Genç yaşlarda görülen aterosklerotik kalp hastalığında CETP Taq1B polimorfizminin rolü
Küçük Resim Yok
Tarih
2006
Yazarlar
Dergi Başlığı
Dergi ISSN
Cilt Başlığı
Yayıncı
Ege Üniversitesi
Erişim Hakkı
info:eu-repo/semantics/closedAccess
Özet
ÖZET Ateroskleroz tüm dünyada en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Aterogenezde merkezi bir rol oynayan LDL'nin oksidatif modifikasyonu ve koroner arter hastalığı ile HDL kolesterolün negative ilişkisi bunun bir kanıtıdır. HDL'nin antioksidan özellikleri apoAl ve platelet activating factor acetyl hydrolase (PFAH) kadar paraoksonaz (PON) enzimine de bağlı olduğu çalışmalarad bildirilmiştir. Son yılarda plazma HDL kolesterol düzeylerinin düzenlenmesinde CETP'nin rolü gösterilmiştir. CETP geninde her ne kadar pek çok mutasyon ve polimorfizm tanımlanmış olsa da üzerinde en çok çalışılan polimorfizmi HDL düzeyleriyle ilişkili olan TaqlB polimorfizmidir. Bu veriler ışığında biz Türk toplumunda 50 yaş altındaki gençlerde, şu üç soruyu cevaplamak için vaka-kontrol çalışması yürüttük: a) KAH'da LDL'nin oksidatif parametrelerindeki değişikliğin CETP TaqlB polimorfizmi ile ilişkili olup olmadığı, b) değişik risk faktörlerine göre PON1 aktivitesi ve LDL'nin oksidasyona yatkınlığında bir etkilenme olup olmadığı, c) CETP TaqlB polimorfizminin gençlerde koroner arter hastalığı için bağımsız bir risk faktörü olup olmadığının araştırılması. Çalışmaya hasta grubu için, tipik göğüs ağrısı şikayetiyle başvurup AMI tanısıyla hastaneye yatırılan veya efor testi pozitif olan 97 kişi (<50 yaş) alındı. Renal, hepatik, malign veya immünolojik hastalığı olan kişiler çalışmaya alınmadı. Yine çalışmaya anjiografik olarak koroner arter hasalığı olmadığı kanıtlanmış ancak koroner arter hastalığı için risk faktörleri olan 14 kişi riskli gruba dahil edildi. 43 sağlıklı kişiden (14 erkek, 29 kadın) kontrol grubu oluşturuldu. Hasta grubu KAH için risk faktörlerinin (yaş, cinsiyet, sigara içimi, MI hikayesi, hipertansiyon ve aile hikayesi) sayısına göre değerlendirildi. Bu risk faktörleri, oksidatif stresde risk faktörlerin etkilerinin karşılaştırılmasında kullanıldı. Serum PONlaktiviteleri, LDL'nin oksidatif göstergeleri bütün gruplarda rutin biyokimyasal parametreler ile beraber bakıldı. Lökositlerden DNA ekstraksiyonunu takiben, CETP polimorfizmi PCR ile çoğaltılıp, restriksiyon enzimle kesilmesiyle belirlendi. Kadın hastaların trigliserid düzeyleri yüksek, apoAl düzeyi ile paraoksonaz aktivitesi ise düşük olarak bulundu. Erkek hastalarda BMI değerleri yüksek, HDL ve apoAl düzeyi ile paraoksonaz aktivitesinin ise düşük olduğu saptanmıştır. Ancak hasta grubundaki kadın ve erkekler birbirleri ile kıyaslandığında, biyokimyasal analizlerinde istatistiksel olarak anlamlı 77farklılık bulunmamıştır. (p>0.05) Bu da gençlerde cinsiyetin tek başına önemli bir risk faktörü olmadığını, HDL düşüklüğü ile birlikte PON1 düşüklüğünün daha önemli olduğunu bize gösterdi. Tüm gruplar aterosklerozla ilişkili risk faktörleri açısından değerlendirildiğinde, bir veya daha fazla risk faktörü olan kişilerde, stimüle LDL-TBARS düzeyi yüksek, HDL-kolesterol düzeyi ve paraoksonaz aktivitesi düşük bulundu. Bazal LDL-dien ve paraoksonaz aktivitesi arasında negatif bir korelasyon olması okside LDL PON'un LDL oksidasyonunu önlemedeki rolünü bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu çalışmada, kontrol grubunda üç genotipin dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmazken, hastalarda B1B2 genotipinin görülme sıklığı 10.536 kat daha fazla saptandı. Ancak hasta grubunda BİBİ, B1B2 ve B2B2 genotipleri arasında yaş, BMI, bel kalça oranı ve biyokimyasal analizler açısından anlamlı farklılık görülmedi. B2B2 genotipinde HDL-kolesterol düzeyleri yüksek olmasına