Arşiv logosu
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • Sistem İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Sözmen, Eser Yıldırım" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 20 / 33
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Alzheimer hastalığında beyin - omurilik sıvısında antikolinesteraz ve butirilkolinesteraz aktivitesi
    (Ege Üniversitesi, 2001) Sözmen, Eser Yıldırım
    [Abstract Not Available]
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Anti-angiogenic effect of propolis is closely related to the solvation method and biotransformation process
    (2019) Memmedov, Hikmet; Durmaz, Burak; Oktay, Latife Merve; Günel, Nur Selvi; Yıldırım, Hatice Kalkan; Sözmen, Eser Yıldırım
    …
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Biyoteknolojik transformasyon ile alerjen molekül içeriği azaltılmış propolisin kanser hücrelerinde apoptozis ve anjiyogenez üzerine etkisi
    (Ege Üniversitesi, 2019) Sözmen, Eser Yıldırım; Yıldırım, Hatice Kalkan; Günel, Nur Selvi; Memmedov, Hikmet; Durmaz, Burak; Oktay, Latife Merve
    Propolis arıların koruyucu etkilerinden faydalandıkları doğal bir üründür. Arılar propolisi, reçineden zengin ağaç ve bitkilerden topladıkları reçineyi tükürük enzimleri vasıtasıyla sindirip mumla karıştırarak kovanda hazırlar. Propolis koloniyi antibakteriyel, antifungal ve antiviral tehditlere karşı korur, arıların hastalık kapmasını önler. Propolis güçlü antioksidan, antiinflamatuar ve anti tümör etkileri nedeniyle insan sağlığının korunmasında uzun yıllardır kullanılmaktadır. Bir çok faydasının yanında içerdiği bazı bileşenler, özellikle kafeik asit esterleri ve hidrosinamik asit esterleri değişik alerjik komplikasyonlara neden olabilmektedir. Bizim çalışmamız da biyolojik transformasyonla alerjen içeriği düşürülmüş, propolisin kolon kanseri ve sağlıklı kolon hücre hatlarına sitotoksik, apoptik ve anjiogenetik etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Propolis örnekleri farklı çözgen ve yöntemlerle ekstre edilerek, farklı Lactobacillus plantarum suşları kullanılarak biyolojik transformasyon işlemi gerçekleştirilmiştir. Transformasyon sonrası tüm ürünlerin LC ms/ms'de içerik analizleri yapılmış ve daha sonra hücre kültürü çalışmalarına geçilmiştir. HCT-116 kolon kanseri hücre hattı üzerinde propolisin sitotoksik, apoptik ve anjiogenetik etkilerine bakılmıştır. Tüm propolis örnekleri deneylerimizdeki 28 paramere üzerinden değerlendirilmiş ve en etkili örnekler tespit edilmiştir. Çalışma sonucumuz, kolon kanserinde daha etkili sitotoksik, apoptotik, anti poliferatik ve anti anjiyogenik bir etkiye sahip, sağlıklı kolon hücre hattını koruyan apiterapevtik ürünün ortaya çıkmasını sağlamıştır. Çalışmamız tüm propolis örneklerinin spesifik hücre hattına duyarlı, polifenol içeriği ekstreye çıkaracak en iyi çözgeni belirlenmiş, ve kullanımı için güvenli doz aralığı belirlenmiş ürünlerin kanser tedavisinde kullanılmasını önermekte ve bunun propolis tedavisini daha özgün ve etkili hale getireceğinin savunmaktadır.;Propolis, Biyolojik Transformasyon, Antioksidan, Apopitosiz, Kolon kanseri, Anjiogenezis.;Propolis, Biological Transformation, Antioxidant, Apoptosis, Colon Cancer, Angiogenesis.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Can urinary biomarkers predict acute kidney injury in newborns with critical congenital heart disease?
