Akut rejeksiyonda ve kronik allograft nefropatisinde panel reaktif antikor ve Fc? reseptör gen polimorfizmi
dc.contributor.advisor | Mir, Sevgi | |
dc.contributor.author | Özkayın, Neşe | |
dc.date.accessioned | 2024-08-19T19:49:07Z | |
dc.date.available | 2024-08-19T19:49:07Z | |
dc.date.issued | 2004 | |
dc.department | Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı | en_US |
dc.description | Bu tezin, veri tabanı üzerinden yayınlanma izni bulunmamaktadır. Yayınlanma izni olmayan tezlerin basılı kopyalarına Üniversite kütüphaneniz aracılığıyla (TÜBESS üzerinden) erişebilirsiniz. | en_US |
dc.description.abstract | 6. ÖZET Böbrek tx, son dönem böbrek yetmezliğini rölatif olarak ortadan kaldıran tek tedavi yöntemidir. Başarılı tx, sadece yaşam süresini arttırmaz, aynı zamanda hastaların yaşam kalitesini de düzeltir. Ancak, akut ve kronik fonksiyon bozuklukları çoğu zaman graft kaybına yol açmakta ve pekçok hasta yeniden diyaliz programına dönmektedir (3). Akut rejeksiyon, tx sonrası 1 yıllık sürede graft kaybının en önemli nedenidir (4). Pekçok çalışmada, akut rejeksiyon, gelişecek kronik rejeksiyon için bir risk faktörü olarak tanımlanmıştır (5, 6). Akut rejeksiyon sıklığı ve şiddeti arttıkça kronik rejeksiyon ve graft kaybı artmaktadır. Hatta bazı araştırmacılar akut rejeksiyon oluşmadan kronik rejeksiyon gelişemeyeceğini iddia etmişlerdir (4). Ancak, bunun yanında, pretx dönemindeki, tx esnasındaki ve posttx dönemdeki pekçok faktör de kronik rejeksiyon gelişimine zemin hazırlar. Geç dönem allograft yetersizliğinin en önemli nedeni, tek başına kronik rejeksiyondur (7, 8, 9, 10). Rejeksiyona etki eden pek çok risk faktörü tanımlanmıştır. Bunlar alıcı ve donörün cinsiyeti ve yaşı, donörün tipi, alıcı-donör HLA ve ABO uyumu, cross-match durumu, alıcının primer hastalığı, tx öncesi uygulanan diyaliz süresi, pretx HT varlığı, pretx uygulanan kan transfüzyonları, soğuk ve sıcak iskemi süresi, posttx dönemde ortaya çıkan HT, tıiperlipidemi, hastalık rekürrensi, kullanılan immunsupresif ilaçlara bağlı ortaya çıkan toksisite, posttx geçirilen CMV ve HCV enfeksiyonu, posttx ilk 1 aydaki İYE, İYE sıklığı ve tedavi protokolü ile merkezin bakım kalitesidir (6). Kronik diyaliz hastalarına eritropoetinin yaygın uygulanması sonucu azalan transfüzyon gereksinimi duyarlılık kazanan hasta sayısını azaltmıştır. Buna rağmen, hastada daha önce oluşmuş antikor varlığını gösteren panel reaktif antikor testi, graft rejeksiyonu ve yaşam süresini etkileyen bir faktör olarak önemini corumaktadır(ll). Genel risk faktörlerinin yanında, son dönemde yapılan moleküler çalışmalar, birbirleriyle ilişkili çok sayıda sürecin özellikle akut allograft reddinde olmak üzere graft »ağkalımında etkili olduğunu göstermiştir. Allografta yamt olarak antikorlar iretilebilmektedir. Antikorlar ya kompleman sistemini aktive eder veya inflamatuar hücreler izerindeki Fc reseptörlerine bağlanırlar. Antikorlar, Tc lenfositlerine Fc reseptörleri ve hedef lücreyi kaplayan Fab2 bölgeleri ile bağlandıklarında, antikor bağımlı hücre aracılı »itotoksiteye neden olurlar. Tc lenfositleri ve NK hücreleri ile beraber IgG için Fc reseptörleri îkprese eden monosit ve makrofajlar da antikor bağımlı hücre aracılı sitotoksiteye aracılık îdebilirler. Bu şekilde, immun yamt modifiye olur ve graft rejeksiyonu indüklenir (12). 