rağmen kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. BİBİ genotipindeki, hastalarda kontrollere göre, trigliserid düzeyleri yüksek, HDL kolesterol ve apoAl düzeyleri düşük bulundu. LDL oksidasyon ürünlerinde ve paraoksonaz enziminde kontrollere göre farklılık bulunmaması bize BİBİ genotipindeki aterosklerozun oluşumunda, total kolesterol ve LDL-kolesterol yüksekliğinden ziyade trigliserid yüksekliği ve özellikle HDL-kolesterol ve apoAl düşüklüğünün önemli olduğunu düşündürmüştür. Bu genotipe sahip kişilerde HDL düşüklüğü ve bununla bağlantılı olarak PON1 aktivitesinde azalmanın aterosklerozun oluşumunda temel rol oynadığı söylenebilir. Risk faktörlerinin sayısında artışla korele bir şekilde LDL-TBARS düzeylerinde artış, paraoksonaz aktivitesinde azalma görüldü. Bu durum bize LDL'nin oksidasyona hassasiyetinde artışı göstermesi açısından bu iki parametrenin ateroskleroz için erken risk faktörü olabileceğini düşündürdü. Son olarak, hastaların genotipleri kardiyovasküler durumlarıyla ilişkili bulunmamıştır
ÖZET Ateroskleroz tüm dünyada en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Aterogenezde merkezi bir rol oynayan LDL'nin oksidatif modifikasyonu ve koroner arter hastalığı ile HDL kolesterolün negative ilişkisi bunun bir kanıtıdır. HDL'nin antioksidan özellikleri apoAl ve platelet activating factor acetyl hydrolase (PFAH) kadar paraoksonaz (PON) enzimine de bağlı olduğu çalışmalarad bildirilmiştir. Son yılarda plazma HDL kolesterol düzeylerinin düzenlenmesinde CETP'nin rolü gösterilmiştir. CETP geninde her ne kadar pek çok mutasyon ve polimorfizm tanımlanmış olsa da üzerinde en çok çalışılan polimorfizmi HDL düzeyleriyle ilişkili olan TaqlB polimorfizmidir. Bu veriler ışığında biz Türk toplumunda 50 yaş altındaki gençlerde, şu üç soruyu cevaplamak için vaka-kontrol çalışması yürüttük: a) KAH'da LDL'nin oksidatif parametrelerindeki değişikliğin CETP TaqlB polimorfizmi ile ilişkili olup olmadığı, b) değişik risk faktörlerine göre PON1 aktivitesi ve LDL'nin oksidasyona yatkınlığında bir etkilenme olup olmadığı, c) CETP TaqlB polimorfizminin gençlerde koroner arter hastalığı için bağımsız bir risk faktörü olup olmadığının araştırılması. Çalışmaya hasta grubu için, tipik göğüs ağrısı şikayetiyle başvurup AMI tanısıyla hastaneye yatırılan veya efor testi pozitif olan 97 kişi (<50 yaş) alındı. Renal, hepatik, malign veya immünolojik hastalığı olan kişiler çalışmaya alınmadı. Yine çalışmaya anjiografik olarak koroner arter hasalığı olmadığı kanıtlanmış ancak koroner arter hastalığı için risk faktörleri olan 14 kişi riskli gruba dahil edildi. 43 sağlıklı kişiden (14 erkek, 29 kadın) kontrol grubu oluşturuldu. Hasta grubu KAH için risk faktörlerinin (yaş, cinsiyet, sigara içimi, MI hikayesi, hipertansiyon ve aile hikayesi) sayısına göre değerlendirildi. Bu risk faktörleri, oksidatif stresde risk faktörlerin etkilerinin karşılaştırılmasında kullanıldı. Serum PONlaktiviteleri, LDL'nin oksidatif göstergeleri bütün gruplarda rutin biyokimyasal parametreler ile beraber bakıldı. Lökositlerden DNA ekstraksiyonunu takiben, CETP polimorfizmi PCR ile çoğaltılıp, restriksiyon enzimle kesilmesiyle belirlendi. Kadın hastaların trigliserid düzeyleri yüksek, apoAl düzeyi ile paraoksonaz aktivitesi ise düşük olarak bulundu. Erkek hastalarda BMI değerleri yüksek, HDL ve apoAl düzeyi ile paraoksonaz aktivitesinin ise düşük olduğu saptanmıştır. Ancak hasta grubundaki kadın ve erkekler birbirleri ile kıyaslandığında, biyokimyasal analizlerinde istatistiksel olarak anlamlı 77While the triglyceride levels of the female patients were found to be elevated, apoAl levels and paraoxonase activities were low. Male patients were defined with high BMI, and all their HDL, apoAl levels were determined to be low with low paraoxonase activities. However, when the biochemical results of the male and females were compared within the patient group, no statistical significance was recognized (p>0.05). This points out that the gender is not a spesific risk factor for young people while low HDL levels with low PON1 activity is an important risk factor. When all groups were evaluated in relation to risk factors of atherosclerosis, the people having one or more of the risk factors, showed elevated LDL- TBARS levels with low HDL cholesterol and paraoxonase activity. The negative correlation between basal LDL-dien levels and the paraoxonase activity demonstrates the remarkable role of PON in preventing LDL oxidation. In this study, the distribution of the three genotypes of CETP TaqlB within control group did not show any statistical significance, while the frequency of B1B2 genotype was 10.536 times higher in the patient group. Still there was no statistical significance between BİBİ, B1B2, B2B2 genotypes in the patient group in respect of BMI, waist-hip ratio and the biochemical parameters. Even though the HDL-cholesterol levels were higher in B2B2 genotype, there was no significance in comparison to the control group. The patient group with BİBİ genotype showed higher triglyceride levels with low HDL cholesterol and apoAl levels, in comparison to the control group. There was no significant difference between BİBİ genotype and the control group in respect of LDL oxidation products and the paraoxonase enzyme activity. This brings forth the conclusion that high triglyceride levels and especially low HDL cholesterol, apoAl levels are more important than total and LDL cholesterol levels for atherosclerosis formation in BIB 1 genotype. As the number of the risk factors increased, the LDL-TBARS levels were elevated and PON activity was decreased. In view of these data, it is thought that through process of atherosclerosis LDL's susceptibility to oxidation is increased and the two parameters mentioned above can be used as early risk indicators. Another result that can be drawn from our data is mat the genotype of the patients did not have any effect or any direct relationship with their cardiovascular conditions. 80
ÖZET Ateroskleroz tüm dünyada en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Aterogenezde merkezi bir rol oynayan LDL'nin oksidatif modifikasyonu ve koroner arter hastalığı ile HDL kolesterolün negative ilişkisi bunun bir kanıtıdır. HDL'nin antioksidan özellikleri apoAl ve platelet activating factor acetyl hydrolase (PFAH) kadar paraoksonaz (PON) enzimine de bağlı olduğu çalışmalarad bildirilmiştir. Son yılarda plazma HDL kolesterol düzeylerinin düzenlenmesinde CETP'nin rolü gösterilmiştir. CETP geninde her ne kadar pek çok mutasyon ve polimorfizm tanımlanmış olsa da üzerinde en çok çalışılan polimorfizmi HDL düzeyleriyle ilişkili olan TaqlB polimorfizmidir. Bu veriler ışığında biz Türk toplumunda 50 yaş altındaki gençlerde, şu üç soruyu cevaplamak için vaka-kontrol çalışması yürüttük: a) KAH'da LDL'nin oksidatif parametrelerindeki değişikliğin CETP TaqlB polimorfizmi ile ilişkili olup olmadığı, b) değişik risk faktörlerine göre PON1 aktivitesi ve LDL'nin oksidasyona yatkınlığında bir etkilenme olup olmadığı, c) CETP TaqlB polimorfizminin gençlerde koroner arter hastalığı için bağımsız bir risk faktörü olup olmadığının araştırılması. Çalışmaya hasta grubu için, tipik göğüs ağrısı şikayetiyle başvurup AMI tanısıyla hastaneye yatırılan veya efor testi pozitif olan 97 kişi (<50 yaş) alındı. Renal, hepatik, malign veya immünolojik hastalığı olan kişiler çalışmaya alınmadı. Yine çalışmaya anjiografik olarak koroner arter hasalığı olmadığı kanıtlanmış ancak koroner arter hastalığı için risk faktörleri olan 14 kişi riskli gruba dahil edildi. 43 sağlıklı kişiden (14 erkek, 29 kadın) kontrol grubu oluşturuldu. Hasta grubu KAH için risk faktörlerinin (yaş, cinsiyet, sigara içimi, MI hikayesi, hipertansiyon ve aile hikayesi) sayısına göre değerlendirildi. Bu risk faktörleri, oksidatif stresde risk faktörlerin etkilerinin karşılaştırılmasında kullanıldı. Serum PONlaktiviteleri, LDL'nin oksidatif göstergeleri bütün gruplarda rutin biyokimyasal parametreler ile beraber bakıldı. Lökositlerden DNA ekstraksiyonunu takiben, CETP polimorfizmi PCR ile çoğaltılıp, restriksiyon enzimle kesilmesiyle belirlendi. Kadın hastaların trigliserid düzeyleri yüksek, apoAl düzeyi ile paraoksonaz aktivitesi ise düşük olarak bulundu. Erkek hastalarda BMI değerleri yüksek, HDL ve apoAl düzeyi ile paraoksonaz aktivitesinin ise düşük olduğu saptanmıştır. Ancak hasta grubundaki kadın ve erkekler birbirleri ile kıyaslandığında, biyokimyasal analizlerinde istatistiksel olarak anlamlı 77While the triglyceride levels of the female patients were found to be elevated, apoAl levels and paraoxonase activities were low. Male patients were defined with high BMI, and all their HDL, apoAl levels were determined to be low with low paraoxonase activities. However, when the biochemical results of the male and females were compared within the patient group, no statistical significance was recognized (p>0.05). This points out that the gender is not a spesific risk factor for young people while low HDL levels with low PON1 activity is an important risk factor. When all groups were evaluated in relation to risk factors of atherosclerosis, the people having one or more of the risk factors, showed elevated LDL- TBARS levels with low HDL cholesterol and paraoxonase activity. The negative correlation between basal LDL-dien levels and the paraoxonase activity demonstrates the remarkable role of PON in preventing LDL oxidation. In this study, the distribution of the three genotypes of CETP TaqlB within control group did not show any statistical significance, while the frequency of B1B2 genotype was 10.536 times higher in the patient group. Still there was no statistical significance between BİBİ, B1B2, B2B2 genotypes in the patient group in respect of BMI, waist-hip ratio and the biochemical parameters. Even though the HDL-cholesterol levels were higher in B2B2 genotype, there was no significance in comparison to the control group. The patient group with BİBİ genotype showed higher triglyceride levels with low HDL cholesterol and apoAl levels, in comparison to the control group. There was no significant difference between BİBİ genotype and the control group in respect of LDL oxidation products and the paraoxonase enzyme activity. This brings forth the conclusion that high triglyceride levels and especially low HDL cholesterol, apoAl levels are more important than total and LDL cholesterol levels for atherosclerosis formation in BIB 1 genotype. As the number of the risk factors increased, the LDL-TBARS levels were elevated and PON activity was decreased. In view of these data, it is thought that through process of atherosclerosis LDL's susceptibility to oxidation is increased and the two parameters mentioned above can be used as early risk indicators. Another result that can be drawn from our data is mat the genotype of the patients did not have any effect or any direct relationship with their cardiovascular conditions. 80
Açıklama
Bu tezin, veri tabanı üzerinden yayınlanma izni bulunmamaktadır. Yayınlanma izni olmayan tezlerin basılı kopyalarına Üniversite kütüphaneniz aracılığıyla (TÜBESS üzerinden) erişebilirsiniz.
Anahtar Kelimeler
Biyokimya, Biochemistry