    (2021) Sözmen, Eser Yıldırım; Yalaz, Mehmet; Uygur, Özgün; Köroğlu, Özge Altun; Kültürsay, Nilgün; Atay, Yüksel; Akisu, Mete
    Background/aim: Congenital heart disease (CHD) is the most common congenital malformation group and is the leading cause of newborn mortality in developed countries. Most of the infants with CHD develop preoperative or postoperative acute kidney injury (AKI). Acute kidney injury may develop before the serum creatinine rise and oliguria. Urinary biomarkers such as kidney injury molecule-1 (KIM-1), neutrophil gelatinase-associated lipocalin (NGAL), interleukin (IL)-18, and cystatin C may predict AKI in patients with critical CHD (CCHD) before the serum creatinine rise. In this study, we aimed to determine the AKI incidence among newborn patients with CCHD and investigate the predictivity of urinary biomarkers for AKI. Materials and methods: Newborns with a gestational age >34 weeks and birth weight >1500 g with a diagnosis of CCHD were enrolled in the study. Blood and urine samples were collected at birth, during the first 24–48 h, and in the preoperative and postoperative periods. Results: A total of 53 CCHD patients requiring surgery during the neonatal period were enrolled in the study. The 24–48 h KIM-1 levels of the cases with exitus were higher (P = 0.007). The 24–48 h cystatin C and preoperative NGAL levels were higher in patients with postoperative AKI (P = 0.02). Conclusion: In newborns with CCHD, high KIM-1 levels may predict mortality, whereas high cystatin C and preoperative NGAL levels may be indicative of AKI. These biomarkers deserve further investigation in larger study populations. Key words: Acute kidney injury, cardiovascular surgery, critical congenital heart disease, newborn, urinary biomarker
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    A critical review on human serum Paraoxonase-1 in the literature: truths and misconceptions
    (2021) Sözmen, Eser Yıldırım; Mackness, Michael
    Human serum paraoxonase 1 (PON1) appears to play an important role in the development of a large variety of diseases with an inflammatory component including heart disease, diabetes, rheumatic diseases, neurological diseases and cancer. As such PON1 research is rapidly expanding into new biomedical fields. Unfortunately, this rapid expansion has resulted in a number of problems due to poor experimental design and the spreading of mis conceptions in the literature. This review seeks to describe the basic properties of PON1 and the problems and mis conceptions that have arisen.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Doku hasarında antioksidan enzim değişiklikleri
    (Ege Üniversitesi, 1994) Sözmen, Eser Yıldırım; Erlaçin, Sermet
    ÖZET Bu çalışmanın amacı karaciğer marker enzimleri yanısıra eritrosit ve karaciğer dokularında antioksidan enzimler (SOD ve katalaz) ile bazı iz element tayinlerini yaparak MTO nun hepatotoksik etkisinin mekanizmasını ve erken tanıda bu enzimlerin değerini araştırmaktır. Çalışmamızda kullanılan yaklaşık.. 0+20 g ağırlığındaki Swiss albino türü erkek sıçanlar 3 gruba ayrıldı. Kontrol grubu (n=15) yaklaşık olarak 0.6ml distile su İP olarak verilirken MTO grubuna 12mg/kg BW (yaklaşık 0.6ml) MTO tek doz IP en j ekte edildi. MTO verildikten sonraki 4. ve 5. günlerde 9' ar sıçan kalblerinden kan alınarak öldürüldü. Plazma ve karaciğer dokularında AST ve ALT düzeyleri Hitachi 705 otoanalizörde OTK düzeyleri ise sitrulin ölçümü esasına dayalı spektrofotometrik yöntem ile tayin edildi. Eritrosit ve karaciğer dokusu katalaz aktiviteleri Aebi metodu iile ve SOD aktiviteleri ise Misra&Fridovich'e göre ölçüldü. Mn- SOD akti vitesi siyanür ile CuZn-SOD'un inaktivasyonu esasına dayalı method ile ölçüldü. Plazma AST ve ALT düzeylerinde herhangi bir değişiklik saptanamazken OTK düzeylerinin MT05 de anlamlı olarak arttığı bulundu. Karaciğer dokusunda 5. gün belirlenen AST ve ALT düzeylerindeki azalma histopatolojik bulgularla uyumludur. 4. gün eritrositer katalaz düzeyleri azalırken SOD de iki katına varan bir artma saptandı. Ayrıca karaciğer dokusu SOD ve katalaz düzeylerinin de MTO 5 grubunda belirgin olarak azaldığı gözlendi. Karaciğer dokusunda bakır düzeyleri değişmezken çinko ve selenyumun 4. gün belirgin olarak arttığı bulundu.68 Bu çalışmada elde edilen bulgular MTO metabolizması sırasında lipid peroksidasyonu artışı olduğunu ve karaciğerdeki antioksidan enzimlerin MTO ile inhibe olduğunu desteklemektedir. Bu çalışmadaki bir diğer önemli sonuç; eritrositer antioksidan enzim düzeylerinin karaciğerde hücre hasarı görülmeden önce oluşmasıdır. Sonuç olarak, eritrositer antioksidan enzim düzeylerini tayin etmenin karaciğer toksisitesinin erken tanısında yararlı olabileceğini söyleyebiliriz
