Yazar "Sercan Ulusoy" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 29
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adefovire pirimer dirençli bir kronik B hepatiti olgusu(2007) Tansu Yamazhan; Rüçhan Sertöz; Hüsnü Pullukçu; Meltem Taşbakan; Sercan Ulusoy; Selda ErensoyKronik B hepatit (KBH)'li hastalara uygulanan antiviral tedavi, zaman içinde mutant suşların ortaya çıkışına neden olmaktadır. Daha nadir olarak primer dirençli olgularla da karşılaşılmaktadır. Bu raporda, daha önce adefovir kullanmamış ancak primer adefovir direnci saptadığımız bir KBH'li olgunun sunulması amaçlanmıştır. HBeAg pozitif KBH'li 25 yaşındaki erkek hastaya bir yıl süre ile haftada üç kez 10 MÜ interferon-alfa ve lamivudin 100 mg/gün kombine tedavisi uygulanmıştır. Birinci yılın sonunda uygulanan tedaviye virolojik ve biyokimyasal yanıt alınmış ancak anti-HBe serokonversiyonu sağlanamamıştır. Lamivudin tekli tedavisine devam edilen hastada, tedavinin üçüncü yılında lamivudin direnci saptanmıştır [FLM+YMDD+YIDD+YVDD (Inno-LiPA HBV DR, Innogenetics Ghent, Belçika)]. Bunun üzerine lamivudin tedavisine, adefovir eklenmiştir. Kombine antiviral tedavinin sekizinci ayında ALT normalleşmesi ve HBV-DNA negatifleşmesi sağlanamayan hastada, tedavinin 11. ayında adefovir direnci araştırılmış ve DNA dizi analizi ile rtA181T (Big Dye Terminator Cycle Sequencing kit, Applied Biosystems ABD) mutasyonunun varlığı saptanmıştır. Tedavi başlangıcından itibaren adefovir tedavisine yanıt olmaması, primer adefovir direncini düşündürmüş, bu amaçla hastanın tedavi öncesi serum örneği dizi analizi yöntemi ile çalışılmıştır. Aynı mutasyon tedavi öncesindeki serum örneğinde de gösterilmiştir. Adefovir direncinin saptanması ile tedaviye tekrar lamivudin eklenmiş, ancak kombinasyon tedavisinin üçüncü ayında HBV-DNA pozitifliğinin devam ettiği izlenmiştir. Hasta, bu dönemden sonra düzenli takipten çıkmıştır.Öğe Akut piyelonefritli 133 hastanın değerlendirilmesi(2011) Meltem Taşbakan Işıkgöz; Şebnem Şenol; Adnan Şimşir; Hüsnü Pullukçu; Hasip Kahraman; Oğuz Reşat Sipahi; Tansu Yamazhan; Bilgin Arda; Erkan Kısmalı; Alper Tünger; Sercan UlusoyAkut piyelonefrit (APN), renal parankim ve toplayıcı sistemin bakteriyel veya fungal infeksiyonudur. Bu çalışmada, Ocak 2003-Mart 2011 tarihleri arasında kliniğimizde takip edilen APN olguları; komplike edici faktörler, klinik gidiş ve laboratuvar bulguları yönlerinden değerlendirilmiştir. Çalışma süresince 133 hastaya APN tanısı konmuştur (% 38 erkek, % 62 kadın, yaş ortalamaları 48.8±18.7 yıl). Yetmiş iki hasta (% 54) ilk kez APN geçirirken 61 hasta (% 46) yaşamları boyunca ortalama iki ve daha fazla APN atağı geçirmiştir. Hastaların % 25’inde komplike edici faktör saptanmazken; hastaların % 16’sında birden fazla komplike edici faktör bulunmuştur. En sık komplike edici faktörler obstrüktif üropati ve üriner kateterizasyon olarak belirlenmiştir. Bu çalışmada öyküsünde komplike edici faktör bulunmayan 45 (% 34) hastada batın ultrasonografisinde komplike edici faktör saptanmıştır. Sonuç olarak APN sık bir klinik durum olup, olgular olası komplike edici faktörler açısından değerlendirilmelidir.Öğe Akut Pürülan Menenjit mi, HIV’a Bağlı Fırsatçı İnfeksiyon mu?