109Hücresel ve humoral immun yanıt rejeksiyondan sorumlu mekanizmalardır. PRA ve FcyR ADCC yoluyla rejeksiyona neden olmaktadır. Bu çalışmanın amacı, benzer yolu kullanan PRA ve FcyR gen polimorfîzminin, çocuklardaki renal tx sonrası akut rejeksiyona ve KAN' ne etkisinin olup olmadığının belirlenmesidir. Bu çalışma, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Organ Nakli ve Transplantasyon Merkezinde, 1989 - 2003 yılları arasında böbrek tx yapılan çocuk hastalarda yapıldı. Çalışma 2 grupta değerlendirildi. Birinci grubu, tx yapılmış 56 çocuk hasta oluşturdu. Bunların 31'i (%55.3) kız, 25'i (%44.7) erkek olup yaş ortalaması 15.77 ± 4.72 yıl olarak saptandı. İkinci grup, kontrol grubu olarak alınan 115 sağlıklı bireyden oluşturuldu. Bunların 59'u (%51.3) kadın, 56'sı (%48.7) erkek olup yaş ortalamaları 28.07 ± 6.52 yıl belirlendi. Birinci grubu oluşturan hastalar akut rejeksiyon atağı geçirenler ve geçirmeyenler; kronik rejeksiyon atağı geçirenler ve geçirmeyenler şeklinde gruplandınldı. Hastalar cinsiyeti, yaşı, primer hastalık, hastalık tanı yaşı, KBY yaşı, tx'a kadar geçen süre, tx yaşı, akut rejeksiyon gelişimi, tipi, zamanı ve akut rejeksiyon gelişimine etki eden faktörler olan doku uyumunun derecesi (HLA uyumu, HLA-DR uyumu, MM sayısı), donöre ait faktörler (yaşı, cinsiyeti), alıcıya ait faktörler (yaşı, cinsiyeti, primer hastalık), donör tipi, soğuk iskemi zamanı, gecikmiş graft fonksiyonu ve posttx 1. haftadaki ortalama Cr değerleri, diyaliz süresi, tx öncesi kan transfüzyonlan ve immunizasyon, cross-match, immunsupresif tedavi protokolü, CMV, HCV, HBV enfeksiyonları, kronik rejeksiyon gelişimi, zamanı, kronik rejeksiyon oluşumunu etkileyen faktörler olan doku uyumunun derecesi (HLA uyumu, HLA-DR uyumu, MM sayısı), alıcının PRA titresi, alıcıya ait faktörler (yaşı, cinsiyeti), donöre ait faktörler (yaşı, cinsiyeti ), soğuk iskemi süresi, gecikmiş graft fonksiyonu ve posttx 1. haftadaki ortalama Cr değerleri, erken ve geç akut rejeksiyon atakları, tx sonrası geçirilen enfeksiyonlar, alıcıda HT varlığı, rekürrens varlığı, de- novo hastalık varlığı, alıcıda hiperlipidemi varlığı, IgG ve IgG subgrup değerleri, graft yaşam süresi, FcyR gen ekspresyonu ve allel gen sıklığı açısından değerlendirildi. Sağlıklı bireylerin ve canlı donörlerin FcyR gen ekspresyonu ve allel gen sıklığı çalışıldı. Akut rejeksiyon atağı geçirenler ve geçirmeyenler; kronik rejeksiyon atağı geçirenler ve geçirmeyenler, hasta ve kontrol grubu bütün bu parametreler açısından karşılaştırıldı. Çalışmaya dahil edilen böbrek tx yapılan olguların 31'i kız (%55.3), 25'i erkek (%44.7) olup yaş ortalaması 15.77 + 4.72 yıl, yaş dağılımı 3.5-23.5 yaş olarak saptanmıştır. Kontrol grubu olarak alınan 115 sağlıklı bireyin 59'u (%51.3) kadın, 56'sı (%48.7) erkek ve yaş ortalamaları 28.07 ± 6.52 olarak belirlenmiştir. 110Çalışmada donörlerin 23'ü (% 41.1) canlı, 33'ü (% 58.9) kadavradır. Donörlerin 30'u (%53.6) kadın iken, 26'sı (%46.4) erkektir. Donör yaş ortalaması 33.01 ± 13.01 yıl olarak bulunmuştur. 