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    The Effect of Melatonin on Oxidative status and Necrosis in Dorsal Skin Flaps
    (2005) Sezer, Ebru; Kerem, Hakan; Songür, Ecmel; Ateş, Utku; Uyanıkgil, Yiğit; Sözmen, Eser Yıldırım
    …
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    . Effects of Aspirin on Serum Total Antioxidant Activity in A Short Term Period
    (2014) Sözmen, Eser Yıldırım; Akçay, Yasemin; Köseoğlu, Mehmet; Çuhadar, Serap; Yiğit, Yavuz; Atay, Ayşşenur
    …
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Ege tıp öğretim elemanlarının sürekli mesleki gelişim konusundaki eğitim gereksinimlerinin belirlenmesi
    (2022) Sertöz, Şaziye Rüçhan; Göksel, Sibel; Şahin, Hatice; Sezer, Hale; Dökümcü, Ülküm Zafer; Sağın, Ferhan Girgin; Sözmen, Eser Yıldırım
    Amaç: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde görevli olan öğretim elemanlarının sürekli mesleki gelişimini (SMG) sağlayacak eğitici gelişim programlarının planlanması için eğitim gereksinimlerinin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Aralık 2019-Şubat 2020 ayları arasında yapılan kesitsel tipte araştırmadır. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde görevli olan 225 öğretim elemanına ulaşılmıştır. Araştırmanın verilerini öğretim elemanlarının eğitim gereksinimlerini belirlemeye yönelik hazırlanan dijital anket formu ile toplanmıştır. Veriler, SPSS 21 paket programında değerlendirilmiştir. Verilerin analizinde dağılım istatistikleri (frekans, yüzde, ortalama, standart sapma) kullanılmıştır. Bulgular: Öğretim elemanlarının %61,6’sı (n:98) Dâhili Bilimler, %17’si (n:27) Cerrahi Bilimler, %21,4’ü (n: 34) Temel Bilimlerde görev yapmaktadır. Öğretim elemanları SMG etkinliklerini ayda dört saat, belli zamanlarda tekrarlanan modüler program ve en az 2-5 öğretim yöntemi ile yürütülmesini istedikleri belirlenmiştir. Sürekli mesleki gelişim etkinliklerinde eğitim becerileri olarak asistanların ve Dr. Öğr. Üyelerinin eğitim becerileri konusunda ihtiyaçları olduğu saptanmıştır. Araştırma becerileri olarak asistan ve uzmanların yayın hazırlama ve bilimsel toplantı, diğer öğretim elemanlarının araştırma planlama konusunda gereksinimlerinin olduğu belirlenmiştir. Kişisel gelişim ve uygulama becerileri olarak asistan ve uzmanların bilimsel toplantı, diğer öğretim elemanlarının ise kişisel gelişimlerini destekleyecek eğitimlere ihtiyaçlarının olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Eğitici gelişim programlarının planlanmasında eğiticilerin gereksinimlerinin ve isteklerinin belirlenmesi sürekli mesleki gelişim etkinliklerinin başarısını etkilemektedir. Saptanan eğitim gereksinimleri doğrultusunda sürekli mesleki gelişim etkinlikleri düzenlenmesi önerilmektedir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrenci ve Öğretim Üyesi Değerlendirme Formları ile Yapılan Ölçümlere İlişkin Geçerlilik - Güvenilirlik
    (2020) Sözmen, Eser Yıldırım; Aydemir, Şöhret; Vatansever, Kevser; Çiçeklioğlu, Meltem; Kültürsay, Nilgün; Nazlı, Oktay; Batı, A. Hilal
    Giriş: Program değerlendirme etkinlikleri, EgeÜniversitesi Tıp Fakültesi’nde 2001 yılındabaşlayan program geliştirme çalışmalarınınönemli bir bileşeni olmuştur. Bu çalışmanınamacı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitimprogramını değerlendirmek için kullanılangüncellenmiş öğrenci ve öğretim üyesi blokve staj değerlendirme formları ile yapılanölçümlerin geçerlilik ve güvenilirliklerininbelirlenmesidir.Gereç ve Yöntem: Eğitim programını değerlendirmek için kullanılan ve en son 2017Ocak-Şubat aylarında güncellendikten sonra2017 Nisan-Haziran arasında pilot olarakuygulanan öğrenci ve öğretim üyesi blok ve stajdeğerlendirme formları ile yapılan ölçümlerinsonuçlarının güvenilirlik ve geçerliliği,metodolojik tasarım tipinde bir çalışmayladeğerlendirilmiştir. İç tutarlılık güvenilirliğininbelirlenmesinde Cronbach’ın alpha katsayısıhesaplanmıştır. Puanlayıcılar arası uyum vegüvenilirlik için sınıf içi korelasyon katsayısıkullanılarak tutarlılık araştırılmıştır.Kapsam geçerliliği için madde kapsam geçerlilikoranları, yapı geçerliliği için açımlayıcı faktöranalizi kullanılmıştır.Bulgular: Cronbach’ın alpha değerlerinin İkincive Üçüncü Sınıf Blok Değerlendirme formununiki faktörü dışında 0,7 üzerinde bulunması,güncellenen öğrenci ve öğretim üyesideğerlendirme formlarının sonuçlarıyla ilgili içtutarlılık güvenilirliğini desteklemektedir. Yapıgeçerliliği analizinde öğrenci formlarının, İkincive Üçüncü Sınıf Blok Değerlendirme Formudışında tek boyutlu olduğu, Öğretim ÜyesiDeğerlendirme Formu ise üç faktörlü yapıyasahip olduğu bulunmuştur.