(2018) Damla Akdağ; Hüsnü Pullukçu; Gülşen Mermut; Tansu Yamazhan; Meltem Işıkgöz Taşbakan; Sercan Ulusoy…Öğe Anesteziyoloji ve reanimasyon yoğun bakım ünitesinde gsbl üreten klebsiella pneumoniae ve escherichia coli kolonizasyonu için risk faktörleri(2013) Serpil Mızrakçı Oğuz; Bilgin Arda; Hüseyin Aytaç Erdem; Mehmet Uyar; Alper Tünger; Oğuz Reşat Sipahi; Sercan UlusoyBu çalışmada, hastanemizin anesteziyoloji ve reanimasyon yoğun bakım ünitesi (YBÜ)’nde yatan hastalarda genişlemiş-spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) üreten Klebsiella pneumoniae ve Escherichia coli’nin gastrointestinal kolonizasyonu için risk faktörlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya, anesteziyoloji ve reanimasyon YBÜ’de prospektif olarak izlenen erişkin olgular dahil edilmiş; olgulardan rektal sürüntü örnekleri hastaneye yattıkları ilk 48 saat içinde alınmış ve taburcu ya da eks oluncaya kadar geçen sürede her hafta tekrarlanmıştır. Alınan örnekler Stuart besiyeri içerisinde laboratuvara ulaştırılmış ve biri 4 mg/L seftazidim içeren iki EMB besiyerine ekilerek 48 saat inkübe edilmiştir. E.coli ve K.pneumoniae izolatlarının tanımlanması klasik yöntemlerle yapılmış; antibiyotik duyarlılık testleri Mueller Hinton agar kullanılarak disk difüzyon yöntemiyle uygulanmış ve “Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI)” protokollerine göre değerlendirilmiştir. GSBL üretimi çift disk sinerji yöntemiyle doğrulanmıştır. Çalışma da 140 hasta (49 kadın, 91 erkek; yaş aralığı: 18-83 yıl, ortalama yaş: 56.3 yıl) dahil edilmiş ve 41 (%29.3)’inde GSBL pozitif E.coli (n= 39) ya da K.pneumoniae (n= 2) varlığı saptanmıştır. Kolonizasyon için geçen ortalama süre 11.15 ± 10.91 (aralık: 2-39) gün olarak bulunmuştur. Hastanın yaşı, cinsiyeti ve yoğun bakımda yatışı sırasında veya öncesinde antibiyotik kullanımı, GSBL pozitif E.coli veya K.pneumoniae kolonizasyonuyla ilişkili bulunmamıştır (p> 0.05). Yoğun bakımda yatış süresi göz önüne alındığında, kolonizasyon saptanan hastaların, kolonizasyon saptanmayan hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha uzun süre yoğun bakımda kaldıkları belirlenmiştir (27.59 ± 22.52’ye karşı 17.78 ± 11.74 gün; p< 0.05). Kolonizasyon saptanan hastaların %22 (9/41)’sinde enfeksiyon gelişmiş; dokuz suşun üçü kan kültüründe, beşi idrar kültüründe, biri de hem kan hem de bronkoalveoler lavaj kültüründe üretilmiştir. GSBL pozitif E.coli ve K.pneumoniae ile kolonizasyon, enfeksiyon gelişimi için bağımsız bir risk faktörü olarak belirlenmiştir (9/41’e karşı 4/99 olgu; p= 0.002). Lojistik regresyon analizine göre diabetes mellitus, immünsüpresif ilaç kullanımı ve entübasyon süresi GSBL üreten E.coli veya K.pneumoniae kolonizasyonuyla ilişkili bulunmuştur (p< 0.05). Sonuç olarak çalışmamızda, GSBL pozitif E.coli veya K.pneumoniae ile kolonize olan yoğun bakım hastalarında enfeksiyon gelişim riskinin anlamlı düzeyde yüksek olduğu belirlenmiş ve bu enfeksiyonlara karşı etkin korunma ve kontrol önlemlerinin alınabilmesi için diğer tüm risk faktörlerinin belirlenmesinin önemli olduğu düşünülmüştür.Öğe Aplastik anemili bir olguda mukormikoz(2007) Işıkgöz Meltem Taşbakan; Bilgin Arda; Akad Nur Soyer; Oğuz Reşat Sipahi; Gülşen Kandiloğlu; Murat Tombuloğlu; Sercan UlusoyMukormikoz immünsüpresif olgularda nadir görülen fırsatçı enfeksiyonlardandır. Bu bildiride histopatolojik değerlendirme ile mukormikoz tanısı konan aplastik anemili bir olgu sunulmuştur.Öğe Bir diş hastalıkları araştırma hastanesinde görevli hekimlerin antibiyotik bilgisi ve antibiyotik kullanımlarına etki eden durumlar(2015) Serhat Uysal; Ümit Candan; Mehmet Sinan Evcil; Ayşe Uysal; Meltem Taşbakan Işıkgöz; Tansu Yamazhan; Sercan UlusoyAmaç: Antibiyotikler, artan bakteriyel direnç, yüksek maliyetler ve yeni antibiyotik keşiflerinin azalması gibi nedenlerden dolayı dikkatli kullanılması gereken ilaçların başında gelmektedir. Akılcı antibiyotik kullanımı (AAK), uygun antibiyotik, uygun süre ve dozda, en düşük maliyet ile bilinir. Diş hekimleri, diş ve dişeti enfeksiyonları, endokardit profilaksisi gibi durumlarla sık karşılaşmakta ve bu nedenle antibiyotikleri sıkça kullanmaktadırlar. Bu çalışmada bir eğitim diş hastanesinde görev yapan hekimlerin AKK’ye etki eden durumlar irdelendi. Gereç ve Yöntem: Çoktan seçmeli sorulardan oluşan anket gözetim altında cevaplama yöntemi ile uygulandı. Sonuçlar sıklık ve yüzdeler hesaplanarak analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil olan 114 diş hekiminin 73’ü (%64) kadındı. Reçete yazarken verilecek antibiyotiğe uygun anamnez alma noktasında kendisini “çok iyi” , “iyi” ve “orta” şeklinde tanımlayanların oranı sırasıyla, % 54.1, % 22.3 ve % 11.5 olarak bulundu. Meslekte 15 yılı aşkın süredir çalışan diş hekimleri diğerlerine oranla daha az mezuniyet sonrası eğitim aldıkları, daha az AAK konusunda eğitim aldıkları fark edildi ve 15 yılı aşkı n süredir çalışan diş hekimleri, antibiyotik bilgi kaynağı olarak meslektaşlarını daha yüksek oranda kullandıkları görüldü. Sonuç: İlaç sanayinin bilgilendirmeleri yerine; tanı ve tedavi kılavuzları ve kitapları gibi bilimsel kaynaklar ile mezuniyet sonrası AAK eğitimlerine yönelmenin gerektiği görülmüştür.Öğe Bruselloz Hastalarında Spondilodiskit ile İlişkili Faktörler(2016) Serhat Uysal; Fatih Dana; Meltem Taşbakan; Oğuz Reşat Sipahi; Ayşe Uysal; Tansu Yamazhan; Mehmet Argın; Hüsnü Pullukçu; Sercan UlusoyGiriş: Bruselloz birçok doku ve organı tutan, çok farklı klinik tablolarla ortaya çıkan bir sistemik infeksiyondur. Bu çalışmada, merkezimizde bruselloz spondilodiskiti tanısı takip edilen olguların irdelenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Bruselloz spondilodiskiti ile Temmuz 2007-Şubat 2016 tarihleri arasında kliniğimizde takip edilen olgular irdelendi. Bruselloz tanısı, mikrobiyolojik kültür ve/veya 1/160 titre ve üzeri aglütinasyon testi pozitifliği ile, spondilodiskit tanısı ise manyetik rezonans görüntüleme yöntemi ile konuldu. Veriler retrospektif yöntemle toplandı. Bulgular: Çalışma döneminde 94 bruselloz olgusu takip edildi (36 kadın, 58 erkek, yaş ortalaması 47.7 ± 15.5 yıl). Bu hastalardan 16 (%17)'sında spondilodiskit saptandı. Bu olguların ortalama yaşı 58.4 ± 11.1 yıl olup, spondilodiskit tespit edilmeyen olgulara (ortalama yaş 45.5 ± 15.4 yıl) göre anlamlı yüksek bulundu (p= 0.001). En sık tutulum görülen vertebralar alt torakal ve alt lomber vertebralardı. Bruselloz spondilodiskiti açısından yaş (p< 0.0001), ateş (p= 0.037), sırt ağrısı (p< 0.0001) ve halsizlik-yorgunluk (p= 0.012) anlamlı bulundu. Lojistik regresyon sonunda yaşın 54.5'ten büyük olması bruselloz spondilodiskiti için bağımsız risk faktörü olarak bulundu (OR= 9.12; %95 CI= 2.03-41.01; p= 0.004). Sonuç: Alt torakal ve alt lomber spondilodiskit olgularında bruselloz mutlaka taranmalıdır. Yaş bruselloz spondilodiskiti olgularında diğerlerine göre daha yüksek olup bruselloz spondilodiskiti için bağımsız risk faktörü olarak saptanmıştırÖğe A case of brucellosis with haemorrhagic pleural effusion(1998) Cahit Günhan; Bilgin Arda; Sercan UlusoyBrusellozda pulmoner semptomlar düşük oranda bildirilmesine karşın plöra efüzyonuna daha seyrek olarak rastlanmaktadır. Hemorajik plöra efüzyonu gösteren 18 yaşında erkek bruselloz olgusu sunulmuştur.Öğe Güncel bilgiler işığında kolistin(2012) İftihar Köksal; Oral Öncül; Volkan Korten; Sercan Ulusoy; Serhat ÜnalKolistin polipeptid yapısında, gram-negatif bakterilere etkili bir antibiyotiktir ve çoğul dirençli gram-negatif bakterilerin neden olduğu infeksiyonların tedavisinde kullanılır. İntravenöz kolistin kullanımının ciddi nefrotoksisite ve nörotoksisiteye neden olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle dünyanın birçok yerinde neredeyse 20 yıldır kolistin uygulaması terk edilmiştir. Çoğul dirençli gram-negatif bakterilerin ortaya çıkması ve yeni antibiyotiklerin geliştirilmemesi nedeniyle kolistin yeniden önem kazanmıştır. Bu yazıda güncel bilgiler ışığında kolistin kullanımı tartışılmıştır.