23 canlı donörün 18'i (%78.3) kadınken 5'i (%21.7) erkektir. Canlı donörlerin yaş ortalaması 37.96 ± 5.24 yıl, 33 kadavra donörün 12'si (%36.4) kadm, 21 'si (%63.6) erkek olup yaş ortalamaları 29.56 ±15.18 yıldır. KBY etiyolojisi yönünden olgularımız değerlendirildiğinde 16 (%28.5) olgu VUR, 12 (%21.4) olgu KPN, 9 (%16.0) olgu FSGS, 5 (%8>9) olgu MPGN, 2 (%3.6) olgu IgA nefropatisi, 3 (%5.4) olgu kronik GN, 2 olgu (%3.6) kronik tubulointerstisyel nefrit olarak saptanmıştır. Konjenital renal anomaliler, FMF-amiloidoz, Alport sendromu, konjenital NS, MGN, RTA, PAN birer (%1.8) olguda etiyolojik neden olarak görülmüştür. Bu sonuçlar da, NAPRTCS, USRDS ve İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Pediatrik Nefroloji Bilim Dalı verileriyle uyumlu bulunmuştur. Bizim serimizde, olguların 13'ünde (%23.2) akut rejeksiyon gözlenmiştir. Tüm akut rejeksiyonlarm 8'i (%61.5) vasküler tip, 5'i (%38.5) sellüler tip akut rejeksiyondur. Tüm olgular ilk akut rejeksiyon atağını ilk 1 ay içerisinde geçirmiş, bu olgulardan 5'inde (%38.5) bir akut rejeksiyon atağı gözlenirken, 8'inde (%61.5) 2. akut rejeksiyon atağı görülmüştür. Bunların 6'sı (%46.2) 2. atağı 2. ayda, l'i (%7.7) 3.5. ayda ve l'i (%7.7) 13. ayda geçirmiştir. Olgulardan birinde (%7.7.) 4.ayda 3.akut rejeksiyon atağı saptanmıştır. Çalışmamızda, renal tx uygulanan hastalanmızın 7'sinde (%12.5) posttx dönemde kronik rejeksiyon gözlenmiştir. Bunların 5'inde (%71.4) daha önce geçirilmiş akut rejeksiyon atağının olduğu görülmüştür. Önceden akut rejeksiyon atağı geçiren 5 olgunun 3'ü (%60) 2 akut rejeksiyon atağı geçirmiştir. Önceki akut rejeksiyon ataklarının 4'ü vasküler, l'i sellüler tip olarak değerlendirilmiştir. Bu olguların l'i (%14.3) ilk 1-3 ay içerisinde, 2'si (%28.6) 12-24 ayda ve diğer 4'ü (%57.1) 24 aydan sonra kronik rejeksiyon geçirmiştir. Literatürle paralel olarak ilk 1 ay içerisinde akut (özellikle vasküler) rejeksiyon atakları geçirenlerde kronik rejeksiyon istatistiksel olarak anlamlı sayıda fazla bulunmuştur. Çalışmamızda rejeksiyona etki eden faktörlerin başında gelen gelen PRA, pretx 4 hastada balımış ve (-) sonuç elde edilmiştir. Bunlardan biri canlıdan, 3'ü kadavradan tx olmuştur. Bunlardan birinde 4.5 yaşında kadaverik tx olup ilk hafta içinde akselere rejeksiyon ile graft kaybı gözlenmişitir. Hiçbirinin posttx dönemde PRA değeri pozitifleşmemiştir. Literatürde, PRA pozitifliği, akselere rejeksiyon için de bir risk faktörü olarak gösterilmesine rağmen PRA (-) hastamızda akselere rejeksiyon gelişmiş olması, bugünün teknik şartlarında bakılamayan HLA Ag'lerine karşı pozitifliği düşündürmektedir. 111Hastaların tümünde posttx PRA değerlendirilmiştir. Sadece 3 (%5.3) hastada PRA pozitifliği saptanmıştır. Bunlardan 2' sinde HLA sınıf I pozitifliği saptanırken birinde HLA sınıf II pozitifliği saptanmıştır. Hastalardan biri babadan, 2' si anneden olmak üzere üçü de canlıdan tx olmuştur. Babadan tx olup HLA sınıf I pozitifliği saptanan hastada posttx 3.5 yılda, anneden tx olup HLA sınıf II pozitifliği saptanan ve anneden tx olup HLA sınıf I pozitifliği saptanan 2 olguda pozitiflik posttx 1.5 yılda saptanmıştır. Bu hastaların hiçbirinde pretx PRA bakılmamıştır. HLA sınıf I pozitifliği saptanan 1 olguda sadece akut rejeksiyon saptanırken HLA sınıf II pozitifliği saptanan 1 olguda akut ve kronik rejeksiyon gözlenmiştir. Bu olguların graft yaşam süreleri HLA sınıf I pozitifliği olup babadan tx