İkinci ve Üçüncü Sınıf Blok Değerlendirmeformunda Faktör II, Öğretim Üyesi Blok veStaj Değerlendirme Formunda ise Faktör IIIiçin puanlayıcılar arası uyum ve güvenilirlikkatsayılarının kabul edilebilir düzeylerin altındaolması bu boyutlar için yapılan ölçüme ilişkingüvenilirliği desteklememektedir.Sonuç: Bu çalışma EÜTF’nde kullanılan günceldeğerlendirme formlarıyla yapılan ölçümleringeçerlilik ve güvenirliğini destekleyen kanıtlarınyanı sıra, sonuçların yorum ve kullanımındadikkatli olunması gereken noktaları da ortayakoymuştur.Çalışma ayrıca, program değerlendirmeformlarının geçerlilik ve güvenirliğinin çokyönlü değerlendirilmesi açısından ülkemizdekitıp fakültelerine örnek teşkil edilebilir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    An Evalution of the Demographic and Clinical Characterictics of Patients with GM2 Gangliosidosis
    (2018) Er, Esra; Canda, Ebru; Yazıcı, Havva; Eraslan, Cenk; Sözmen, Eser Yıldırım; Uçar, Sema Kalkan; Çoker, Mahmut
    Aim: the purpose of our study is to submit the demographic, phenotypic and age at diagnosis characteristics of children with GM2 gangliosidosis. Materials and Methods: Patients with GM2 gangliosidosis who were referred to Ege University Faculty of Medicine, Department of Pediatrics, Division of Pediatric Nutrition and Metabolism between January 2004 and December 2016, were included in this study. Diagnosis was confirmed by determining the level of serum ?-hexosaminidase activity and genetic mutation analysis. the demographic and clinical features are reported for 8 patients with Tay-Sachs disease (TSD) and 6 with Sandhoff disease. Results: the mean age at diagnosis was 18.2 months (range 4-48 months) and 14.5 months (range 8-36 months) for patients with TSD or Sandhoff disease respectively. the initial and main complaint in 100% of the patients were neurological disorders, such as developmental delay, developmental regression or both; seizures and macrocephaly. None of the patients exhibited evidence of organomegaly. Cranial magnetic resonance imaging results were normal in 36% of the cases, 55% of the cases had bilateral thalami involvement presenting as T2 hyperintensity especially at the posterior thalami and 9% of cases had myelination delay. Conclusion: GM2 gangliosidosis disease should be considered for children with developmental regression and/or delay. To prevent a delay in diagnosis, ?-hexosaminidase activity in serum and genetic mutation analysis should be undertaken in suspected cases. Curative gene therapy may be available in the future.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    False Positive Diagnosis of Lysosomal Storage Disease Based on Dried Blood Spot Sample; Leucocyte Number of a Challenging Factor
    (2018) Sözmen, Eser Yıldırım; Dondurmacı, Meral; Uçar, Sema Kalkan; Çoker, Mahmut
    Aim: Recently dried blood spot (DBS) samples have been recommended as a screening test for Lysosomal Storage diseases. Although DBS samples have many advantages including non-invasiveness, cost and transportation, usage of these samples is limited by its high false positive rate. We aimed to investigate any possible effect of the leucocyte number on enzyme activity in dried blood samples in a retrospective study. Materials and Methods: Data was collected from subjects (n=263) for whom hematological parameters were available in the database of Ege University Hospital. the lysosomal enzyme activity results (alpha glycosidase, glycocerebrosidase, alpha galactosidase, sphingomyelinase and galactocerebrosidase) were re-evaluated with regard to the leucocyte number. Enzyme activities were measured using fluorometric and liquid chromatography-tandem mass spectrometry methods. Results: All enzyme activities closely correlated with the total number of leucocyte, since leucocytes are the main source of lysosomal enzymes. Glycocerebrosidase and galactocerebrosidase presented a positive correlation with the number of neutrophils and sphingomyelinase showed a positive correlation with the number of lymphocytes. When we recalculated the lysosomal enzyme activities with regard to the leucocyte number, the false positive rates for glycocerebrosidase, sphingomyelinase and alpha galactosidase decreased from 20%, 10.5% and 10.8% to 4.5%, 4.4% and 4.2%, respectively. Conclusions: Our data indicated that the enzyme activity in dried blood samples including low leucocyte number might be found lower than reference intervals resulting in false positive diagnosis. We concluded that the calculation of enzyme activity with regard to the number of leucocytes might produce more reliable results and might be helpful in decreasing the false positive rate.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    GENÇ YAŞLARDA GÖRÜLEN ATEROSKLEROTİK KALP HASTALIĞINDA CETP TAQ1B POLİMORFİZMİN ROLÜ.