Öğe Hastane infeksiyonu etkeni Pseudomonas aeruginosa kökenlerinde beta-laktamaz aktivitesi ve antibiyotik direnci(1999) Nur Yapar; Sercan Ulusoy; Bilgin Arda; Alper TüngerBu çalışmada; çeşitli klinik örneklerden etken olarak soyutlanan 150 Pseudomonas aeruginosa kökeninin, beta-laktam direncine neden olabilen beta-laktamaz enzim üretimi ile beta-laktam ve diğer antipseudomonal antibiyotiklere karşı direnç durumunu saptamak amaçlanmıştır, incelenen 150 P. aeruginosa kökeninde, % 56 oranında beta-laktamaz üretimi saptanırken, piperasiline % 31, seftazidime % 33, aztreonama % 13, imipeneme % 16, tobramisine % 40, amikasine % 12, ofloksasine % 37 ve siprofloksasine % 35 oranında direnç belirlendi. Sonuç olarak; Pseudomonas aeruginosa kökenlerinin aminoglikozit, kinolon ve beta-laktam grubu antibiyotiklere önemli derecede dirençli olduğu görülmüştür.Öğe Hastane kökenli bakteriyemi etkeni olan klebsiella pneumonıae suşlarının direnç paternleri ve genişlemiş spektrumlu beta laktamaz üretimi: 2001-2005 yıllarının değerlendirilmesi(2008) Meltem Işıkgöz Taşbakan; Hüsnü Pullukçu; Oğuz Reşat Sipahi; Şöhret Aydemir; Bilgin Arda; Tansu Yamazhan; Alper Tunger; Sercan UlusoyGenişlemiş spektrumlu beta-aktamaz (GSBL) üreten Klebsiella pneumoniae suşlarının neden olduğu enfeksiyonlar küresel bir sağlık problemidir. Bu çalışmada, hastanemizde 2001-2005 yılları arasında mikrobiyolojik kanıtlı hastane kaynaklı bakteriyemi etkeni olarak izole edilen K.pneumoniae suşlarının çeşitli antibiyotiklere karşı direnç durumlarının ve GSBL pozitiflik oranlarının retrospektif olarak değerlendirilmesi ve 2003 Bütçe Uygulama Talimatı'nın direnç oranlarına etkisini incelemek amacıyla 2001-02 ve 2004-05 dönemlerindeki verilerin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Hastaların yatış tarihleri ve izolatların antibiyotik duyarlılık testi sonuçları hastane veri tabanından elde edilmiştir. 2003 Mart ayında yürürlüğe giren Bütçe Uygulama Talimatı'nın direnç oranlarına olası etkisini belirleyebilmek amacıyla, 2003 yılı verileri karşılaştırmaya dahil edilmemiştir. Kan kültürlerinden bakteri izolasyonu BacT/ALERT (bioMerieux, Durham, ABD) otomatize sisteminde yapılmış, izolatlar konvansiyonel yöntemlerle tanımlanmıştır. Suşların antibiyotik duyarlılıkları, Clinical Laboratory Standards Institution önerilerine göre disk difüzyon yöntemi ile belirlenmiştir. İzole edilen suşların hiçbirisinde karbapenemlere direnç gözlenmemiştir. 2001-02 ve 2004-05 dönemleri karşılaştırıldığında; Kpneumoniae suşlarının amikasin (sırasıyla %30 ve %19), sefuroksim (sırasıyla %55 ve %37), amoksisilin/klavulanik asit (sırasıyla %59 ve %46), piperasilin/tazobaktam (sırasıyla %51 ve %39) ve ko-trimoksazole (sırasıyla %53 ve %35) karşı direnç oranlarında istatistiksel olarak anlamlı bir azalma olduğu saptanmıştır (bütün p değerleri <0.05). Ayrıca 2001- 02 döneminde %49 olarak tespit edilen GSBL pozitif K.pneumoniae suş oranının, 2004-05 döneminde %35'e gerilediği ve bu düşüşün istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0.025). Bu başarının, Bütçe Uygulama Talimatı sonrasında geniş spektrumlu antibiyotik tedavisi başlanacak olan her hastanın, enfeksiyon hastalıkları uzmanları tarafından değerlendirilmesine ve mikrobiyoloji laboratuvarının daha etkin kullanımına bağlı olduğu düşünülmüştür.Öğe İç hastalıkları yoğun bakım ünitesinde gelişen infeksiyonların değerlendirilmesi(2005) Çağrı Büke; Oğuz Reşat Sipahi; Meltem Taşbakan; Tansu Yamazhan; Bilgin Arda; M. Ali Özinel; Fehmi Akçiçek; Sercan UlusoyBu çalışmanın amacı, yoğun bakım ünitelerindeki hastane infeksiyonlarmı çeşitli yönleri ile değerlendirmekti. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi iç Hastalıkları Anabilim Dalı Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ)'nde gelişen infeksiyonlar; etken mikro-organizmaları, antimikrobiyal ilaç kullanımı, YBÜ'de yatış süresi, mortalite ile maliyeti yönünden değerlendirilmiştir. Çalışma Aralık 2002 ile Mayıs 2003 tarihleri arasındaki beş aylık dönemde yapılmıştır. Bu dönemde YBÜ'de yatan hastaların günlük vizitleri yapılarak elde edilen veriler hazırlanmış olan hasta takip formlarına kaydedilmiştir. Infeksiyon tanıları Center for Disease Control and Prevention (CDC)'nin kriterleri esas alınarak konulmuştur. Maliyetler her bir hastanın bilgisayar kayıtları incelenerek çıkarılmıştır. Forma kaydedilen veriler SPSS 11.0 programı ile değerlendirilmiştir. Toplam 138 hasta (67'si erkek, 71'i kadın, yaş ortalamaları 53,37$\pm$18,32) 1467 hasta günü takip edilmiştir. Yirmidokuz hastada toplam 38 infeksiyon atağı gelişmiştir. Kümülatif YBÜ ınfeksiyon insidansı 21.0/100, insidans dansitesi ise 25,9/1000 olarak bulunmuştur. En sık damar içi kateter ile ilişkili kan dolaşımı infeksiyonu görülmüştür (13/38). Mortalite oranı infeksiyon gelişen hastalarda %24.1 bulunmuştur. Hastaların %26.0'sının yattığı süre boyunca hiç antibiyotik kullanmadığı görülmüştür. Buna karşılık, olguların %48.0'ında indikasyon, kullanılan antibiyotik, antibiyotiğin dozu ve süresi gözönünde bulundurulduğunda antibiyotiklerin uygunsuz kullanıldığı dikkati çekmiştir. İnfeksiyon gelişen olgularda yatış süresinin infeksiyon gelişmeyenlere göre 9.85$\pm$6.99 gün daha fazla olduğu saptanmıştır, infeksiyon gelişen hastaların YBÜ'de yattıkları süre içindeki ortalama yatış maliyetlerinin ortalama değeri 9.776$\pm$5.997 milyar TL. (6517.33$\pm$3998.00 dolar) bulunmuştur. İnfeksiyon gelişmeyenlerde ise bu rakam 6.492$\pm$7.474 milyar TL. (4328.00$\pm$4982.66 dolar) hesaplanmıştır (p<0.05). Sonuç olarak, YBÜ'de ortaya çıkan infeksiyonların hastaların yatış süresini uzattığı, maliyette önemli bir artışa yol açtığı görülmüştür. Ayrıca YBÜ'lerde akılcı antibiyotik kullanım genel ilkelerine uyumun dirençli bakteri infeksiyonlarınının gelişimini ve maliyetleri azaltmada yararlı olacağı görüşüne varılmıştır.Öğe İdrar kültürlerinden soyutlanan bakteriler ve çeşitli antibiyotiklere in-vitro duyarlılıklarının değerlendirilmesi(2006) Hüsnü Pullukçu; Işıkgöz Meltem Taşbakan; Şöhret Aydemir; Oğuz Reşat Sipahi; Ajda Turhan; Mehmet Ali Özinel; Sercan UlusoyToplum veya hastane kaynaklı üriner sistem infeksiyonları, yaygın antibiyotik kullanımına neden olan ve sık karşılaşılan infeksiyon hastalıklarıdır. Son yıllarda, hem hastane kaynaklı hem de toplum kaynaklı üriner infeksiyon etkenlerinde antimikrobiyallere karşı direnç artmaktadır. Bu çalışmada 2004 'te Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Bakteriyoloji Laboratuvarına gönderilen idrar kültürlerinden soyutlanan etkenlerin dağılımı ve bunların antibiyotik duyarlılıklarının retrospektif olarak incelenmesi amaçlanmıştır. İncelenen 24776 idrar örneğinden 4154 etken saptanmıştır (2129'u yatan hastalarda, 2025'i poliklinik hastalarında). Hastanede yatmakta olan hastalarda en sık soyutlanan bakteri Escherichia coli (% 52.4) olup bunu sırasıyla Klebsiella spp. (% 15.4), Pseudomonas aeruginosa (% 11.2), Enterococcus spp. (% 9.6), Enterobacter spp. (% 4.9), Acinetobacter spp. (% 3.4) ve Proteus spp. (%2.4) izlemiştir. Poliklinikten başvuran hastalarda da E.coli (% 71.5) en sık soyutlanan bakteridir, bunu Klebsiella spp. (% 15.5), Enterococcus spp. (% 3.5), Proteus spp. (% 3.3), P.aeruginosa (% 3) ve Enterobacter spp. (% 2.3) izlemiştir. E.coli kökenleri değerlendirildiğinde beta-laktamfbeta-laktamaz inhibitörleri kombinasyonları ile 2.