olan kız hastanın 53 ay, HLA sınıf II pozitifliği olup anneden tx olan kız hastanın 28 ay ve HLA sınıf I pozitifliği olup anneden tx olan erkek hastanın ise 26 aydır. Halen hiçbir hastada graft disfonksiyonu gözlenmemiştir. Posttx PRA pozitifliği saptanan 3 hastanın 2' sinde (%66.6) rejeksiyon ataklarının varlığı literatür ile uyumlu PRA pozitifliğinin önemini göstermektedir. HLA sınıf I antikorlarının rejeksiyon için daha önemli olduğu vurgulanmasına rağmen HLA sınıf II antikorları saptanan olguda hem akut hem de kronik rejeksiyon gözlenmiştir. Halen KAN tanısı ile izlenen olgunun sınıf II antikor pozitifliği, bu Ag'lerin rejeksiyon süresince hedef rol oynadığını vurgulamaktadır. Önceden yapılan çalışmalar, renal allograft yaşamı ile alıcının serumundaki FcyR blokerlerinin bulunması arasında bir korelasyon olduğunu bildirmişlerdir (189). Bizim çalışmamızda, FcylIA genotipinin akut rejeksiyon üzerinde anlamlı etkisi olduğu saptanmıştır. RR genotipindeki bireylerde HH+HR genotipine sahip bireylere göre akut rejeksiyonun istatistiksel açıdan anlamlı fazla olduğu, HH genotipindeki bireylerde ise HR+RR genotipine sahip bireylere göre akut rejeksiyonun belirgin fazla olmadığı görülmüştür. Çalışmamızda, RR genotipinin varlığı, akut rejeksiyon riski 6.200 kat arttırmıştır. Bu da, Grifths ve arkadaşlarının çalışmasındaki gibi, RR genotipine sahip Direylerde immun kompleks atılımının azalması ve dolaşımdaki immun komplekslerin akut rejeksiyonu tetiklemesine bağlı olacağı düşünülmüştür. FcylIA genotipinin kronik rejeksiyondaki etkisi ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Ne RR genotipindeki bireylerde HH+HR genotipine sahip bireylere göre ne ie HH genotipindeki bireylerde HR+RR genotipine sahip bireylere göre kronik rejeksiyon belirgin fazla değildir. RR genotipinin varlığının, kronik rejeksiyon riskini istatistiksel anlamlı 112arttırmadığı saptanmıştır. Bu da, kronik rejeksiyon olan hasta sayısının az olmasına bağlanabilir. Çalışmamızda, FcylHA genotipinin akut ve kronik rejeksiyon üzerinde istatistiksel açıdan anlamlı etkisi olmadığı saptanmıştır. Ne AA genotipindeki bireylerde CC+AC genotipine sahip bireylere göre ne de CC genotipindeki bireylerde AC+AA genotipine sahip bireylere göre akut ve kronik rejeksiyonun belirgin fazla olmadığı görülmüştür. Dolayısıyla, FcylIIA genotipinin akut ve kronik rejeksiyon riskini anlamlı artırmadığı görülmüştür. Bu da, literatürde SLE'li Japon hastalarda FcyRIHA genotipleri ile ciddi seyirli hastalık tipi arasındaki ilişkinin de anlamlı olmaması ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir (263). Olgularımızdan akut olan grupta olmayanlara göre FcylUB genotipleri açısından anlamlı fark bulunmamıştır. NA1NA1 genotipindeki bireylerde NA1NA2+NA2NA2 genotipine sahip bireylere göre ve NA2NA2 genotipindeki bireylerde NA1NA2+NA1NA1 genotipine sahip bireylere göre akut rejeksiyon istatistiksel açıdan anlamlı artış göstermemiştir. FcylIIB genotipinin akut rejeksiyonu riskini anlamlı arttırmadığı bulunmuştur. Akut rejeksiyon olan ve olmayan hasta grupları arasında FcylIIB aileleri açısından da anlamlı fark saptanmamıştır. Kronik rejeksiyon olan ve olmayan hasta gruplarımız değerlendirildiğinde FcylIIB genotipleri açısından belirgin fark saptanmamıştır. NA1NA1 