    (2019) İlanbey, Bilal; Kayıkçıoğlu, Latife Meral; Sezer, Ebru; Özkınay, Ferda; Pehlivan, Sacide; Sağın, Ferhan Girgin; Sözmen, Eser Yıldırım
    …
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Induction of APAF-1 and TRAIL by bilberry tea in HCT-116 colon cancercell line
    (2019) Durmaz, Burak; Oktay, Latife; Memmedov, Hikmet; Günel, Nur Selvi; Yıldırım, Hatice Kalkan; Sözmen, Eser Yıldırım
    …
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Initial and Final Status of the Patients with Niemann Pick A and B: Ege University Experience
    (2018) Canda, Ebru; Yazıcı, Havva; Er, Esra; Uçar, Sema Kalkan; Onay, Hüseyin; Sözmen, Eser Yıldırım; Çoker, Mahmut
    Aim: Niemann-Pick disease (NPD) is a lysosomal storage disease caused by an insufficient activity of acid sphingomyelinase (ASM) resulting in the accumulation of sphingomyelin. Type A is an infantile neurovisceral fatal form characterized by hepatosplenomegaly and rapidly progressive neurological deterioration, while the Type B nonneuronopathic disease presents visceral form and sufferers usually survive into adulthood. Materials and Methods: Here we present clinical and molecular findings for 19 patients with NPD A/B. Results: Nineteen patients with ASM deficiency were enrolled in our study. Nine of them were female and ten patients were male. the median age of the patients was 7.5 years (minimum-maximum: 1-57 years), the median age at diagnosis was 3 years (minimum-maximum: 6 months-56 years). the median length of the follow up period was 4.07±3.8 years (range: 1 month-14 years). Eighteen patients had hepatosplenomegaly, one patient had splenomegaly. Pulmonary involvement was detected in 10 patients. Six patients died during follow up. Conclusion: Patients with Niemann Pick A/B have a high mortality and morbidity rate. There is a need for a safe and effective therapy for patients with NPD A/B to reduce splenomegaly, to improve liver and respiratory function and to reduce the rate of mortality and morbidity.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    İskemi-reperfuzyon hasarında böbrek dokusunda oksidan ve anti oksidanların araştırılması
    (Ege Üniversitesi, 1997) Onat, Taner; Sözmen, Eser Yıldırım
    İskemi-reperfuzyon hasarında NO'in rolü ile ilgili pek çok tartışmalı yayın vardır ve Egb761'in NO üzerine etkilerini araştıran hiçbir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmada EGb761'in NO ve antioksidan enzimler üzerine etkisi ve böbrek iskemi/reperfuzyon hasarında koruyucu etkisi olup olmadığını araştırdık. Bu çalışmada yaklaşık 200+50 g ağırlığında beyaz swiss sıçanlar kullanıldı. Anestezi sonrası Vargas ve arkadaşlarının modeline göre, sol böbrek arteri bağlanırken sağ böbrekler internal kontrol olarak saklandı. 60 dk iskemi sonrası hayvanlar dekapite edilerek her iki böbrek çıkarıldı. Böbreklerin bir yarısı biyokimyasal analizler için diğer yarısı histopatolojik tetkik için kullanıldı. Reperfuzyon sonrası 24. saatte serum fizyolojik (SF) verilen grupta istemik böbreklerde normal böbreklere göre, MDA düzeylerinde bir artış ve SOD ve katalaz aktivitelerinde bir azalma saptandı, buna karşın EGb761 verilen grupta SOD aktiviteleri normal ve istemik böbreklerde değişmedi. SF grubunda SOD ve katalaz aktiviteleri nekrozla değişirken Egb761 grubunda değişmedi. Reperfuzyonun 3. günü her iki grupta SOD aktiviteleri normale döndü. Rejenerasyon göstergeleri ile total nitrite düzeyleri arasında