede ayırıcı tanıda MF düşünülen ancak histopatolojik olarak yeterli MF bulgusu saptanmayan 9 MF şüpheli hasta olmak üzere toplam 30 hasta yer almıştır. Bu hastalara ait biyopsi preparatlarında anti-PD-1 monoklonal antikoruyla immünhistokimyasal inceleme yapılmıştır. MF grubunda hem pozitiflik oranı hem de boyanan hücre yüzdesine göre boyanma derecesi inflamatuvar grup ve ara gruba göre istatistiki olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Ayrıca klinik ve TNMB evrelemelerine göre MF hastalarında ileri evrelerde, erken evrelere göre ve transforme MF grubunda non-transforme MF grubuna göre PD-1 pozitifliği daha yüksek düzeyde saptanmıştır.;PD-1; mikozis fungoides; inflamatuvar dermatoz.;PD-1; mycosis fungoides; inflammatory dermatoses.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Mikozis fungoideste miR-155 ve miR-34-a ekspresyon düzeyi
    (Ege Üniversitesi, 2019) Öztürk, Günseli; Güler, Nevin; Çoğulu, Muhsin Özgür; Yaman, Banu; Acar, Ayda; Ertam, İlgen; Türk, Bengü Gerçeker; Karaca, Emin
    Amaç: Mikozis fungoides (MF), epidermotropik CD4+ T hücrelerinin monoklonal çoğalmasıyla karakterize, kutanöz T hücreli lenfomaların en sık görülen alt tipidir. MF'nin klasik tipi klinik olarak yama, plak ve tümör olmak üzere üç farklı evrede seyreder. Hastalığın yama evresinde histopatolojik bulgular belirleyici olmayabilir ve sıklıkla inflamatuvar dermatozlar ile karışabilir. Erken evrede tanı için tekrarlayan biyopsiler almak gerekebilir. Lezyonların başlangıcından itibaren kesin tanı konulana kadar ortalama 4-6 yıllık bir zaman geçmektedir. MF'nin etyopatogenezi halen net olarak bilinmemekle birlikte genetik, çevresel, enfeksiyöz ve immünolojik faktörlerin rol oynadığı kabul edilmektedir. Genetik çalışmalarda tümör baskılayıcı ve apopitozisi düzenleyici genlerde genetik ve epigenetik değişiklikler saptanmıştır. Literatürde kutanöz lenfomalarda epigenetik düzenleyicilerden biri olan MiRNA'ların rolü ile ilgili yapılmış az sayıda çalışma yer almaktadır. MiR-155 ve miR-34a'nın MF'deki onkogenik rolünü destekleyen birkaç çalışma olmasına rağmen henüz güçlü verilere ulaşılamamıştır. Çalışmanın amacı; MF hastalarında ve kontrol grubunda deri biyopsi materyallerinde miR-155 ve miR-34a ekspresyonlarını analiz ederek MF hastaları ile kontrol grubunu ve ayrıca MF'nin farklı evrelerinde miRNA ekspresyon seviyelerini karşılaştırmak, hastalığın patogenezinin aydınlatılmasına katkı sağlamak ve MF'nin tanı ve tedavisinde bu mikroRNA'ların potansiyel biyobelirteç olarak kullanılabilmesi için gerekli verileri elde edebilmektir. Gereç ve yöntemler: Çalışmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Deri ve Zührevi Hastalıkları polikliniğine Ocak 2004 - Aralık 2018 tarihleri arasında başvuran yaşları 19-95 arasında değişen olgular dahil edilmiştir. Hasta grubu olarak klinik ve histopatolojik MF tanısı almış 40 hasta, kontrol grubu olarak MF dışı deri tümörü nedeniyle geniş reeksizyon yapılmış ve reeksizyon materyalinde tümör saptanmayan 40 olgu seçilmiştir. Çalışmada hasta ve kontrol grubunun arşivlenen eski biyopsi materyalleri kullanılmıştır. Hasta ve kontrol grubunun cinsiyet ve yaşı ile hasta grubunun hastalık süresi, lezyonların klinik tipi, histopatolojik bulgular ve mortalite değerlendirmeye alınmıştır. Örneklerden parafin uzaklaştırılarak total RNA izolasyonu, komplementer DNA (cDNA) sentezi yapılmış, Real-Time Kantitatif Revers Transkriptaz Polimeraz Zincir Reaksiyonu (RT-QPCR) ile miR-155 ve miR-34a ekspresyonları saptanmıştır. Elde edilen sonuçların istatistiksel analizi ?