genotipindeki bireylerde NA1NA2+NA2NA2 genotipine sahip bireylere göre ve NA2NA2 genotipindeki bireylerde NA1NA2+NA1NA1 genotipine sahip bireylere göre kronik rejeksiyon istatistiksel açıdan anlamlı artış göstermemiştir. FcylIIB genotipinin kronik rejeksiyonu riskini anlamlı arttırmadığı bulunmuştur. Kronik rejeksiyon olan ve olmayan hasta grupları arasında FcylUB aileleri açısından anlamlı fark olmadığı görülmüştür. Sonuçlanınız, literatürde, bu genotipin renal hastalıkla ilişkili olmadığı veya az ilişkili olduğu doğrultusundaki verilerle uyumludur. FcyR IgGl, IgG2 ve IgG3 ile bağlanmasına rağmen akut ve kronik rejeksiyon ile anlamlı ilişki saptanmaması bu değerlerin hepsinin bu dönemlerde alınamamış olmasına bağlanmıştır. Rejeksiyonla ilişkili faktörlerin en öenmlilerinden biri doku uyumudur. Çünkü, böbrek tx'da maksimum doku uygunluğu, başarıyı etkileyen en önemli faktörlerdendir. İnsan HLA alıcı ve verici arasındaki uyuımsuzluk, özgül immünolojik zedelenme sonucu allograftın hem akut hem de kronik kaybı için risk taşır (302). Olgularımız doku uyumu yönünden incelendiğinde en sık 2 MM (n=30, %53.6) gözlenirken sırasıyla 4 MM (n=10, %17.9), 2 MM (n=8, %14.3), 5 MM (n=5, %8.9) ve 1 MM (n=3, %5.4) olarak saptandı. Akut ve kronik rejeksiyonu olan olguların MM dağılımları değerlendirildiğinde sıklıkla özellikle 3 MM ve 113daha az 4 MM olduğu görüldü. MM sayısının artışının rejeksiyon riskini istatistiksel olarak anlamlı olmasa da literatürle uyumlu olarak arttırdığı görülmüştür. Kadaverik donörler ve alıcıları arasında 2 ve üzerinde MM oranı, canlı donörler ve alıcıları arasındaki MM oranına göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Bu sonuç da literatür ile uyumludur. MM sayısının yüksekliğine rağmen bu donörlerden tx yapılması ülkemizdeki donör kısıtlılığı ile açıklanabilir. Bizim çalışmamıza alınan olgular HLA-DR uyumu açısından değerlendirildiğinde 48 (%85.7) olguda 1 DR uyumu, 6 (%8.9) olguda 0 DR uyumu ve 3 (%5.4) hastada 2 DR uyumu gözlenmiştir. Tüm HLA uyumlarına bakıldığında 23 (%41.1) olguda 2 HLA, 19 (%33.9) olguda 3 HLA, 1 1 (%19.6) hastada 1 HLA ve 3 (%5.4) hastada 4 HLA uyumu saptanmıştır. Akut ve kronik rejeksiyonu olan gruplar HLA-DR ve tüm HLA antijenlerinin uyumları açısından karşılaştırıldığında ise yapılan çalışmaların sonuçlarından farklı olarak istatistiksel olarak anlamlı olmamakla beraber artan HLA uyumu ile artan akut ve kronik rejeksiyon riski korele bulunmuştur. Literatürle çelişen bu sonuç, hasta sayısının azlığı nedeniyle gruplar arası karşılaştırmanın sonuçlarının gerçek verileri yansıtmamasından kaynaklanıyor olabilir. Rejeksiyona etki eden faktörlerden soğuk iskemi zamanı, ortalama 10.22 ± 10.32 saat bulunurken, kadaverik donörlerde bu süre ortalama 17.02 ± 8.39 saat, canlı donörlerde 0.47 ± 0.29 saat olarak saptanmıştır. 