-3. kuşak sefalosporinlere direnç oranları poliklinik hastalarında % 16-18, yatan hastalarda % 21-26.5 arasında olduğu görülmüştür. Aynı kökenlerde amikasine % 0.8-1.4, netilmisine % 2.8-4 direnç saptanmıştır. Yatan hastalardan soyutlanan E.coli kökenlerinin % 24.8'inde, poliklinik hastalarından soyutlanan E.coli kökenlerinin % 17.7'sinde genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz saptanmıştır (p<0.001). Bir hastadan vankomisine dirençli Enterococcus spp. kökeni soyutlanmıştır.Yatan hastalardan izole edilen Pseudomonas ve Acinetobacter kökenlerindeki yüksek direnç oranları dikkat çekicidir. Üriner sistem infeksiy onlarında antimikrobiyal tedaviye genelde ampirik olarak başlanmaktadır. Bu nedenle her bölgenin ve hastanenin kendi duyarlılık sonuçlarını belirli aralıklarla izlemesi gereklidir.Öğe İLK DOZ KOLİSTİN TEDAVİSİNİ TAKİBEN GELİŞEN TOKSİSİTE(2016) Cansu Bulut; Tansu Yamazhan; Meltem Işıkgöz Taşbakan; Hüsnü Pullukçu; Sercan UlusoyHastane kökenli dirençli Gram negatif bakterilerin etken olduğu infeksiyonların sıklığı giderek artmaktadır. Özellikle son yıllarda insidansı giderek artan karbapenem dirençli Enterobactericeae ailesine ait etkenler tedavi seçeneklerini kısıtlamaktadır. Bu infeksiyonlarda kolistin ile yapılan kombinasyonlu antibiyotik tedavileri tercih edilmektedir. Ancak kolistinin mevcut nefrotoksik ve nörotoksik yan etkileri hem kullanımını hem de tedavinin devamını zorlaştırmaktadır. Bu yazıda idrar kültüründe karbapenem dirençli Klebsiella pneumoniae üremesi nedeniyle kolistin kullanımının ilk dozu sonrasında nefrotoksik ve nörotoksik yan etkiler gelişen bir olgu sunulmuştur. İlk dozu takiben yoğun yan etki gelişen bu olgu, kolistin kullanımı sırasında yakın takibin öneminin vurgulanması amacıyla sunulmuşturÖğe Karbapenemlerin gram-negatif patojenlere karşı in vitro aktivitelerinin karşılaştırmalı değerlendirmesi: COMPACT çalışması Türkiye verisi(2011) Volkan Korten; Güner Söyletir; Nevzat Ata Yalçın; Dilara Öğünç; Başak Dokuzoğuz; Harika Esener; Sercan UlusoyBu çalışmada, doripenem, imipenem ve meropenemin gram-negatif klinik izolatlara karşı in vitro aktivitesinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Türkiye genelinde toplam 10 merkezden Eylül-Aralık 2008 tarihleri arasında, yoğun bakım ünitesi (YBÜ) ve YBÜ dışı hastalardan, toplam 596 adet klinik izolat toplanmıştır. Bunlardan %42.4’ü nozokomiyal pnömoni, %40.4’ü kan dolaşımı enfeksiyonu ve %17.1’i komplike intraabdominal enfeksiyon kaynaklı olup; %51.8’i YBÜ hastalarından alınmıştır. İzolatların %49.8’i Pseudomonas spp., %40.3’ü Enterobacteriaceae ve %9.9’u diğer gram-negatif etkenlerden oluşmaktadır. Her merkezde Etest® (AB Biodisk, Solna, İsveç) kullanılarak tüm izolatlar için doripenem, imipenem ve meropenemin minimum inhibitör konsantrasyonu (MİK) belirlenmiştir. İzolatlardan 188 (%31.5)’i en az bir karbapeneme dirençli bulunmuştur. Pseudomonas türlerine karşı doripenem için MİK50 değerleri meropeneme benzer olarak 1 mg/L bulunurken, imipenemden iki kat daha düşük olduğu izlenmiştir. Pseudomonas aeruginosa izolatlarının duyarlılıkları, doripenem için MİK 2 mg/L düzeyinde %64, imipenem ve meropenem için MİK 4 mg/L düzeyinde sırasıyla %53.9 ve %63 olarak tespit edilmiştir. Doripenem ve meropenem, Enterobacteriaceae türlerine karşı benzer aktivite gösterirken (MİK90 0.12 mg/L), imipenem dört kat daha az aktif (0.5 mg/L) bulunmuştur. Büyük çoğunluğunu Acinetobacter türlerinin oluşturduğu diğer gram-negatif basiller için doripenem MİK50 değeri 8 mg/L, diğer iki ilaç için ise 32 mg/L’dir. P.aeruginosa izolatları 8 mg/L MİK düzeyinde doripenem ile %84.2, meropenem ile %72.1 oranında inhibe olmuştur. Sonuç olarak doripenem, bu çalışmada toplanan patojenlere karşı genel olarak meropenem ile benzer ya da daha iyi; imipenemden ise belirgin olarak daha iyi in vitro aktiviteye sahiptir. Üç karbapenem arasında Pseudomonas türlerine karşı en aktif olan ilacın doripenem olduğu görülmüştür. Doripenem ve meropenem Enterobacteriaceae türlerine karşı benzer aktiviteye sahip olup, imipenemden en az dört kat daha aktiftir. Bu bulgular ışığında, hastanede YBÜ’de ya da YBÜ dışında tedavi gören nozokomiyal pnömoni, kan dolaşımı enfeksiyonu ve intraabdominal enfeksiyonu olan hastalar ile antibiyotik direnci gelişim riski olan hastaların antimikrobiyal tedavisinde doripenemin öne çıkan yeni bir antibiyotik olduğu kanısına varılmıştır.Öğe Kontrolsüz diyabetin sebep olduğu nötrofil hipogranülasyonu ve sık tekrarlayan piyojenik infeksiyon ile seyreden olgu(2013) Serhat Uysal; Bilgin Arda; Füsun Saygılı; Meltem Taşbakan Işıkgöz; Fatma Ardeniz Ömür; Ilgın Şimşir Yıldırım; Sercan UlusoyDiyabet birçok fizyolojik sistemi etkileyen bir hastalıktır. Bağışıklık sistemi de bunlardan biridir ve diyabet bağışıklık sisteminin çeşitli aşamalarını etkilemektedir. Bu yazıda kontrol edilmeyen diyabetin; ciddi ve sık tekrarlayan piyojenik infek- siyonlara ve nötrofil granülasyonunda azalmaya neden olduğu bir olgu sunulmuştur.Öğe Linezolid + rifampisin kombinasyonu ile tedavi edilen metisiline dirençli staphylococcus aureus’un neden olduğu beyin apsesi olgusu(2010) Oğuz Reşat Sipahi; İnanç Çağıran; Taşkın Yurtseven; Işıkgöz Meltem Taşbakan; Bilgin Arda; Alper Tüncer; Sercan UlusoyMetisiline dirençli Staphylococcus aureus (MRSA), tüm beyin apseleri göz önüne alındığında nispeten nadir bir etken olmakla birlikte, son yıllarda özellikle cerrahi sonrası gelişen beyin apselerinde daha sık gözlenmektedir. Bu olguların antibakteriyel tedavisindeki ilk seçenek vankomisindir. Bu raporda, moksifloksasin + vankomisin ve vankomisin + rifampisin kombinasyonlarına yanıt vermeyen, ancak linezolid + rifampisin ile tedavi edilebilen bir MRSA beyin apsesi olgusu sunulmuştur. Elli bir yaşında kadın hasta subaraknoid kanama ve orta serebral arter bifurkasyon düzeyinde anevrizma nedeniyle ameliyat olduktan 40 gün sonra yara yerinden pürülan akıntı gelişmesi üzerine hastaneye yatırılmıştır. Ateşi olmayan ve nörolojik muayene dahil, fizik muayenesinde patolojik bulgu saptanmayan hastanın bilgisayarlı tomografisinde “supratentorial kesitlerde sağ frontoparietal bölgede kalınlığı yaklaşık 1 cm’ye ulaşan subdural ampiyem ile uyumlu görünüm” saptanması üzerine yara yeri revizyonu amacıyla opere edilmiştir. Ampirik tedavi olarak moksifloksasin başlanan hastanın, ameliyat materyalinde MRSA üremesi üzerine tedaviye vankomisin (4 x 500 mg, IV) eklenmiştir. Konvansiyonel yöntemlerle tanımlanan izolat, disk difüzyon yöntemiyle yapılan antibiyotik duyarlılık testinde, levofloksasin, linezolid, rifampin, vankomisin ve teikoplanine duyarlı bulunmuştur. İki haftalık sürede tedaviye yanıt alınamayan hastada moksifloksasin kesilerek rifampin (300 mg 1 x 2) eklenmiştir. Vankomisin ve rifampin tedavisinin 10. gününde radyolojik olarak serebrit bulgularının da saptanması üzerine vankomisin tedavisi de kesilmiş ve linezolide (2 x 600 mg, IV) geçilmiştir. Tedaviye klinik olarak yanıt veren hastada kontrol tomografilerinde gerileme olması üzerine bu tedavi rejimine altı hafta süreyle devam edilmiştir. Tedavi sırasında herhangi bir hematolojik, böbrek veya karaciğer toksisitesi gelişmemiş; hastanın bir yıllık izlem süresinde ise relaps görülmemiştir. Sonuç olarak olgumuz, vankomisine yanıtsız beyin apsesi olgularında linezolidin alternatif bir tedavi seçeneği olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir.Öğe Meropenem ile tedavi başarısızlığı sonrası ampisilin/sulbaktam ile başarılı bir şekilde tedavi edilen Acinetobacter baumannıı menenjitli bir olgu(2006) Oğuz Reşat Sipahi; Hüsnü Pullukçu; Meltem Taşbakan; Tansu Yamazhan; Bilgin Arda; Tayfun Dalbastı; Tuncer Turhan; Şöhret Aydemir; Sercan UlusoyÇoğul antibiyotik dirençli Acinetobacter spp. menenjitleri mortalite ve morbiditeye neden olabilmektedir. Sulbaktamın ampisilinli ve sefoperazonlu kombinasyonu Acinetobacter türlerine karşı in-vitro olarak etkilidir. Bu bildiride yüksek doz meropeneme yanıtsız olup yüksek doz ampisilin/sulbaktam ile tedavi edilen bir Acinetobacter baumannii menenjit olgusu sunulmuştur.Öğe Mikrobiyolojik kanıtlı hastane kökenli Staphylococcus aureus bakteremilerinde direnç paternleri: 2001-2005 yıllarının değerlendirilmesi(2007) Oğuz Reşat Sipahi; Hüsnü Pullukçu; Şöhret Aydemir; Meltem Taşbakan; Alper Tunger; Bilgin Arda; Tansu Yamazhan; Sercan UlusoyHastanemizde 2001-2005 yılları arasında mikrobiyolojik kanıtlı hastane kökenli bakteremi etkeni olarak soyutlanan Staphylococcus aureus kökenlerinin direnç paternlerinin retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Metisilin direnci 2001'de % 73.8 iken 2005'de % 55.3 olmuştur. 2001-2002 ve 2004-2005 dönemleri karşılaştırıldığında metisilin, gentamisin, levofloksasin, eritromisin ve klindamisin direncinde istatistiksel olarak anlamlı (p<0.001) azalma saptanmıştır. 2003 bütçe uygulama talimatı sonrasında metisilin ve diğer antibiyotiklere karşı dirençteki istatistiksel olarak anlamlı düşüş uygulamanın yalnızca antibiyotik harcamalarında düşüşe değil, antibakteriyel dirençte azalmaya da neden olduğunu düşündürmektedir.Öğe Nadir görülen bir beyin apsesi etkeni: Nörotoksokariazis(2014) Esra Kıvrak Erdem; Oğuz Reşat Sipahi; Metin Korkmaz; Meltem Taşbakan Işıkgöz; Hüsnü Pullukçu; Bilgin Arda; Tansu Yamazhan; Sercan Ulusoyİnsanlarda toksokariazise bağlı; viseral larva migrans, oküler larva migrans ve gizli toksokariazis olmak üzere üç sendrom tanımlanmıştır. Nörotoksokariazis dördüncü bir sendrom olarak tanımlanabilirse de, çoğunlukla viseral larva migrans tablosunun içinde nörolojik hastalık olarak kabul edilmektedir. Bu raporda toksokariazise bağlı bir beyin apsesi olgusu sunulmaktadır. Elli altı yaşında kadın hasta baş ağrısı, sağ yüze ve dişlere vuran ağrı, sağ el dördüncü ve beşinci parmaklarda uyuşma şikayetleriyle hastanemize başvurmuştur. Çekilen kraniyal, difüzyon, dinamik manyetik rezonans görüntüleme (MRG)’de; supratentorial kesitlerde derin beyaz cevherde özgül olmayan natürde birkaç adet hiper intensite, solda frontal korteks derin beyaz cevherde, çevresinde belirgin ödem bulguları bulunan dinamik kontrastlı görüntülerde kontrast tutulumu göstermeyen yaklaşık 13 x 12 mm boyutunda bir lezyon görülmüştür. Stereotaktik biyopsinin histolojik incelemesinde beyin dokusunda yaygın histiosit infiltrasyonu saptanmıştır. Histokimyasal incelemede özgül bir etken bulunamamıştır. Serum ve beyin omurilik sıvısı örneklerine toksokariazis için uygulanan serolojik testlerde, western blot yöntemiyle pozitif sonuç alınmıştır. Enfeksiyon hastalıkları kliniğine yatırılan hastaya nörotoksokariazis tanısıyla albendazol (200 mg tablet 2 x 2) tedavisi başlanmıştır. Tedavinin 14. gününde çekilen kontrol kraniyal MRG’de lezyonda regresyon saptanan hastanın, albendazol tedavisinin bir aya tamamlanması planlanmıştır. Üç ay sonra kraniyal MRG için kontrole geldiğinde, hastanın 3 ay boyunca albendazol tedavisine devam ettiği öğrenilmiştir. Kontrol kraniyal MRG’de bir önceki tetkikle karşılaştırmalı muayenede sol frontal centrum semiovale düzeyinde takipte minimal regresyon gösteren ve sol serebral hemisferde 2 adet takipte stabil özelliklerde beyaz maddede T2A hiperintens lezyonlar izlenmiştir. Hasta albendazol ile başarılı bir şekilde tedavi edilmiş olup, progresyon açısından kontrollere çağırılarak halen takip edilmektedir. Sunulan bu olgu, ülkemizde ensefalit/beyin apsesi etiyolojisinde nadir de olsa nörotoksokariazisin de yer alabileceğini düşündürmektedir.