her iki grupta (+) korelasyon saptandı. Bu çalışmada Egb761 verilen 1. gün SOD aktivitesi istemik böbrek ile normal böbrek arasında bir fark göstermediği için Egb761'in SOD aktivitesini koruyucu etkisi olduğunu gösterdik. liskemi/reperfuzyon olan dokularda nitrite/nitrate düzeylerinin normalden daha yüksek olduğunu ve bu artışın Egb761 verilen grupta daha belirgin olduğunu ortaya koyduk. Egb761'in NO sentezi üzerine direkt etkisini gösterememiş olmamıza rağmen Egb761'in NO düzeylerini korumada yardımcı olabileceğini söyleyebiliriz. İskemi/reperfuzyon hasarında NO'in yararı daha önce gösterilmiş olduğu için EGB761'in istemik hasarın önlenmesinde tedavi edici olarak kullanılabilir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    İzmir ve Manisa bölgesinde, bağcılıkla uğraşan çiftçilerde organik fosfatlarla zehirlenme düzeyinin belirlenmesi ve kişilerin paraoksonaz genotipinin, korunmada rolünün araştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2005) Sözmen, Bülent; Sözmen, Eser Yıldırım
    [Abstract Not Available]
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Koroner arter hastalığının ön göstergesi olarak kolesterol ester transfer protein (CETP) gen polimorfizminin öneminin araştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2007) Sezer, Ebru D.; Sözmen, Eser Yıldırım
    Ateroskleroz tüm dünyada en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Aterogenezde merkezi bir rol oynayan LDL?nin oksidatif modifikasyonu ve koroner arter hastalığı ile HDL kolesterolün negative ilişkisi bunun bir kanıtıdır. HDL?nin antioksidan özellikleri apoA1 ve platelet activating factor acetyl hydrolase (PFAH) kadar paraoksonaz (PON) enzimine de bağlı olduğu çalışmalarad bildirilmiştir. Son yılarda plazma HDL kolesterol düzeylerinin düzenlenmesinde CETP?nin rolü gösterilmiştir. CETP geninde her ne kadar pek çok mutasyon ve polimorfizm tanımlanmış olsa da üzerinde en çok çalışılan polimorfizmi HDL düzeyleriyle ilişkili olan Taq1B polimorfizmidir. Bu veriler ışığında biz Türk toplumunda 50 yaş altındaki gençlerde, şu üç soruyu cevaplamak için vaka-kontrol çalışması yürüttük: a) KAH?da LDL?nin oksidatif parametrelerindeki değişikliğin CETP Taq1B polimorfizmi ile ilişkili olup olmadığı, b) değişik risk faktörlerine göre PON1 aktivitesi ve LDL?nin oksidasyona yatkınlığında bir etkilenme olup olmadığı, c) CETP Taq1B polimorfizminin gençlerde koroner arter hastalığı için bağımsız bir risk faktörü olup olmadığının araştırılması. Çalışmaya hasta grubu için, tipik göğüs ağrısı şikayetiyle başvurup AMI tanısıyla hastaneye yatırılan veya efor testi pozitif olan 97 kişi (<50 yaş) alındı. Renal, hepatik, malign veya immünolojik hastalığı olan kişiler çalışmaya alınmadı. Yine çalışmaya anjiografik olarak koroner arter hasalığı olmadığı kanıtlanmış ancak koroner arter hastalığı için risk faktörleri olan 14 kişi riskli gruba dahil edildi. 43 sağlıklı kişiden (14 erkek, 29 kadın) kontrol grubu oluşturuldu. Hasta grubu KAH için risk faktörlerinin (yaş, cinsiyet, sigara içimi, MI hikayesi, hipertansiyon ve aile hikayesi) sayısına göre değerlendirildi. Bu risk faktörleri, oksidatif stresde risk faktörlerin etkilerinin karşılaştırılmasında kullanıldı. Serum PON1aktiviteleri, LDL?nin oksidatif göstergeleri bütün gruplarda rutin biyokimyasal parametreler ile beraber bakıldı. Lökositlerden DNA ekstraksiyonunu takiben, CETP polimorfizmi PCR ile çoğaltılıp, restriksiyon enzimle kesilmesiyle belirlendi. Kadın hastaların trigliserid düzeyleri yüksek, apoA1 düzeyi ile paraoksonaz aktivitesi ise düşük olarak bulundu. Erkek hastalarda BMI değerleri yüksek, HDL ve apoA1 düzeyi ile paraoksonaz aktivitesinin ise düşük olduğu saptanmıştır. Ancak hasta grubundaki kadın ve erkekler birbirleri ile kıyaslandığında, biyokimyasal analizlerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır. (p>0.05) Bu da gençlerde cinsiyetin tek başına önemli bir risk faktörü olmadığını, HDL düşüklüğü ile birlikte PON1 düşüklüğünün daha önemli olduğunu bize gösterdi. Tüm gruplar aterosklerozla ilişkili risk faktörleri açısından değerlendirildiğinde, bir veya daha fazla risk faktörü olan kişilerde, stimüle LDL-TBARS düzeyi yüksek, HDL-kolesterol düzeyi ve paraoksonaz aktivitesi düşük bulundu. Bazal LDL-dien ve paraoksonaz aktivitesi arasında negatif bir korelasyon olması okside LDL PON?un LDL oksidasyonunu önlemedeki rolünü bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu çalışmada, kontrol grubunda üç genotipin dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmazken, hastalarda B1B2 genotipinin görülme sıklığı 10.536 kat daha fazla saptandı. Ancak hasta grubunda B1B1, B1B2 ve B2B2 genotipleri arasında yaş, BMI, bel kalça oranı ve biyokimyasal analizler açısından anlamlı farklılık görülmedi. B2B2 genotipinde HDL-kolesterol düzeyleri yüksek olmasına rağmen kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. CETP kütlesi hastalarda kontrollere gore anlamlı olarak düşük bulundu (2.32 ± 0.71 vs 3.14 ± 0.84 og/mL). TaqI polimorfizmine gore control grubunda CETP kütleleri arasında anlamlı bir fark görülmez iken B2B2 polimorfizmine sahip olan hastalarda CETP kütlesi diğer polimorfizmlere gore daha düşük olarak bulundu. B1B1 genotipindeki, hastalarda kontrollere göre, trigliserid düzeyleri yüksek, HDL kolesterol ve apoA1 düzeyleri düşük bulundu. LDL oksidasyon ürünlerinde ve paraoksonaz enziminde kontrollere göre farklılık bulunmaması bize B1B1 genotipindeki aterosklerozun oluşumunda, total kolesterol ve LDL-kolesterol yüksekliğinden ziyade trigliserid yüksekliği ve özellikle HDL-kolesterol ve apoA1 düşüklüğünün önemli olduğunu düşündürmüştür. Bu genotipe sahip kişilerde HDL düşüklüğü ve bununla bağlantılı olarak PON1 aktivitesinde azalmanın aterosklerozun oluşumunda temel rol oynadığı söylenebilir. Risk faktörlerinin sayısında artışla korele bir şekilde LDL-TBARS düzeylerinde artış, paraoksonaz aktivitesinde azalma görüldü. Bu durum bize LDL?nin oksidasyona hassasiyetinde artışı göstermesi açısından bu iki parametrenin ateroskleroz için erken risk faktörü olabileceğini düşündürdü. Son olarak, hastaların genotipleri kardiyovasküler durumlarıyla ilişkili bulunmamıştır.;Ateroskleroz, CETP mass, CETP polimorfizm, oksidan stres.;Atherosclerosis, CETP mass, CETP polymorphism.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Kronik etanol entoksikasyonunda antioksdidan enzimlerin rollerinin araştırılması
    (Ege Üniversitesi, 1995) Onat, Taner; Sözmen, Eser Yıldırım
    Bu çalışmanın amacı akut ve kronik etanol uygulaması sonrası karaciğer marker enzimleri yanı sıra eritrosit ve karaciğer dokularında antioksidan dokularında antioksidan (SOD ve Katalaz ) aktivitelerinde olabilecek değişiklikleri saptamak ve bu enzimlerin alkolün metabolizması ve oksidan etkisi ile ilişkisini saptamaktır. Çalışmamızda kullanılan yaklaşık 200+20 g ağırlığındaki Swiss albino türü erkek sıçanlar 4 gruba ayrıldı. Kontrol grubu (n=10) 0,6 ml dekstroz IP olarak verilirken akut etanol grubuna (n=10) 12 mg/kg BW (0,6ml) etanol tek doz IP enjekte edildi. Etanol verildikten sonraki 50. dakikada sıçanlar kalblerinden kan alınarak öldürüldü. Plazma ve karaciğer dokularında AST ve ALT düzeyleri Hitachi 705 otoanalizörde OTK düzeyleri ise sitrulin ölçümü esnasına dayalı spektrofotometrik yöntem ile tayin edildi. Eritrosit ve karaciğer dokusu Katalaz aktiviteleri Aebi metodu ile ve SOD aktiviteleri ise Misra&Fridovich'e göre ölçüldü. Mn-SOD aktivitesi siyanür ile CuZn-SOD'un inaktivasyonu esasına dayalı method ile ölçüldü. Plasebo kontrol grubuna (n=12) total kalorilerinin %36 sını oluşturacak şekilde dekstroz ve kronik etanol grubuna ise aynı miktar etanol 6 hafta süreyle verildi ve yukarıdaki örneklerde aynı analizler aynı yöntemlerle çalışıldı. Her iki grupta plazma ve karaciğer AST ve ALT ve OTK düzeylerinde herhangi bir değişiklik saptanamadı. Akut etanol verilmesi sonrası eritrosit Katalaz aktivitesinde belirgin bir artış ve SOD aktivitesinde belirgin bir azalma saptanmıştır. Karaciğerde ise her iki enzim aktivitesinde anlamlı bir değişiklik gözlenmedi. Kronik uygulama sonrası ise eritrositer Katalaz aktivitesi değişmezken karaciğer katalazında bir artma ve eritrositer SOD aktivitesinde azalma ve buna karşın karaciğerde SOD aktivitesinin değişmediği saptanmıştır. Akut ve kronik uygulamalarla SOD aktivitesindeki bu azalmanın serbest radikal oluşumunda artış ve buna bağlı enzim inhibisyonu ile bağlantılı olduğu düşünülmüştür. Katalaz aktivitesindeki değişiklikler ise etanol metabolizmasında bu enzimin önemli bir rolü olduğunu ortaya koymuştur.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Ldl'nin in vitro oksidasyonunun belirlenmesi ve paraoksonaz fenotipi ile ilişkisinin araştırılması
    (Ege Üniversitesi, 2000) Sözmen, Eser Yıldırım
    Ateroskleroz tüm dünyada en başta gelen ölüm nedenlerinden biridir ve ateroskleroz patogenezindeki en önemli patofizyolojik mekanizmanın okside LDL birikmesi olduğu ortaya konmuştur. LDL oksidasyonu HDL tarafından inhibe edildiği bilinmektedir. LDL'yi oksidasyona karşı korumada HDL'nin etkinliğinin yapısındaki paraoksonaz enziminin aktivitesine bağlı olabileceği öne sürülmektedir. Bu çalışmada LDL'nin oksidasyona yatkınlığı kendi laboratuar koşullarımızda değerlendirildi ve PON fenotipinin bu olaydaki etkisi araştırıldı. 30 erkek, 30 kadın olmak üzere toplam 60 sağlıklı ve gönüllü kişi bu çalışmaya alındı. LDL, LDL presipite edici madde ile izole edildikten sonra MDA, kolesterol, fosfolipid ve E vitamini düzeyleri çalışıldı. Cinsiyete veya PON fenotipine göre hiçbir parametrede değişiklik saptanmadı. LDL yapısındaki MDA düzeyi ile kolesterol arasında pozitif ve fosfolipid arasında negatif bir korelasyon olduğu gözlendi. LDL- vitamin E düzeyleri LDL'nin oksidasyona yatkınlığını direkt olarak etkilemedi. Sonuçlarımız, LDL oksidasyonundaki artmanın yüksek kolesterol ve düşük fosfolipid düzeyleri ile birlikte olduğunu ortaya koydu. PON fenotipinin LDL oksidasyonu üzerine etkisi konusunda daha kesin sonuçlar elde etmek için daha büyük çalışma grupları ile bu araştırmanın sürdürülmesi gerektiğine karar verildi.
  • «
  • 1 (current)
  • 2
  • »

| Ege Üniversitesi | Kütüphane | Açık Erişim Politikası | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Ege Üniversitesi Rektörlüğü Gençlik Caddesi No : 12 35040 Bornova - İZMİR, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim