Eczacılık Fakültesi Uzmanlık Tezleri Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Hematoloji Kliniğinde oral kemoterapi alan hastalarda tedaviye uyumu güçleştiren faktörlerin değerlendirilmesinde klinik eczacı yaklaşımları(Ege Üniversitesi, 2023) Türk, Rengin; Reel, BuketAmaç: Kanser tedavisinde oral kemoterapik ajanların kullanımı son yıllarda giderek artmaktadır. Hasta ve sağlık personeli açısından birçok avantajı olan oral uygulamanın dezavantajlarından en önemlisi ilaç uyum problemidir. Bu çalışmanın amacı Kronik Myeloid Lösemi (KML) hastalarının trozin kinaz inhibitörlerine (TKİ) uyumlarının belirlenmesi, ilaç uyum probleminin sebeplerinin incelenmesi ve etkin tedavi yönetiminde klinik eczacılık yaklaşımının öneminin vurgulanmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji Kliniği'nde Ocak 2018-Aralık 2022 tarihleri arasında takip edilen ve KML tanısı alarak Tirozin Kinaz İnhibitörlerinden (TKİ) imatinib, dasatinib, nilotinib, bosutinib ve ponatinib kullanan hastalar retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların ilaç uyum oranları MPR (Medication Possession Ratio, İlaç Bulundurma Oranı) ile belirlenmiş, %80 ve üzeri değerler iyi uyum değeri olarak kabul edilmiştir. İlaç uyum probleminin sebepleri olarak demografik özellikler, tedaviyle ilgili tanımlayıcı faktörler, komorbiditeler, eş psikiyatrik tanılar, beraber kullanılan ilaçlar, advers etki deneyimleri, advers etkilere yapılan müdahaleler değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen hastaların (Toplam 135 hasta; 84 imatinib, 29 dasatinib, 12 nilotinib, 5 bosutinib, 5 ponatinib) ortalama MPR değerlerinin 82,36±6,88 ve ilaca uyumsuzluk oranlarının %41,5'inin olduğu saptanmıştır. Çok değişkenli analizlerde tüm hastalarda ilaç uyumsuzluğu üzerine imatinib dışı TKİ'lerden birini kullanmak (p=0,023); lise mezunu olmak (p=0,041); tedavi süresince destek almak (p<0,001); eşlik eden en az bir komorbidite varlığı (p=0,050) gibi risk faktörlerinin etkili olduğu belirlenmiştir. İmatinib kullanan hastalarda ise tedavi süresince destek almak (p=0,004); en az bir eş psikiyatrik tanı (p=0,048) ve eşlik eden en az bir komorbidite (p=0,001) varlığı kötü uyumun risk faktörleri olarak saptanmıştır. Sonuç: Ülkemizde KML hastalarında imatinib tedavisinin ilk basamak tedavi olması ve uyumlu hastalarda uzun süreli remisyon sağlaması nedeniyle imatinib sonrası diğer tedavilere geçiş yapmadan önce ilaç uyum probleminin dışlanması gerekir. Bu hastalarda ilaç uyumunun girişimsel olmayan bir yöntemle değerlendirilmesi yarar sağlayabilir.Öğe Hematopoetik kök hücre nakil ve takip sürecindeki hastalarda ilaç-ilaç etkileşimlerinin klinik eczacılık yaklaşımı ile değerlendirilmesi(Ege Üniversitesi, 2022) Dokumacı, Mehmet; Gönen, CerenGiriş ve Amaç: Hematopoetik kök hücre nakil alıcılarında potansiyel ilaç-ilaç etkileşimleri yaygın görülmektedir. Saptanan potansiyel ilaç-ilaç etkileşimlerinin bir bölümü ilaç tedavisini etkilemezken, bir bölümü ise ilaç tedavisi ile ilgili müdahale ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmanın amacı hematopoetik kök hücre nakil ünitesinde nakil ve takip amacıyla yatışı yapılan hastalarda potansiyel ilaç-ilaç etkileşimlerinin belirlenerek, klinik açıdan anlamlılıklarının değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız Mart 2021-Eylül 2022 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematopoetik Kök Hücre Nakil Merkezi'nde prospektif olarak gerçekleştirildi. Hematopoetik kök hücre nakli ve takibi sürecinde olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Potansiyel ilaç-ilaç etkileşimlerini belirlemek için hastaların kullandığı ilaçlar Lexicomp® ve Micromedex® ilaç etkileşim veri tabanları ile tarandı. Tespit edilen potansiyel ilaç-ilaç etkileşimlerin klinik açıdan anlamlılıkları, Lexicomp ve Micromedex etkileşim verileri ve ''Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu'' tarafından yayınlanan ilaçların kısa ürün bilgileri aracılığıyla etkileşimlerin kanıtlarının kalite düzeyi, ortaya çıkabilecek potansiyel advers reaksiyonların şiddeti, hasta ve ilaçla ilgili faktörler ile değerlendirildi. Kanıt kalitesi düzeyi ve advers reaksiyonların şiddeti sırasıyla van Roon ve ark.'nın ''Kanıt kalitesi'' ve ''İlaç etkileşimine bağlı advers reaksiyonların şiddeti'' tablosu ile belirlendi. İlgili advers reaksiyon bulunamadığında "Advers Olaylar için Ortak Terminoloji Kriterleri'ne başvuruldu. QTc'yi uzatan potansiyel ilaç-ilaç etkileşimleri Crediblemeds® ile özellikle koşullu riskler açısından analiz edildi. Hastalarda torsades de pointes seviyesi riski MedSafetyScan® ile belirlendi. Bulgular: Çalışmaya toplam 53 hasta (32 erkek, 21 kadın) katılmıştır. Çalışmaya katılan tüm hastalarda toplamda 1635 potansiyel ilaç-ilaç etkileşimi belirlenmiştir. 1635 potansiyel ilaç-ilaç etkileşiminin klinik açıdan anlamlılık değerlendirmesine göre 560'ı (%34,2) klinik açıdan anlamlı kabul edilmiştir. Allojenik ve otolog nakil alıcıları arasında klinik açıdan anlamlı ilaç-ilaç etkileşimi sayısı ortalamaları farklı ve allojenik nakil alıcılarında daha yüksekti (p<0,05). Nakil alıcılarında ilk yatış süresi ile potansiyel ilaç-ilaç etkileşimleri sayısı arasında orta dereceli ve pozitif yönlü bir ilişki mevcuttu (r:0,50, p<0,05). Sonuç: Hematopoetik kök hücre nakil ve takip sürecindeki hastalarda azımsanmayacak oranlarda klinik açıdan anlamlı potansiyel ilaç-ilaç etkileşimlerinin görüldüğü bulunmuştur. Klinik eczacı potansiyel ilaç-ilaç etkileşiminin sık görüldüğü nakil hastalarında klinik açıdan anlamlı olan etkileşimlerin belirlenmesinde önemli bir rol üstlenebilir ve bu etkileşimlere bağlı ilaç ilişkili sorunların yönetiminde rol oynayabilir.Öğe Sodyum glukoz ko-transporter 2 (SGLT-2) inhibitörlerinin Tip 2 diabetes mellitus (T2dm) tedavisindeki potansiyallerinin retrospektif veriler üzerinden klinik değerlendirilmesi(Ege Üniversitesi, 2022) Işık, Hilal; Kerry, ZelihaGiriş ve Amaç: Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de diyabetin görülme sıklığı giderek artmaktadır. Tip 2 diabetes mellitusa (T2DM) sahip hastalarda etkin ilaç tedavisinin, hastalığın akut ve kronik komplikasyonlarının önlenmesinde önemi büyüktür. Sodyum glukoz ko-transpoter 2 inhibitörleri (SGLT2-İ) günümüzde yaygın olarak kullanılan nispeten yeni nesil antidiyabetik ilaç sınıfıdır. Yapılan pek çok çalışmada SGLT2 inhibitörlerinin glisemik kontrol, kardiyovasküler ve renal sistem üzerinde olumlu etkileri bildirilmiştir. Bu çalışmada SGLT2-İ kullanımının T2DM hastalarının tedavi sonuçları üzerine etkilerinin retrospektif olarak araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Hasta bilgilerine hastane bilgi yönetim sistemi üzerinden ulaşıldı. Çalışmamıza 1 Ocak – 1 Ekim 2021 tarihleri arasında polikliniğe başvuran, T2DM tanısı almış ve en az 6 ay takibi olan hastalar dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastalar SGLT2-İ kullanmayan (kontrol; n=100) ve SGLT2-İ kullanan (tedavi; n=100) olarak gruplandırıldı. Kontrol ve tedavi grubundaki hastaların