/?Ct metodu ile gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Hasta grubunda kontrol grubuna göre miR-155 ekspresyonunda artış saptanmıştır. Klinik lezyonlara ve histopatolojik bulgulara göre ayrı ayrı gruplandırıldığında en büyük artışın plak lezyonları olan klinik grupta, histopatolojik olarak da plak evre MF hastalarında olduğu görülmüştür. Tümöral lezyonları olan klinik grup ve histopatolojik olarak tümör evre MF hastalarında ise miR-34a ekspresyonunda azalma olduğu saptanmıştır. Hastalık süresi uzadıkça miR-155 ekspresyonunda artış olduğu izlenmiştir. Hastalık süresi arttıkça plak lezyonları olan grupta miR-155; yama lezyonları olan grupta ise miR-34a kat değişimleri arasında anlamlı bir artış (p<0, 00001, p<0, 0001); tümöral lezyonları olan grupta da miR-34a kat değişimleri arasında anlamlı bir azalma saptanmıştır (p<0, 001). Sonuç: MiR-155'in ve miR-34a'nın yama evreden plak evreye geçişte etkili bir rolü olduğu ve bulgularımızın önceki çalışmaların sonuçlarından farklı olmasının nedeninin popülasyonlar arası genetik farklılıklar ile genler arasındaki etkileşimlere bağlı olabileceği düşünülmüştür. Hastalık süresinin uzaması ile mikroRNA ekspresyonlarında artış saptanması, lezyonlardaki klonal T hücre yoğunluğunun artışına bağlanmıştır. Hastalık süresine göre klinik gruplardaki mikroRNA ekspresyonlarının anlamlı düzeyde değişime uğraması, miR hedefli tedavilerin uygulanacağı hastaların seçiminde yol gösterici olabilir. Hastalık süresi ile mikroRNA ekspresyon değişimi arasındaki ilişkinin tam olarak değerlendirilebilmesi yapabilmek için daha ileri çalışmalara gereksinim duyulmaktadır.;Kutanöz T hücreli lenfoma; mikozis fungoides; mikroRNA; PCR.;Cutaneous T-cell lymphoma; mycosis fungoides; microRNA; PCR.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Nedeni belli olmayan enflamatuvar hastalıklarda langerhans hücrelerinin dağılımı ve morfolojisi
    (Ege Üniversitesi, 1997) Öztürk, Günseli
    Bu çalışmada, nedeni belli olmayan enflamatuvar hastalıklardan psoriasis ve liken planusta derinin keratinositleri ve ağız mukozası epitel hücreleriyle onların arasında yer alan ve açık renk sitoplazmalı hücreler olarak tanımlanan "lenfosit, Merkel hücreleri, melanosit ve Langerhans hücreleri"nin morfolojileri ve özellikle Langerhans hücrelerinin diğer hücrelerle ilişkileri elektron mikroskobu ile çalışılmıştır. Lenfositler, dar sitoplazmalı az organelli hücrelerdir. Merkel hücreleri karakteristik elektronca yoğun granüller içerir. Merkel hücreleri ve keratinositler arasında fibrilli simetrik desmosomlar (adhering desmosomes) şekillenir. Melonositler, melanosomların varlığıyla tanınır. Dikkatler özellikle Langerhans hücreleri üzerine yoğunlaştırılmıştır. Elektron mikroskobu gözlemleriyle elde edilen sonuçlar şu şekilde özetlenebilir: Ağız mukozası ve derinin kontrol örneklerinde, Langerhans hücrelerinin nukleusları iri, oval ve bazen parçalı şekilde bulunur. Dalgalı nukleus kılıfının iç zarını destekleyen fibrilli tabaka (internal dense lamella) karakteristik şekilde elektronca yoğun geniş bir tabaka oluşturur. Granüllü endoplazmik retikulum zarları dar, uzun, yer yer genişleyen kanallar şeklinde düzenlenir. Serbest endoplasmik retikuluma bağlı ribozomlar gruplar halinde boldur. Hücrelerde çok sayıda Golgi sahaları bulunur. Karakteristik Langerhans hücre granülleri, sitoplazmanın her yerine dağılmıştır. Parakristalin yapıları özellikle Golgi alanlarında yer alır. Hücreler epitel hücreleri arasına sokulan çok sayıda lateral uzantıya sahiptir. Uzantıları ve diğer yüzey değişiklikleri ile oluşan diğer yapıları sitoiskelet elemanları destekler. Hücreler arasında birkaç tip zar farklılaşması gözlendi. Çok sayıda fibrilli desmosomlar hem ağız mukozası hem de deride epitelyum hücreleri uzantıları arasında karakteristik olarak oluşur. Ek olarak desmosomların görüldüğü yerlerde hücreler arası sahayı daraltan çok sayıda gap junction geniş ölçüde dağılmıştır. Langerhans hücresi ve keratinosit plazma zarları birbirlerine çok yakınlaşır ve glikokaliks yüzey örtüleri bu temas yerlerinde birbirine karışır. Oral mukozada komşu Langerhans hücreleri arasında doğrudan sitoplazmik köprü gözlenmiştir. Liken planus örneklerinde keratinosit ve diğer hücrelerin hücre zarlarının morfolojik bütünlüğünün bozulmuştur. Bu durumla bağlantılı olarak sitoplazmik kayıpların gözlenmesi en belirgin değişikliklerdir. Deri örnekleriyle karşılaştırıldığında ağız mukozasındaki değişiklikler daha çarpıcıdır. Hücrelerin periferinde hücre gövdesinden ayrılan çok sayıda küçük sitoplazma kitleleri bulunur. Gap junction'ları ile birlikte çok sayıda fibrilli desmosomlar bu küçük sitoplazma kitlelerinin plazma zarları arasında gözlenmiştir. Keratinositlerde tonofilament demetleri azalmıştır, boyları kısadır. Bazı hücrelerde değişik irilikte vakuoller görülür. Deride bazı keratinositlerde sitosol içinde geniş gruplar halinde virus benzeri partiküller bulunmuştur. Her iki çalışılan bölgede de Langerhans hücrelerinin sitoplazmaları genişlemiştir. Granüller daha dar ve küçüktür. Lateral uzantılarda bulunan granüllerin sayısı artmıştır. Hem deri hem ağız mukozası örneklerinde mikroabselere benzer yapılar şekillenmiştir. Bu yapı içinde lenfosit ve Langerhans hücreleri bir arada tutulur. Hücrelerin plazma zarları uzun bir mesafede yakın temas yerlerinde yüzleşir. Lenfosit ve Langerhans hücre zarları arasında yakın değme yerleri şekillenmiştir. Bunlara ilave olarak, Langerhans hücresi-lenfosit, Langerhans hücresi-keratinosit ve lenfosit-keratinosit arasında doğrudan sitoplazmik devamlılığın gözlenmesi çok ilginçtir. Derinin psoriasis örneklerinde en göze çarpan değişiklik; tüm hücreler arasında çok geniş hücreler arası boşlukların ortaya çıkmasıdır. Bazal tabaka hücreleri dermise doğru çok sayıda parmak şeklinde uzantılar (Basal Keratinosit Herniations) oluşturur. Çok katlı bir yapı ile bazal tabakada kalınlaşma artar. Hücre organellerinin morfolojisi ve granül yoğunluğuna bakarak iki tip Langerhans hücresi ayırt edilmiştir. Birinci tip Langerhans hücrelerinde, endoplazmik retikulum zarları çok genişlemiş vakuoller şeklinde görülür. Bu vakuollerin içleri ince granüllü bir materyalle doludur. Langerhans hücre granüllerinin sayısı azdır. İkinci tip Langerhans hücresinde, endoplazmik retikulum zarları dar kanallar şeklindedir. Golgi sahaları karakteristik şekilde çok gelişmiştir. Değişik morfoloji ve irilikte çok sayıda çubuk şeklinde granüller ve parakristalin yapıları bulunur. Bu hücrelerde, Golgi paralel zarları ve sakkulusları içinde parakristalin organizasyonun gözlenmesi, LH granüllerinin Golgi sahasında şekillendikleri görüşünü destekler. Geniş hücreler arası boşluklara karşın, Langerhans hücresi ve keratinosit zarları arasında glikokalikslerin karıştığı değme noktaları bulunur.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Retrospective evaluation of clinical features in hospitalized herpes zoster patients
    (2022) Karaarslan, Işıl; Sağduyu, İlgen Ertam; Ünal, İdil; Yoldaş, Ayşe Hande; Acar, Ayda; Ceylan, Can; Öztürk, Günseli
    Aim: Herpes zoster is a dermatomal vesicular eruption caused by the reactivation of varicella-zoster virus (VZV) that remains latent in the dorsal root ganglia. Due to the impairment of cellular immune capacity with aging, it is commonly seen in advanced age. Approximately 3-10% of the cases need to be hospitalized. We aimed to determine the frequency of dissemination and the demographic and clinical characteristics in hospitalized herpes zoster patients in a dermatology clinic of a tertiary hospital. Materials and Methods: The records of 19 herpes zoster patients hospitalized in our clinic between June 2019 and November 2020 were retrospectively reviewed. Patients' age, gender, dermatome involved, presence of dissemination, concomitant diseases, and development of post-herpetic neuralgia were noted. Results: Disseminated herpes zoster was seen in 36.8% (no:7) of the patients. Of patients 63.2% (no:12) had ophthalmic herpes zoster. The relationship between dissemination and age, gender, presence of immunosuppression and development of post-herpetic neuralgia was not statistically significant. While no death was observed in the non-disseminated group, one patient died in the disseminated herpes zoster group. Conclusion: In this study, the mean age of the patients, the accompanying immunosuppressive state, and the rate of post-herpetic neuralgia were found to be higher in the disseminated herpes zoster group than the non-disseminated group. But it was not significant. Studies on disseminated herpes zoster which have a higher mortality are limited due to the low frequency of the disease. Studies involving larger numbers of patients are needed in order to report the clinical features and mortality rates more clearly in these patients.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Skatrisyel alopesi olgularında pilosebase folikül kök hüçrelerinin durumu ve T lenfosit infiltrasyonu alt tiplerinin değerlendirilmesi
    (Ege Üniversitesi, 2016) Öztürk, Günseli
    Cicatricial alopecia, stem cell, inflamation;Sikatisyel alopesi, kök hücre, inflamasyon;Sikatrisyel alopesiler etiyolojisi ve patogenezi henüz net aydınlatılamamış kronik, inflamatuvar bir hastalık grubudur. Kıl folikülü primer sikatrisyel alopesilerde (PSA) otoagresif immunitenin primer hedefi olarak bilinmektedir. Kıl folikülü kök hücrelerinin (KFKH) geri dönüşümsüz harabiyetinin genellikle inflamatuvar mekanizmalar sonucunda gerçekleştiği düşünülmektedir. Patogenezde birçok mekanizma suçlanmıştır. Bunlardan en çok göze çarpanı inflamasyon ve kök hücre harabiyetidir. Çalışmamızda PSA'larda pilosebase foliküldeki kök hücrelerin varlığı, hastalık ilişkili inflamatuvar infiltratın tipinin belirlenmesi, varsa aralarındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. 2007-2015 yılları arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları ve Patoloji Anabilim Dalı'nda tanı alan 26 liken pilanopilaris (LPP), 15 diskoid lupus eritematozus (DLE), 7 (Brocq'un psödopeladı) BP olmak üzere toplam 48 PSA olgusu ve 9 normal saçlı deri örneği kontrol grubu olarak çalışmaya alındı. Hastalar dermatolojik ve histopatolojik olarak değerlendirildi. Dermatolojik muayenede olguların alopesik alanları, lokalizasyonu, skar varlığı, PSA alt tipi tanısına yönelik atrofi, eritem, skuam, püstül, perifoliküler hiperkeratoz, perifoliküler papüllerin varlığı değerlendirildi. Patolojik değerlendirmede ise tüm hastaların hematoksilen&eozin (H&E) boyali preparatları fibrozis, inflamasyon, folikültropizm açısından incelenirken ayrıca her olguya sitokeratin-15 (CK-15), CD34, nestin, CD4 ve CD8 immun boyama yapılarak immunhistokimyasal (İHK) olarak da değerlendirildi. PSA'larda klinik olarak gözlenen ana bulgu skatris, alopesik odaklar iken, LPP'de perifoliküler likenoid papüller ve hiperkeratoz; DLE'de eritem, skuam, atrofi; BP'de ise değişik paternlerde gözlenen atrofik yamalar izlendi. PSA'larda histopatolojik olarak gözlenen ana bulgu sebase atrofi, perifoliküler yangısal infiltrasyon ve kıl folikülü harabiyeti idi. Dermoepidermal hasar bulgularından bazal membran kalınlaşması DLE'li olgularda, foliküler dilatasyon ve multinükleer dev hücre varlığı da LPP'li olgularda daha sık gözlendi. Perifoliküler inflamasyon DLE tanılı olgularda, LPP ve BP tanılı gruplara göre belirgin olarak daha yoğun izlendi. Perifoliküler yerleşimli infiltrasyon PSA alt tiplerinde en yoğundan en hafife sırasıyla DLE, LPP, BP şeklinde sıralandı. Kök hücre belirteçleri olan CK-15, CD34 ve nestin pozitif hücreler folikülün farklı bölgelerinde gözlendi. Hastaların %89,6'sında CK-15 kaybı izlendi, CK-15 tam kaybı gözlenen hastalarda belirgin inflamasyon ve minimal fibrozis izlendi. CK-15'in DLE'de diğer PSA alt tipleri ve kontrol gruba göre hem epidermal hem foliküler bölgede kayıp olması anlamlı bulundu. Sikatrisyel alopesilerin patogenezi ve kök hücre kaybı ile ilişkisi karmaşık bir süreçtir. Kök hücre harabiyetinin belirgin olduğu olgularda inflamatuvar infiltratın yoğun olması bu düşünceyi desteklemektedir. Yine de bu hastalık grubunun patofizyolojisinin daha net anlaşılabilmesi, patogenezde kök hücrelerin rolünü tanımlanabilmesi ve tedavide yeni, etkili terapötik ajanların geliştirilebilmesi için daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Vitiligoda süperoksit dismutaz 1 ve 2 gen polimorfizmlerinin değerlendirilmesi
    (Ege Üniversitesi, 2012) Öztürk, Günseli
    Bu çalışmada yaş ve cinsiyet dağılımları benzer, 101 vitiligo hastası ve 99 kişiden oluşan sağlıklı kontrol grubunda SOD1 ve 2 enzimlerinin polimorfizmi değerlendirilmiştir. · SOD1 35 A/C polimorfizmi için genotip dağılımı açısından karşılaştırıldığında hasta ve kontrol grubu arasında farklılık saptanmamıştır (p=0,277). Gruplar, SOD1 35 A/C polimorfizmi allel dağılımı açısından karşılaştırıldığında da istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p= 0,214). A alleli hastalarda % 97,52, kontrollerde % 98,98, C alleli ise hastalarda % 2,47, kontrollerde % 1,02 olarak saptanmıştır. SOD1 enziminin antioksidan etkisinin zayıf olması, bu enzimin, hasta ve kontrol grubundaki genotip ve allel frekansının benzer olmasını açıklıyor olabilir. · Hasta grubundaki SOD2 Ala-9Val (C/T) TT genotip sıklığı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p=0,047, OR=2,075, % 95 Cl=1,008-4,272). Gruplar allel dağılımı açısından karşılaştırıldığında ise istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p= 0,46). T alleli, hastalarda % 76,2, kontrollerde % 62,67, C alleli ise hastalarda % 23,8, kontrollerde % 37,4 olarak saptanmıştır. TT genotipinin varlığı, SOD2 geninin ekspresyonu azaltarak, enzimin mitokondriye taşınmasında sorun yaratmaktadır. Bu durum, vitiligo hastalarındaki azalmış antioksidan aktivitenin nedeni olabilir. Vitiligonun etyolojisi ve tedavisi konusundaki bilinmezliklere yanıt bulabilmek amacıyla çok sayıda çalışma yapılmaktadır. Bu çalışmalarla yeni biyolojik yolakların da tanımlanması mümkün olacaktır. Oksidatif stres ve hastalık ilişkisi çok sayıda uzmanlık alanını ilgilendiren bir çalışma konusudur. Vitiligo da dermatolojide oksidatif stresin en çok tartışıldığı hastalıklardandır. Özyıkım hipotezi ile öne sürülen; oksidatif stres sonucunda melanositlerde toksik bileşiklerin birikimi ve antioksidan mekanizmaların inhibisyonu nedeniyle vitiligolu deride melanosit yıkımı oluştuğunu destekleyen çok sayıda çalışma mevcuttur. Bu çalışmada, antioksidan enzimlerden biri olan SOD'ın 2 izoformunun polimorfizmi araştırılmıştır. Günümüze kadar ulaşılabilen ulusal ve uluslararası literatürlerde bu konuda yapılmış çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada, Türk toplumundaki vitiligolu hastalarda SOD 1 ve 2 polimorfizmi değerlendirilmiştir. İleride, farklı etnik toplumlarda, daha geniş katılımlı çalışmalarda elde edilecek verilerin, bu çalışmanın verileriyle kıyaslanması, konu üzerindeki tartışmaları zenginleştirecektir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Zona zosterli hastalarda protein elektroforezi
    (Ege Üniversitesi, 1985) Öztürk, Günseli
    -41- ö Z E T Bu çalışmada, zona zosterli 42 hasta ile 42 vaka'lık kont rol grubunun protein elektroforezleri değerlendirilmiştir. Dyspro- teinemi araştırılarak, literatür bulguları ile karşılaştırılmıştır. Zona zosterli hastalarda saptanan dysproteinemi,a

| Ege Üniversitesi | Kütüphane | Açık Erişim Politikası | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Ege Üniversitesi Rektörlüğü Gençlik Caddesi No : 12 35040 Bornova - İZMİR, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim