Farklı periodontal hastalıklarda dişeti oluğu sıvısı aneksin-A1, karbonik anhidraz ve elongation faktör-1 gama seviyelerinin değerlendirilmesi
Yükleniyor...
Dosyalar
Tarih
2017
Dergi Başlığı
Dergi ISSN
Cilt Başlığı
Yayıncı
Ege Üniversitesi
Erişim Hakkı
info:eu-repo/semantics/openAccess
Özet
Periodontal hastalıklar, diş yüzeylerinde bulunan mikrobiyal dental plağın neden olduğu enfeksiyöz özellikler gösteren hastalıklardır. Sağlıklı bireylerde varolan mikrobiyal dental plak ile konak savunması arasındaki dengenin konak savunması aleyhine değişmesi sonucunda periodontitis gelişmektedir. Periodontitis, dişi çevreleyen bağ dokusu ve alveol kemiği yıkımı sonucunda cep oluşumu ile karakterize bir hastalık olup, aktif yıkım ve duraksama dönemleri içeren bölgeye özgü bir hastalıktır (2,8). Hastalığın ilerleme hızı ve şiddeti bireyden bireye farklılık göstermektedir (2). Periodontitisin daha sıklıkla karşımıza çıkan formu olan kronik periodontitis, yavaş seyreder. Her yaşta görülebilmesi ile birlikte daha çok erişkinlerde karşımıza çıkar. Görülen yıkım miktarı doğrudan varolan plak, diştaşı ve iyatrojenik faktörler ile doğru orantılıdır. Özellikle P. gingivalis, T. forsythensis, T. denticola gibi Gram (-) bakterilerin subgingival alandaki birikimlerinin, kronik periodontitisteki ataşman ve alveol kemik kaybından sorumlu olduğu kabul edilmektedir. Kronik periodontitiste, diyabet gibi sistemik hastalıkların varlığı, sigara kullanımı ve stres gibi çevresel faktörlerin etkisi ve konak savunmasının cevabını etkileyebilecek genetik faktörlerin bulunması hastalığın; ortaya çıkma riskini, şiddetini ve ilerleme hızını arttırabilmektedir (9). Periodontitisin bir diğer türü olan agresif periodontitis genellikle 30 yaşından daha genç, sistemik olarak sağlıklı bireyleri etkileyen ileri doku yıkımı ile karakterize bir hastalıktır. Kronik periodontitisden; ortaya çıkma yaşı, ilerleme hızı, subgingival mikrofloranın içeriği, immun cevaptaki değişiklikler ve ailesel yatkınlık gibi özellikler ile ayrılmaktadır (10). Lokalize ve yaygın agresif periodontitis olmak üzere iki formu bulunmaktadır. Kronik periodontitise benzer şekilde yıkım episodik olarak gerçekleşmektedir. Ancak bu episodlar hafta veya ay olarak değişebilmektedir. Varolan plak miktarı ve iyatrojenik faktörler ile meydana gelen yıkım arasında doğru bir orantının olmadığı belirlenmiştir (11). Agresif periodontitisli bireylerden elde edilen plak örneklerinde sıklıkla P. gingivalis, Agregatibacter Actinomycetemcomitans (A.a.), T. forsythensis bakterileri saptanmaktadır (10). Belirlenen plak miktarından bağımsız olarak ileri derecede ataşman kaybı ve alveol kemik yıkımı görülen bu hastalıkta dişeti çekilmesi sıklıkla görülmemekte, bununla birlikte sondalanan cep derinlikleri yüksek değerler ile karşımıza çıkmaktadır. Agresif periodontitisde iki farklı klinik tablo ile karşılaşılabilmektedir. Kemik yıkımının ve ataşman kaybının aktif olduğu dönemlerde dişetinde kanama, ödem ve süpürasyon gözlenirken, duraklama dönemlerinde dişeti pembe, kanamasız olup klinik olarak sağlıklı dişeti ile benzer özellikler gösterebilmektedir. 20 yıl öncesine kadar periodontal hastalıkların nedeninin diş yüzeyinde biriken dental plak olduğu ve plak içerisindeki bakteriler ve ürünlerinin ekstraselüler matris ile alveol kemiği yıkımına neden olduğu kabul edilmekteydi. Yapılan çalışmalar ile bu yıkımdan sadece bakterilerin sorumlu olmadığı, bu bakterilere karşı oluşan konak savunmasının da hastalığın oluşumu, ilerleyişi ve şiddetinde etkin bir role sahip olduğu görüşü kabul görmüştür. Periodontal hastalığın oluşması bakteriler ile konak savunması arasındaki dengeye bağlıdır. Bu dengenin bakteriler lehine değişmesi hastalığa neden olmaktadır. Bakteriler sulkus içerisinde hem kendi varlıkları hem de ürettikleri maddelerle, konak savunmasını harekete geçirirler. İlk önce subepitelyal bölgedeki damarlarda vazodilatasyon ve permeabilite artışı gözlenir. Ardından endotel hücreleri tarafından açığa çıkarılan adezyon molekülleri sayesinde lökositler damar çeperine doğru yaklaşır. Buradan da sirkülasyon dışına çıkarak önce bağ dokusuna ardından da bağlantı epiteline doğru ilerlerler. Aktive olan nötrofiller interlökin-1 (IL-1), interlökin-6 (IL-6) ve tümör nekroz faktör (TNF-?) gibi proenflamatuvar sitokinleri üretirler. Makrofajlar tarafından salınan maddelerle de çok farklı mekanizmalar ile ortamın özelliklerini değiştirir. İmmun yanıtın oluşmasında ve ilerlemesinde tek bir yol izlenmez. Uyarı yolları ile aynı anda birçok sistem harekete geçer. Bu mekanizmalar doku hemostazını sağlamak amacıyla kimi zaman sinerjitik kimi zaman ise antagonistik etki gösterirler (2,10). Lipocortin-1 olarak da bilinen ANX A1, antienflamatuvar olaylarda rol oynayan ve glukokortikoidler tarafından uyarılan kalsiyum bağlayabilen bir proteindir. ANX A1 molekülü, 37 kDa ağırlığındadır ve anneksin süperailesinin bir üyesidir. Kalsiyumun varlığında asidik fosfolipidlere yüksek bir afinite ile bağlanabilir. ANX A1, hücre içinde 5 farklılaşma, proliferasyon, membran onarımı ve apoptoz gibi olaylarda rol oynarken, ekstrasellüler olarak da çeşitli antienflamatuvar olaylarda görev alır (3). ANX A1, LPS ve IL-6 gibi proenflamatuvar sitokinler tarafından da düzenlenir. Enflamatuvar yanıtın kontrolünü sağlayan bir fren görevi görür. Pro- and antienflamatuvar olaylar arasındaki denge, çeşitli sistemik hastalıkların gelişimi ve kontrolünde büyük önem taşır. Bu nedenle ANX A1, sahip olduğu antienflamatuvar özellikler ile enflamasyonun sonlanmasında ve çeşitli sistemik hastalıkların kontrol altına alınmasında önem arz eder (3,4). Büyük bir çekal bakteriyel antikor olan ve irritabl bağırsak sendromunun patogeneziyle ilişkili bulunan CA I, asit-baz dengesinin sağlanmasında ve dolayısıyla pH ayarlamasında ve CO2 taşınmasında önemli rol oynadığı bilinmektedir (5,6). Gastrointestinal sistem içinde CA I yalnızca kolondan ekspresse edilir. Ayrıca, CA I ekspresyonu deneysel enteritin aktif aşamasında veya ülseratif kolit gözlenen hastalarda azalırken, remisyon aşamasında artış gösterir (6). İrritabl bağırsak sendromunun fare kolit modelinde CA I spesifik immünoterapinin etkinliği önceden gösterilmiştir (6). Bununla birlikte, CA I, 29 kDa uzunluğunda 261 amino asit içeren büyük bir proteindir ve karbonik anhidraz enzimleri, pH ve CO2 homeostazını düzenleyen sitokin yanıtı ile ilişkili metabolik enzimlerdir. CA, karbondioksitin bikarbonata geri dönüşümlü hidrasyonunu katalizleyen bir metaloenzimdir ve asit-baz dengesinin düzenlenmesinde esastır. Karbondioksitin taşınması, pH regülasyonu, iyon transportu, mide asidinin oluşumu, kemik rezorpsiyonu, kemik kalsifikasyonu ve tümor oluşumu gibi birçok fizyolojik ve patolojik olayda CA'nın rolü gösterilmiştir. Son yıllarda, CA otoantikorları, bazı otoimmun ve idiyopatik hastalıklarda, karsinomlarda gösterilmiş olsa da bu immün cevabın altında yatan mekanizmalar henüz tam olarak aydınlatılamamıştır (5,6). Genellikle, tüm ökaryotik hücrelerde bulunan elongasyon faktör 1-alfa (EF-1?), hücre büyümesi, motilite, protein döngüsü, sinyal iletimi DNA replikasyon / onarım protein ağı ve apoptozis ile bağlantılı pek çok fonksiyona sahip gibi görünmektedir (12, 13). EF-1?, çeşitli mikroorganizmalar için patojenite veya virülans özellikleri açısından incelenmiştir (14-16). Giardia EF-1? proteini, trofozoitlerdeki nükleer bölgeye lokalize olur ancak konak-hücre etkileşimi sırasında sitoplazmaya yeniden yerleşir. Giardia EF1? proteininin, Giardia intestinalis trofozoitlerinin ekskresyon-sekresyon ürünlerinin bir üyesi olarak Giardia enfeksiyonlarında önemli olduğu öne sürülmüştür (15).Parazitin apikal bölgesinde yer alan Cryptosporidium parvum (C. parvum) EF-1? proteini, cryptosporidial sitoskeletal kompleks oluşumuna aracılık eder. Anti-EF-1? mAb'nın, konak hücrelerinin C.parvum tarafından istilasını önemli ölçüde inhibe ettiği in vitro olarak gösterilmiştir. Bu sonuçlar, C.parvum EF-1?'nın, parazitin, konak hücrelerine girişine aracılık etmede önemli bir rol oynadığını ve bu nedenle de cryptosporidiosis'e karşı aday bir aşı antijeni olabileceğini göstermektedir (16). EF1-gama'nın, translasyon esnasında aminoasil tRNA'nın 80S ribozomlarına taşınmasına aracılık eden G proteinlerinden biri olan EF1'in bir alt birimi olduğu bilinmektedir. EF1-gama mRNA ekspresyonu, biyopsi örneklerinde saptanabildiğinden, tümör dokusundaki aşırı ekspresyonu, tümörlerin agresif karakterini tahmin etmede preoperatif yararlı bilgiler sağlayabilir (7). Önceki çalışmalardan bazıları, EF-1?' nın, aktin filamentleri veya mikrotübüller ile bağlanabileceğini göstermiştir (12,16). Özellikle, EF-1?' nın bir sitoskeleton-bağlayıcı protein olduğu ve aktin filamentlerinin ve mikrotübüllerin çapraz bağlanmasında ve düzenlenmesinde rol oynadığı bildirilmiştir (12-14).
Açıklama
Araştırma projesi -- Ege Üniversitesi, 2017