metabolik (vücut ağırlığı, beden kütle indeksi, kan basınçları gibi), biyokimyasal (açlık plazma glukozu, HbA1c, lipid profili, idrar glukozu gibi), renal parametreleri (proteinüri, mikroalbüminüri gibi) ve bildirilen advers olayları kaydedildi. Bulgular: Tedavi grubunda erkek hasta oranının kontrol grubuna kıyasla daha fazla olduğu görüldü. Geriatrik hasta sayısının kontrol grubunda daha fazla olduğu belirlendi. Tedavi grubunda yer alan hastalarda kalp yetersizliği ve aterosklerotik kardiyovasküler hastalık varlığının daha yaygın olduğu gözlendi. Hastaların ilaç kullanımları değerlendirildiğinde beta bloker, antitrombotik ilaç ve lipid düşürücü ilaç kullanımının tedavi grubunda daha sık olduğu belirlendi. İlk başvuru sırasında kontrol grubuyla kıyaslandığında tedavi grubunda açlık plazma glukozu (kontrol: 139.10 ± 55.26 mg/dl ve tedavi: 159.54 ± 60.97 mg/dl; P ≤ 0.05) ve HbA1c değerlerinin (kontrol: %7.00 ± 1.41 ve tedavi: %7.92 ± 1.61; P ≤ 0.001) daha yüksek olduğu bulundu. Bununla birlikte SGLT2 inhibitörleri ile ortalama 1 yıllık takip süresinin sonunda kontrol grubuna kıyasla açlık plazma glukozunda (kontrol:-6.27 ± 44.66 mg/dl ve tedavi:-24.24 ± 58.98 mg/dl; P ≤ 0.05) ve HbA1c değerinde (kontrol: %-0.093 ± 0.89 ve tedavi: %-0.758 ± 1.33; P ≤ 0.001) anlamlı bir azalma görüldü. Ayrıca, tedavi grubunda sonraki takipte vücut ağırlığı, kan basıncı değerlerinde anlamlı bir düşüş meydana geldiği tespit edildi. Sonuç: Bu çalışmada elde ettiğimiz sonuçlar, SGLT2 inhibitörlerinin T2DM tedavisine eklenmesinin glisemik kontrol, kardiyovasküler risk faktörleri ve renal parametreler üzerine olumlu etkileri olduğuna işaret etmektedir.Öğe Kardiyoloji kliniğine başvuran evre C ve evre D kalp yetersizliği olan hastaların ilaç tedavisinin değerlendirilmesinde klinik eczacılık yaklaşımı(Ege Üniversitesi, 2023) Çelebi, Bahar; Yılmaz, Fethiye FerdaAmaç: Kalp yetersizliği uzun vadede yakın izlem ve ilaç tedavisi gerektiren klinik bir semptomdur. Bu durum bazı ilaç kaynaklı problemleri de beraberinde getirmektedir. Bu çalışmanın amacı evre C ve evre D kalp yetersizliği olan hastaların ilaç tedavisi sırasında ortaya çıkan veya çıkma potansiyeli olan ilaç kaynaklı problemlerin belirlenmesi, nedenlerinin incelenmesi ve etkin tedavi yönetiminde klinik eczacılık yaklaşımının öneminin vurgulanmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kardiyoloji Kliniği'nde 02.02.2023- 30.10.2023 tarihleri arasında izlenen ve kalp yetersizliği tanısı nedeniyle ilaç tedavisi alan hastalar prospektif olarak gözlemlenmiştir. İlaçla ilgili potansiyel ve/veya güncel problemleri tespit etmek, sınıflandırmak ve değerlendirmek amacıyla PCNE V9.0 (Avrupa Farmasötik Bakım Ağı) sınıflandırması kullanılmıştır. İlaçla ilgili sorunlar Lexicomp ® ve Micromedex ® veri tabanları ile değerlendirilmiş, elde edilen bulguların hastaların klinik ve demografik özellikleri ile ilişkisi istatistiksel olarak yorumlanarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 180 hastanın 137' sinde ilaç ilişkili en az bir sorun saptanmış ve toplamda 336 ilaç ilişkili sorun tespit edilmiştir. PCNE V9.0 sınıflandırmasına göre ilaç ilişkili sorunların dağılımı incelendiğinde "tedavinin etkililiği (S1)" %47,61 oranı ile ilk sırada yer almıştır. Diğer yandan, ilaç ilişkili sorunların nedenlerinin dağılımına bakıldığında %39,42 oranı ile "ilaç seçimi (N1)" ilk sırada yer alırken %26,63 ile "doz seçimi (N3)" ikinci sırada yer almıştır. Demografik ve klinik özelliklerin değerlendirildiği tek değişkenli analizlerde ilaç ilişkili sorun saptanan hastalarda ileri yaş, eşlik eden kronik hastalıklar, polifarmasi, başvuru sayısının fazla olması ve antibiyotik kullanımı (p<0,05) gibi faktörlerin varlığı tespit edilmiştir. Çok değişkenli analizlerde ise tüm hastalarda ilaç ilişkili sorunların görülmesinde izlem süresinin uzunluğu (p=0,001); eşlik eden en az bir komorbidite varlığı (p=0,013) ve hiponatremi (p=0,015) gibi risk faktörlerinin etkili olduğu saptanmıştır. Sonuçlar: Kalp yetersizliği hastalarının hastaneye yatış sürecinde ilaç ilişkili sorunların tespiti ve risk faktörlerinin belirlenmesi, ilaç tedavisinden en yüksek faydanın sağlanması açısından oldukça önemlidir. Bu bakımdan klinik eczacıların multidisipliner sağlık ekibinin içinde yer alarak hastaların izlemini klinik eczacılık yaklaşımlarıyla sağlamasının ilaç ilişkili sorunların önlenmesi ve tedavi başarısına katkı sağlayabileceği öngörülmektedir.Öğe Hematopoietik kök hücre nakli yapılan çocuk hastaların antibakteriyel tedavisinin kılavuzlara uygunluğunun retrospektif olarak değerlendirilmesi(Ege Üniversitesi, 2023) Mert, Burhan; Taşlı, HüseyinAmaç: Çalışmanın amacı, Hematopoietik Kök hücre nakli (HSCT) yapılmış febril nötropenik çocuk hastalarda engraftman öncesi dönemde; kullanılan antibakteriyel ilaçların sürveyansını belirlemek, hastalarda meydana gelen enfeksiyonların özelliklerini ve kullanılan antibiyotiklerin kılavuzlara uygunluk durumunu saptamaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma retrospektif kesitsel olarak tasarlanmış olup 01.03.2019-01.03.2023 tarihleri arasında HSCT yapılmış 133 çocuk hastayı kapsamaktadır. Belirlenen tarih aralığında HSCT yapılmış hastaların verileri manuel olarak veya elektronik hasta dosyası kullanılarak geriye dönük olarak incelenmiş ve kaydedilmiştir. Hastaların yaş, cinsiyet, ağırlık gibi demografik özelliklerinin yanı sıra kullandıkları profilaktik, ampirik antibiyotikler, mikrobiyolojik kültür sonuçları, ateş, kan basıncı, nabız, lökosit, nötrofil değerleri ile genel durumları kemik iliği naklinin gerçekleştirildiği gün 0. gün kabul edilerek 0. ve 30. günler arasında her gün için ayrı ayrı olacak şekilde kaydedilmiştir. Bu veriler kullanılarak ASCO ve ECIL Kılavuzları'na göre uygunsuz antibiyotik kullanımlarının oranı belirlenmiştir. Bulgular: Belirlenen 4 yıllık zaman kesitinde HSCT yapılan 133 çocuk hastanın tamamı dahil edilme kriterlerini karşılamıştır. Dahil edilen hastaların %54,1'i malign bir tanıya sahipken, %45,9'unun non-malign bir tanıya sahip olduğu belirlenmiştir. Hastaların %82,7'sine allojenik nakil, %27,3'üne otolog nakil yapıldığı saptanmıştır. Hastaların ortalama engraftmana ulaşma süreleri 15,72± 4,15 gün olarak bulunmuştur. Engraftman öncesi dönemde en çok izole edilen mikroorganizma, gram pozitif kok olarak saptanmıştır. Dahil edilen hastaların engraftman öncesi dönemde en çok kullandığı antibakteriyel ajanların piperasilin-tazobaktam (%90) olduğu saptanmıştır. ASCO Kılavuzu'na göre hastaların %84,2'sinde en az bir uygunsuz kullanım, ECIL kılavuzuna göre ise hastaların %86,5'inde en az bir uygunsuz kullanım tespit edilmiştir. Sonuç: HSCT yapılmış febril nötropenik hastalarda, ampirik ve profilaktik antibakteriyel kullanımı çok sıktır. Uluslararası kılavuzlara göre değerlendirildiğinde, antibakteriyel ajanların uygunsuz kullanımının, çok yaygın olduğu belirlenmiştir. Tedavinin azaltılması (de-eskalasyon) ve durdurulması konusunda uygunsuz kullanımlar en sık yapılan hatalardır. HSCT hastalarında ampirik olarak geniş spektrumlu karbapenem grubu ilaçların kullanımı, sadece belirlenmiş "stabil olmayan durumda olan hastalara" özel olmalıdır. Siprofloksasin profilaksisi bu hasta grubu için uygun değildir.Öğe Nöroloji kliniğinde antiepileptik tedavi takibi yapılan hastaların nöbet kontrollerinin klinik eczacılık yaklaşımıyla retrospektif olarak değerlendirilmesi(Ege Üniversitesi, 2024) Say, İskender; Çetin Uyanıkgil, Emel ÖyküEpilepsi, dünyada en sık görülen nörolojik hastalıklardan biridir. Yapılan pek çok çalışmada klinik eczacının epilepsi hastasında nöbet kontrolündeki katkısı ve artan hasta uyuncu gösterilmiştir. Bu çalışmada epilepsi tanılı hastaların başvuruları retrospektif olarak incelenerek nöbet kontrolünü etkileyen faktörlerin belirlenmesi ve klinik eczacılık yaklaşımının nöbet kontrolündeki öneminin vurgulanması amaçlanmıştır.Yöntem: Çalışmamıza 2020-2023 tarihleri arasında epilepsi tedavisi nedeniyle ≥3 aydır takip edilen ≥2 antiepileptik ilaç kullanan, ≥18 yaş hastalar dahil edildi. Hastaların demografik, hastalık ve ilaçla ilgili verileri kaydedildi. Son bir ayda en az bir nöbet geçiren hastalar nöbet kontrolsüz olarak sınıflandırıldı. İlaç etkileşimleri Lexicomp® veri tabanı kullanılarak değerlendirildi ve klinik eczacı tarafından nöbet ile ilişkili olabilecek veya klinik olarak anlamlı etkileşimler olarak sınıflandırıldı. Bulgular: Yaş ortalaması 36,21±1,34 olan 180 hastanın 94'ü erkekti. Hasta başına kullanılan ilaç sayısı medyanı 2 (2-6) ve mevcut ilaç etkileşimi sayısı medyanı 1 (1-5)'di. Hastaların yaşı ve hastalık sayısı ile ilaç etkileşimi sayısı arasında sırasıyla orta ve güçlü pozitif korelasyon saptandı (rs=0,438, rs=0,742, p= 0,000). Nöbet ile ilişkili olabilecek en sık kullanılan antiepileptik ilaç kombinasyonu valproik asit-lamotrijin olarak belirlendi. Hastaların 8'inde (%4,4) nöbetle ilişkili olabilecek etkileşim, 7 hastada (%3,89) klinik anlamlı etkileşim saptandı. Nöbet ile işkili olabilecek etkileşimi olan hastaların yaş ortalaması olmayanlardan daha yüksekti (55,38 ±11,21 ve 35,32 ±1,27, p<0,01). Kırk hasta nöbet artışı ile başvururken, 123 hastada kullanılan antiepileptik ilaçlar NICE kılavuzuna uygun olmasına karşın nöbetleri kontrol altında değildi. En az nöbet kontrolünün juvenil miyoklonik nöbet geçiren hastalarda, en iyi nöbet kontrolünün ise tonik klonik nöbet geçiren hastalarda olduğu saptandı (p<0,01). İlaca bağlı olabilecek en sık şikâyet olan tremor valproik asit ile ilişkilendirildi. Cinsiyet, yaş artışı ve yaşın ≥65 olmasının son 1 ayda geçirilen nöbet sayısını etkilemediği, komorbidite sayısı, ilaç sayısı ve polifarmasi varlığının ise nöbet kontrolünü etkilemediği belirlendi. İlaca bağlı olabilecek şikâyeti olan hastalarda şikâyeti olmayan hastalara göre daha iyi nöbet kontrolü sağlandığı saptandı (p<0,05). Sonuç: Bu çalışmayla elde ettiğimiz sonuçlara göre ilaca bağlı olabilecek şikâyet varlığı ile nöbet kontrolünün sağlanması arasında anlamlı bir korelasyon saptanmıştır. Buna ek olarak hastaların ilaçlarında nöbet ile ilişkili olabilecek etkileşim varlığı ile nöbet artışı nedeniyle başvuru yapan hasta sayısı arasında anlamlı bir korelasyon bulunmuştur. Mevcut ilaç etkileşimlerinin önemli bir kısmı nöbet artışı sonucu hasta başvurusuyla ilişkilendirilmiştir. Bu durum ileri yaştaki ve komorbidite sayısı yüksek olan hastalar başta olmak üzere antiepileptik ilaç tedavisi alan hastaların yakın takip gerektirdiğine ve tedavi yönetiminde klinik eczacılık hizmetlerinin önemine işaret etmektedir.