Yazar "Özgiray, Erkin" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 9 / 9
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Anevrizma cerrahisinde üç boyutlu yazıcı ile preoperatif modelleme ve simülasyon(Ege Üniversitesi, 2020) Özgiray, Erkin; Çınar, Celal; Bolat, Elif; Biçeroğlu, Hüseyin; Hüsemoğlu, R. Buğra; Kızmazoğlu, CerenTeknolojik gelişmelerle beraber sadece cerrahi yöntemler ve enstrümanlarda değil tanı ve tedavi yöntemlerinde de gelişmeler olmaktadır. Günümüzün popüler yeniliklerinden olan 3 boyutlu (3B) yazıcılar hayatın her alanında olduğu gibi tıp alanında da her geçen gün daha fazla kullanılmaktadır. Bu projede anevrizma cerrahisinde yeni bir yöntem ile 3D modelleme kullanımının etkinliğinin saptanması amaçlanmaktadır. Proje sonuçlarıyla son dönemde sağlık sektöründe kullanıma giren 3B Yazıcı cihazının nöroşirurjikal pratiklere adapte edilmesi ile işleme uygun modifikasyonlar yapılması mümkün olabilecektir. Çalışmamızda üniversite hastanemize subaraknoid kanama (SAK) ile başvuran ve tetiklerinde anevrizma saptanan hastalarda 3 boyutlu bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans anjio (MRA) ile bilgisayar destekli modellemeler oluşturulmuştur. Ardından 3B yazıcılarda üretilerek anevrizma vakalarına yönelik modeller üretilmiş ve simülasyon gerçekleştirilmiştir. Bu prospektif çalışmada, günümüzde yeni ve gelişmekte olan bir teknik olarak 3 boyutlu modelleme ve 3 boyutlu yazıcı yardımıyla yapılan preoperatif planlanmanın, yapılmayan hastalara göre cerrahi süre, sonuç açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Cerrahi planlar sonucunda, anevrizma cerrahisi uygulanan hastalarda cerrahi gereksinimleri tanımlanmış ve cerrahların tedaviye karar verme süreleri ve yöntemleri incelenerek, elimizdeki hasta veri tabanı üzerinden yapılan benzer operasyonlar irdelenmiştir. Çalışmamızda 3 boyutlu yazıcı yardımı ile hastanın birebir intrakraniyal damar modellemeleri üretilerek preoperatif hazırlık yapılmış ve literatürde ilk kez prospektif karşılaştırma yapılmıştır. Çalışmamız ile son dönemde sağlık sektöründe kullanıma giren 3D printer cihazının nöroşirurjikal pratiklere adapte edilmesi ile işleme uygun modifikasyonlar yapılması, gelecekte tümörün cerrahi öncesi damarlanması, spinal cerrahide kişiye özel klavuzlar üretilerek cerrahi süre ve sonuçların daha iyi olması sağlanabilir. Bu proje, Ege Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından TGA-2019-20642 proje numarası ile desteklenmiştir.;3B anevrizma modeli, anevrizma, sanal cerrahi planlama.;3D aneurysm model, aneurysm, virtual surgical planning.Öğe A Case of Plurihormonal Pituitary GiantMacroadenoma(2021) Saygılı, Füsun; Özgiray, Erkin; Ertan, Yeşim; Özışık, Hatice; Eraslan, Cenk; Yürekli, Banu SarerWe would like to draw the attention of the readers to Pit-1positive giant macroadenomas in this work. A 62-year-old male patient was admitted to the hospital due to his vision loss and blurred vision in the left eye. His pituitary magne-tic resonance imaging revealed the presence of a diffuse and homogeneous mass lesion originating from the pitui-tary gland having grade 4 invasion into the bilateral caver-nous sinus and eroding the base of the sella. He consulted our department before his operation in 2016. Laboratory examination revealed that pituitary hormone levels were within normal ranges while the testosterone level [total tes-tosterone 0.27 ng/mL (2.8-8)] was low. Pathological fin-dings revealed a pituitary adenoma that displayed focal immunoreactivity to thyrotrophin, growth hormone, and prolactin. While the main prevalence and the basic mecha-nism of plurihormonal pituitary adenomas are not clear, one of the hypotheses is based on the role of divergent trans-cription factors such as Pit-1. According to this condition, we should perform a complete biochemical and histologic evaluation in patients with pituitary adenomasÖğe Diffusion tensor imaging in brain tumors: The role of fractional anisotropy values(2019) Akyılmaz, Dinçer Aydın; Çallı, Cem; Özgiray, Erkin; Ertan, Yeşim; Kamer, Serra; Kitiş, ÖmerAim: To evaluate the role of Fractional anisotropy (FA) values obtained from diffusion tensor magnetic resonance imaging (DTI) in the differentiation and grading of brain tumors. Materials and Methods: This study examined the conventional and diffusion tensor MR imaging findings of twenty-seven patients diagnosed with brain tumors between 2008 and 2010. Patients were divided into four groups based on tumor types; meningiomas, low-grade gliomas, high-grade gliomas, and metastases. Fractional anisotropy (FA) values were then obtained from the solid components and (if present) peritumoral vasogenic edema of the tumors for each patient by using the region of interest (ROI) method. Finally, the patient groups were analyzed in terms of any statistically significant differences. Results: The FA values obtained from the solid portions and peritumoral edema of meningiomas were found to be higher than those of all other groups (p<0.015). Moreover, the FA values of high-grade gliomas were found to be higher than those of low-grade gliomas (p=0.042). Finally, no statistically significant difference was observed between high-grade gliomas and metastases in terms of the FA values of solid components and peritumoral edema. Conclusion: The determination of FA values among DTI results can be a useful method for differentiating brain tumors such as meningioma, low-grade glioma, high-grade glioma, and metastasis, as the treatment protocols and prognoses of each may differ. Moreover, FA values may contribute preoperatively to the differentiation of brain tumors in multimodal brain tumor imaging. It would be useful to use diffusion tensor imaging in conjunction with conventional MRI in the imaging of brain tumors.Öğe Ege Üniversitesi Hastanesi merkezi sinir sistemi tümörlerinin epidemiyolojik ve genel sağ kalım özellikleri(2019) Özgiray, Erkin; Çalışkan, K. Emre; Çağlı, M. Sedat; Yurtseven, Taşkın; Ertan, Yeşim; Akalın, Taner; Haydaroğlu, AyferAmaç: Bu çalışmanın amacı, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi veri tabanında bulunan, merkezi sinir sistemi (MSS) tümörü tanısı ile tedavi edilen 5877 adet olgunun epidemiyolojik ve genel sağ kalım özelliklerini istatistiksel açıdan değerlendirmek ve literatür ile karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: 1992 ile 2017 yılları arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tanı alan 5877 adet MSS kanseri olgusu, Ege Üniversitesi Kanserle Savaş, Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (EÜKAM) özel eğitimli ve sertifikalı kanser kayıt elemanları tarafından kayıt altına alınan veriler, Ki-kare testi ve doğrusal modelleme yöntemi kullanılarak analiz edilmiş, p<0,05 değeri anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: EÜKAM verilerine göre 1992 ile 2017 yılları arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tanı olan toplam kanser olgu sayısı 117139 olarak bulunmuş olup MSS tümörleri, 5877 adet olgu ile tüm kanser olgularının %5’ini oluşturmuştur. %66,7 oranında en sık beyin tümörleri izlenmiştir. MSS tümörleri en sık 50-59 yaş aralığında izlenmiştir. Beyin tümörlerinin en sık frontal lob lokalizasyonunda yerleştiği görülmüştür. Beyin tümörleri arasında diffüz astrositik ve oligodendroglial tümörler (%63) en sık izlenen grup olmuştur. Beyin tümörlerinin toplam sayısında da tüm MSS tümörleriyle benzer şekilde, 1992-2017 yılları arasında doğrusal bir artış izlenmiştir. Beş yıllık sağ kalım oranı, %86,3 oranı ile meninks tümörlerinde en fazla olduğu bulunmuştur. Sağ kalım oranlarının, 70 yaş ve üzeri grupta en düşük oranda olduğu, glioblastomların, erkeklerde (%60,4) daha sık görüldüğü izlenmiştir. Glioblastomlarda ortalama sağ kalım süresi, erkeklerde 11,6 ay, kadınlarda ise 13,3 ay olduğu bulunmuştur. Sonuç: Genel olarak EÜKAM verileri ve literatür bilgileri örtüşmektedir ve MSS tümörlerinin insidansında artış olduğu; CBTRUS, GLOBOCAN ve Türkiye Kanser İstatistiği verilerinde de izlenmektedir.Öğe Ege Üniversitesi Hastanesinde glioblastomaların epidemiyolojik ve sağ kalım özellikleri(2019) Öztürk, Meltem; Kamer, Serra; Ertan, Yeşim; Özgiray, Erkin; Yurtseven, Taşkın; Şanlı, Ulus; Haydaroğlu, AyferAmaç: Ege Üniversitesi Hastanesi (EÜH) veri tabanındaki 1327 Glioblastoma (GBM) olgusunun epidemiyolojik ve genel sağ kalım (GSK) özelliklerini istatistiksel açıdan değerlendirmektir. Gereç Yöntem: EÜ Kanserle Savaş Uygulama ve Araştırma Merkezi (EÜKAM) tarafından 1992-2017 arasında kanser veri tabanında toplanan 117139 kanser verisi içindeki 1327 GBM olgusu değerlendirilmiştir. Bulgular: 1327 GBM hastası analiz edilmiştir. Tanı anı ortalama yaş 55,6 yıl bulunmuştur. Erkek/kadın oranı 1,52:1’dir. En sık tutulumun temporal lobta (%36,3) olduğu saptanmıştır. Tedavisi raporlanan 881 hastanın analizinde; olguların %30,2’sine yalnızca operasyon, %65,6’sına kombine tedaviler uygulanmıştır. Otuz beş hastada (%4,0) yalnızca radyoterapi (RT) uygulanırken 558 hastada (%63,3) kombine tedavide RT eklenmiştir. Tüm GBM hastalarının ortalama sağ kalım süresi 12,15 aydır. Bir, iki, üç ve beş yıllık GSK oranları sırasıyla %50,4, %22,02, %11 ve %5’tir. Ortalama sağ kalım erkeklerde 11,6 ay, kadınlarda 13,3 ay olarak saptanmıştır. Cinsiyet ile sağ kalım süresi arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır. Yaş gruplarına göre sağ kalım analizinde ileri yaş gruplarında sağ kalımın anlamlı olarak azaldığı saptanmıştır (p<0,001). Cerrahi, RT ve kemoterapi (KT) uygulanan hastaların bir ve beş yıllık GSK oranının diğer tedavi şekillerine göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,001). Ortalama sağ kalım RT alan grupta 14,0 ay, almayanlarda ise 9,4 ay olarak bulunmuştur (p<0,001). Sonuçlar: Çalışmamızda tanı yaşı, eşzamanlı ve adjuvan KT (Temozolomid) tedavisi sağ kalımı etkileyen prognostik faktörler olarak bulunmuştur. Cinsiyet ve tümör lokalizasyonu ile sağ kalım arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Günümüzde maksimum cerrahi rezeksiyon ve ardından adjuvan kemoradyoterapi, GBM yönetiminin temel standardı olup, ortalama 12 aylık GSK sağlamaktadır.Öğe IDH mutant tip glioma'da, Temozolomid'in Chk1/2'nin inhibitörü AZD7762 ve BER yolağı komponenti APE1 inhibitörü ile kombinasyonunun anti-kanser etkilerinin incelenmesi ve bu iki kombinasyon ile hedeflemenin diğer tamir yolaklarını düzenleyen genlerin ekspresyonu üzerine etkilerinin değerlendirilmesi(Ege Üniversitesi, 2021) Özgiray, Erkin; Ay, Neslihan Pınar Özateş; Söğütlü, Fatma; Kuşoğlu, AlicanRadyasyon ve DNA alkilleyici ajan olan Temozolomid (TMZ) gibi çoklu tedavi modülitelerine rağmen, malign glioma sağkalımı %6, 8 olarak kalmıştır. Gliomaların (II ve III. evre) % 90' ını tek bir mutant izositrat dehidrojenaz 1 (IDH1) aleli içermektedir. IDH1 mutasyonunun neden olduğu transformasyon, TMZ direnci ya da TMZ etkinliğinin azalması ile ilişkilendirilmektedir. Bununla birlikte, IDH1 mutant tümörlerinin TMZ' ye duyarlılaştırılması için henüz klinikte kullanılan bir yol mevcut değildir. Bu çalışmada, TMZ etkinliğini arttırmak amacıyla IDH1 mutant tümörlerinde TMZ ile birlikte APE1 ile BER yolağını ve AZD7762 ile Chk1/2'yi hedefleyerek hücrede olan DNA tamir yolaklarını modüle eden gen ekspresyonlarını, hücre ölümü ve hücre döngüsünde olan değişikliklerinin incelenmesi amaçlanmıştır. İnhibitörlerin TMZ ile kombine olarak etkinliği, IDH mutant U87-mg hücrelerinde WST-1 solüsyonu kullanılarak izobologram analizi ile, inhibitörlerin neden olduğu hasar sonrasında oluşan DNA çift zincir kırıkları "Alexa Fluor 488 Mouse anti-H2AX" kiti ile, AP bölgelerinin oluşum durumu "DNA damage AP sites Assay Kit" ile, iki farklı kombinasyonun DNA tamir yolaklarını regüle eden genler üzerindeki etkisi "RT² Profiler™ PCR Array Human DNA Damage Signaling Pathway" plakası ile, hücre döngüsü üzerine olan etkisini "Cycletest™ Plus DNA Reagent" ile değerlendirilmiştir. IDH mutant U87-mg hücrelerinde TMZ ve AZD7762 kombinasyonu 24, 48 ve 72. saatlerde sinerjik etki göstermiş ve TMZ sırasıyla 3, 37, 6, 31, 10, 26 doz azaltma indeksi (DRI) sergilemiştir. Bu ikili kombinasyon 24, 48 ve 72. saatlerde sırasıyla 1, 14 kat, 2, 56 kat, 3, 78 kat apoptoza neden olmuştur. Hücre döngüsü üzerindeki etkisi değerlendirildiğinde kombinasyon grubunun tedavi edilmeyen kontrol grubuna kıyasla G2/M arrestinin, 24. saatte 1, 29 kat, 48.saatte 2, 83 kat arttığı, 72. saatte ise 1, 73 kat artarak polyploidinin 5, 67 kat arttığı gözlemlenmiştir. G2/M arresti sonrasında çift zincir kırığı oluşumu değerlendirildiğinde H2AX fosforilasyonunun tedavi edilmeyen kombinasyona kıyasla 24. saatte 16, 66 kat, 48. saatte 14, 7 kat, 72. saatte 9, 3 kat arttığı saptanmıştır. ATM/Chk1 ve ATM/Chk2 downstream bölgesinde yer alan hasar yanıtı proteinlerinin ekspresyonlarının azaldığı, apoptozu regüle eden genlerin ise overeksprese olduğu belirlenmiştir. IDH mutant U87-mg hücrelerinde TMZ ve APE1 inhibitörü kombinasyonu, 24. saatte additif, 48. ve 72. saatlerde sinerjistik etki göstermiştir. APE1 inhibitörü, TMZ üzerindeki DRI, 24, 48 VE 72. saatlerde sırasıyla 1, 55, 1, 79, 6, 23 olarak belirlenmiştir. APE1 inhibitörü TMZ ile kombine edildiğinde 24. saatte apoptozun 3, 35 kat, 48. saatte 3, 18 kat, 72. saatte ise 2, 05 kat olduğu belirlenmiştir. Ardından kombinasyonun hücre döngüsünde olan etkisine bakıldığında 24. saatte 1, 11 kat G2/M arresti, 48. saatte 3, 98 kat S fazı ve 1, 49 kat G2/M arresti, 72. saatte ise 2, 21 kat G2/M ve 4, 32 kat polyploidy belirlenmiştir. G2/M arresti sonucunda çift zincir kırığı oluşumu analiz edildiğinde 24. saatte 2, 33 kat H2AX fosforilasyonunun arttığı, 48 ve 72. saatlerde anlamlı bir değişikliğin olmadığı saptanmıştır. Ayrıca 24. saatte AP bölgesinin birikiminde kontrol grubuna göre 1, 77 kat artış gözlemlenirken, 72. saatte 1, 58 kat artış saptanmıştır. Tüm bu sonuçlar doğrultusunda, Chk1/2 inhibitörü olan AZD7762, TMZ'nin etkinliğini artırarak, direnç gelişimi ile ilişkili genlerin ekspresyonunu azaltması ve hücreyi mitotik kaosa sürükleyerek apoptozu indüklemesi, tedavide kullanılabilecek büyük bir terapötik potansiyele sahip olduğunu göstermekte ve devamında aktivitesinin değerlendirilmesi için in vivo deneylere ihtiyaç duymaktadır. TMZ ve APE1 inhibitör III'ün kombinasyonda ilk 24 saatte çarpıcı bir antikanser etkinlik gözlemlenmiş ve bu ikili kombinasyonun ilk 24 saatteki güçlü etkisi hastaların TMZ'e maruziyet süresini azaltabilme konusunda ümit vadetmektedir. Bu çalışmanın devamı olarak ileriki çalışmalarda bulduğumuz veriler ile daha spesifik hedefler üzerine yoğunlaşmayı ve in vivo çalışmalar için zemin oluşturmayı ve literatüre katkı sağlamayı planlamaktayız.;Glioma, IDH mutant glioma, DNA tamiri, BER yolağı, DSB yolağı.;Glioma, IDH mutant glioma, DNA repair, BER pathway, DSB pathway.Öğe Management of Calvarial Tumors: A Retrospective Analysis and Literature Review(2016) Özgiray, Erkin; Perumal, Karthikeyan; Çınar, Celal; Calıskan, Kadir Emre; Ertan, Yeşim; Yurtseven, Taşkın; Övül, İzzetAIM: Tumors of various organs that metastasize to bone do not neglect calvarium as a target. the aim of this study was to characterize the calvarial tumors. MATERIAL and METhODS: We retrospectively reviewed 45 consecutive patients operated for calvarial masses from January 2002 till May 2012 at our hospital. Skull base tumors and patients <=18 years were excluded. RESULTS: Three groups of lesions were found - calvarial metastases (15/45), primary tumors (5/45) and tumor-like lesions (25/45). Malignant lesions were equitable by gender distribution, higher age of onset (median age of primary =55; secondary = 60 years) and benign lesions by younger age (median = 35) and female bias (18/25). Calvarial metastases mostly presented with local swelling (10/15), local pain (6/15) and rarely neurologic deficit. There was associated dural sinus thrombosis (4/20 of malignant; 1/25 of benign lesions) and osteolysis (3/5 primary malignant, 13/15 secondary and 18/25 of benign lesions). Complete surgical excision was possible with minimal morbidity in all except one patient and nil mortality. CONCLUSION: Nearly half (20/45) of the calvarial lesions tend to be malignant with most of them presenting as silent painless masses. Surgical excision should be considered only after suitable investigation and appropriate neurosurgical set-up.Öğe Sellar bölgeye transsfenoidal endonasal endoskopik yaklaşım: Kadavra çalışması(Ege Üniversitesi, 2005) Özgiray, Erkin; Erşahin, YusufÖZET Sellar bölge patolojileri yaşa göre dağılımlarında değişiklikler gösterse de primer santral sinir sistemi tümörleri içerisinde yaklaşık %20 ile sık sayılabilecek bir oranda karşımıza gelmektedir. Modern nöroşirurjinin temellerinin atılmaya başlandığı 20. yüzyılın başlarından itibaren bu bölge patolojileri cerrahların yoğun ilgi gösterdikleri alanlardan birisi olmuştur. Görülme sıklığının yüksek olması yanında patolojilerin çoklukla benign olması ve başarılı cerrahinin yüz güldürücü sonuçlar vermesi bu ilginin nedenleri arasındadır. Sık görülen bu patolojilerin cerrahi tedavisi amacıyla yeni tekniklerin ve yaklaşımların denenmesine hemen yüzyılın başlarında başlanmış ancak özellikle hipofız adenomlarının tedavisinde transsfenoidal yaklaşım genel kabul görüp yaygınlaşması 1970'lere dek mümkün olmamıştır. 1960'dan itibaren Avrupa'da Fransız Nöroşirurjiyen Guiot ve ardından kuzey Amerika'da Hardy 40 yıla yakın bir süre boyunca kenarda bekletilen yöntemi yeniden uygulamaya koymuşlar ve yöntemin öncüleri haline gelmişlerdir. Bu yıllarda operasyon mikroskobunun da devreye girmesiyle yöntem giderek yaygınlaşmış ve özellikle hipofızer mikroadenomlann tedavisinde giderek altın standard yaklaşım olarak kabul görmüştür. Endoskobun da, keşfedilip unutulduğu dönemler gösterse de transsfenoidal yaklaşımla benzer bir yolculuktan geçtiğinden bahsedilebilinir. ilk endoskop transsfenoidal cerrahinin 1907'de ilk kez Schloffer tarafından uygulanmasından neredeyse 100 yıl önce 1806'da Alman hekim Philip Bozzini tarafından geliştirilmiş ve 1900'lerin başlarında genel cerrahlar tarafından kullanılıyor olmasına rağmen 1960'lara dek yaygmlaşamamıştır. Ancak bu tarihte İngiltere'de Prof. Harold H. Hopkins'in devrim niteliğindeki katkılarıyla modern haline kavuşmuş ve aydınlatma ve görüntülemedeki giderek hızlanan gelişmelerle nihayet 1990'lı yıllardan itibaren tıbbın her alanında yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. 23Bu iki tekniğin buluşması ise 1994'den itibaren ABD'nde Dr. Jho ve Avrupa'da da Cappabianca ve ekibinin öncü ve üstün çalışmaları sayesinde olmuştur. Bu iki grubun önderliğinde endoskopi transsfenoidal cerrahide yeni bir yöntem olarak dikkatleri üzerinde toplamış ve tartışılır olmuştur. 10 yıl bir tedavi yönteminin genel kabulü ve hatta altın standart olarak kabul edilebilmesi için kısa bir dönem sayılabilir. Ancak bugüne dek elde edilen ve yayınlanan cerrahi sonuçlar mikroskobik transsfenoidal cerrahiden daha kötü değildir. Nasofarenks içerisinde daha az invaziv olduğu ve post-op iyileşmeyi hızlandırarak hastanede kalış süresini kısalttığı artık kabul edilmektedir. Başlıca eleştiri görüntünün iki boyutlu olması nedeniyle mikroskopta sağlanan derinlik hissi ve sahaya hâkimiyetin kurulamaması üzerinedir. Ancak, endoskopun sağladığı geniş panaromik gözlemleme imkanı bu dezavantajı gidermektedir. Ayrıca, üç boyutlu görüntü sağlayan binoküler endoskoplar da geliştirilmektedir. Biz bu yeni tekniğin henüz altın standart metot olarak kabul edilmese bile uygun vakalarda getirdiği avantajlar göz önüne alınarak kullanılması gerektiğine inanıyoruz. 24Öğe Serebral kitle izlenimi veren derin serebral venöz tromboz vakası(2022) Dorukoğlu, Mehmet Mesut; Aykaç, Şeyma; Özgiray, Erkin; Güler, Ayşe; Eraslan, CenkSerebral venöz tromboz, morbidite ve mortaliteye yol açabilen nadir bir hastalıktır. En sık 30-40 yaş arası olmak üzere tüm yaş gruplarında görülebilir. Serebral venöz tromboz hastaları sıklıkla baş ağrısı, bulantı, papilödem daha nadir olarak nöbet, ensefalopati, intrakraniyal kanama, multipl kranial sinir tutulumlarını içeren çeşitli klinik bulgularla başvurabilir. Serebral venöz tromboz hastalarının değişken prezentasyonu tanıda zorluklar ortaya çıkarmaktadır. Bu yazıda 10 gündür baş ağrısı şikâyeti olan ve MR görüntülemelerinde ilk olarak talamik kitle olduğu düşünülen ancak ayrıntılı radyolojik incelemeler sonucu internal serebral venlerde tromboz saptanan bir olgu sunulmuştur.