8 olguda 24 saat ve üzerinde soğuk iskemi saptanmıştır. Literatürle uyumlu olarak soğuk iskemi süreleri 24 saaten fazla ve az olan hastalar akut ve kronik rekesiyon açısından karşılaştırıldığında hem akut hem de kronik rejeksiyon açısından aralarında anlamlı fark saptandı. Elbette, graft surveyini etkileyen en önemli faktörlerden birisi de immunsupresif tedavidir. Hastalarımız, immunosupresif tedavi açısından değerlendirildiğinde 34 (%60.7) hastada Cys-A, 21 (%37.5) hastada FK 506, 52'sinde (%91.1) AZA içeren protokoller kullanılmıştır. Tedavi sırasında karaciğer fonksiyonlanndaki bozulma nedeniyle literatürden farklı olarak sadece 4 (%7.1) olguda AZA tedavisi kesilerek yerine MMF tedavisi başlanmıştır. Olguların tümünde (%100) prednizolon tedavisi kullanılmış, 28 (%51.8)olguda ATG tedavisi ortalama 3.6 gün, 12 (%21.4) hastada basiliximab ortalama 2 gün kullanılmıştır. Cys-A ve FK 506 kullanımı rejeksiyon olan olgular arasında karşılaştırıldığında Cys-A kullanımının akut rejeksiyonu olan olguların ll'inde (%84.6), kronik rejeksiyonu olan 7 olgunun hepsinde (%100) protokolde olduğu gözlenmiştir. Kronik rejeksiyonu olanlarda Cys-A kullanımı olmayanlara göre anlamlı oranda fazla kullanılmış, dolayısıyla Cys-A'nın kronik rejeksiyonu önlemediği görülmüştür. FK 506 tedavisinin akut rejeksiyonlu 13 olgudan 2' sinin (%15.4) tedavi protokolünde kullanıldığı görülmüştür. Bu tedavi, kronik rejeksiyonu olan hastaların hiçbirinde (%0) kullanılmamıştır. Cys-A'nın tersine FK 506 tedavisi içeren protokollerin, 114olguları kronik rejeksiyondan anlamlı olarak koruduğu gözlenmiştir. Cys-A'nın KAN gelişiminde risk faktörü gibi görünmesi, daha önce yapılan çalışmalarda belirtilen interstisyel fibrozis yapıcı etkisiyle açıklanabilir. FK 506'nın kronik rejeksiyondan koruyucu etkisi sonucu değerlendirildiğinde FK 506 yeni kullanıma girmiş bir ilaçtır ve Cys-A tedavisi gibi uzun dönem sonuçlarını değerlendirmek henüz çok olası değildir. O nedenle, FK 506'nın kronik rejeksiyondan koruyucu etkisi olduğunu söylemek ve bunun üzerinden Cys-A ile karşılaştırmasını yapmak mümkün değildir. Bu konudaki kesin sonuçların verilebilmesi için hastaların uzun dönem takip edileceği çalışmalara ihtiyaç vardır. Nefrotoksisite, kalsinörin inhibitörlerinin en önemli yan etkisidir. Çalışmamızda da, akut rejeksiyon geçiren 13 olgunun 4'ünde (%30.7) ve kronik rejeksiyon geçiren 7 olgunun 'ünde (%42.8) saptanmış olup ikisi ile anlamlı ilişki saptanmamıştır. Bu da, yakın ilaç kan düzeyi kontrolleri ile hasarın önlenmesine bağlanmıştır. Bir diğer faktör olan enfeksiyonlar, uzun dönem allograft yaşam sürvisinde graft kaybının en önemli nedenlerinden biridir. Grafiti normal çalışan hastanın enfeksiyon sonucunda ölmesi, doğal olarak graft kaybına yol açar (278-280). Değerlendirdiğimiz tx'lu olgularda posttx dönemde 16 (%28.6) olguda CMV enfeksiyonu gözlenmiştir. Olgularımızda literatüre oranla düşük oranda CMV görülmesi, hasta sayımızın azlığı ile açıklanabilir. Goral ve arkadaşlarının CMV enfeksiyonunun akut rejeksiyon riskini arttırdığını belirttikleri çalışmalarıyla korele olarak hastalarımızdan akut rejeksiyon geçiren 13 olgunun 9'unda (%69.2) CMV enfeksiyonu saptanmış ve bu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Tx sonrası 1 1 hastada (%19.6) HCV pozitifliği saptanmıştır. Bunların üçü pretx dönemde kronik HCV enfeksiyonu tanısıyla izlenmekte olan bir olgudur. Araştırmamızda kronik rejeksiyonu olan 7 olgunun 4'ünde (%57.1) HCV (+)'liği gözlenmiş ve HCV enfeksiyonunun kronik rejeksiyon riskini anlamlı olarak arttırdığı saptanmıştır (p=0.022). Bunlardan 2'si pretx dönemden itibaren kronik HCV tanısıyla izlenmektedir. Yapılan çalışmalarda sonuçlarımızla uygun olarak HCV enfeksiyonunun uzun dönem hasta ve graft sağ kalımını negatif etkilediği ve HCV'nin KAN oluşumunda olası bir role sahip olduğu belirtilmiştir. Mathurin ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, HCV (+) olan transplante olgularda KAN geliştiği gözlenmiş ve KAN esnasındaki geç graft kaybında HCV pozitifliğinin yüksek risk oluşturduğu büdüilmiştir. Çalışmaya alınan 56 olgumuzun hiçbirinde HB V enfeksiyonu ya da taşıyıcılığı saptanmamıştır. Çalışmamızda posttx dönemde 29 (%51.8) olguda kültürde üremenin olduğu İYE saptanmıştır. Bu hastaların ll'i ( %20) 3 ve üzerinde enfeksiyon geçirirken, 18 (%32.7) hasta 2 ve altında İYE geçirmiştir. İYE'u geçiren olguların 23 tanesi (%79.3) ilk 1 ay içerisinde enfeksiyon geçirirken 6 (%20.7) olgu 1. aydan sonra enfeksiyon geçirmiş, ancak geçirilen IYE'lannın ve 115geçirilme zamanlarının rejeksiyonlarla anlamlı bir ilişkisi saptanmamıştır. Bunun da erken tedavi ve tanıya bağlı olduğu düşünülmüştür. Çalışmaya aldığımız olguların 7'sinde (%12.5) posttx dönemde pnömoni gözlenmiş ve kronik rejeksiyon geçiren grupta pnömoni sıklığı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Bu da, literatür ile uyumlu bulunmamıştır. Olguların ortalama pnömoni geçirme zamanlan 15.14 ± 17.32 ay olarak saptanmıştır. Olgularımızda, posttx dönemde 9 (%16.1) hastada sepsis saptanmış, sepsis görülme zamanı ortalama 3.58 ± 7.6 ay olarak bulunmuş ve geçirilen sepsisin rejeksiyonu kolaylaştıcı etkisi gözlenmemiştir. Bu sonuç da literatür ile uyumlu bulunmuştur. Çalışmamızda, anti-HT tedavi gereksinimi olan pretx HT 26 (%46.4) olguda gözlenirken posttx HT 27 (%48.2) hastada gözlenmiştir. Posttx HT'un hem akut hem de kronik rejeksiyona etkisi görülmezken kronik rejeksiyonu olgularda pretx HT anlamlı fazla bulunmuştur. Literatürle uyumlu olan bu sonucun nativ böbrekten kaynaklanan ve uzun süren HT'nun vasküler komplikasyonu olarak ortaya çıkabileceği düşünülmüştür. Olgularımızdan 29'unda (%51.8) posttx hiperlipidemi hastada gözlenmiştir. Posttx hiperlipidemi oranı literatürle uyumludur. Hiperlipidemi ile KAN arasında anlamlı ilişki görülmemiştir. Zaten, literatürde de renal tx'de hiperlipideminin graft fonksiyonlannı azaltması ile ilgili ilişkinin netlik kazanmadığı belirtilmektedir. Altta yatan primer hastalık, özellikle posttx dönemde ortaya çıkabilecek rekürrens riski içısından önemlidir. Hastalarımızın 3'ünde (%5.3) primer hastalığın rekürrensi izlenmiştir. Bu jlgulann 2'si FSGS iken, 1 olgu MPGN tanısı almıştır. Primer tanısı MGN olan 1 (%1.8) olguda VIPGN şeklinde de-novo glomerulonefrit tespit edilmiştir. Rekküren ve de-novo hastalık ile lejeksiyonlar arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Sonuç olarak, günümüzde moleküler çalışmalardaki gelişmeler doğrultusunda tx hastalarının da graft yaşam süresini önceden değerlendirmek mümkün hale gelmeye başlamıştır. Çalışmamıza göre, FcyRIIA RR genotipine sahip bireyler, otoimmun kökenli bazı hastalıklarda olduğu gibi tx sonrası izlemde de kötü prognoza sahip görünmektedir. Çünkü, bunlar akut rejeksiyon oluşumu açısından riskli grubu oluşturmaktadır. Daha fazla hastayı içeren çalışmalarla belki de diğer FeyR'nin rejeksiyonlarla ilgisi olduğu gösterilecektir. Biz de, kişilerin genotiplerini değerlendirmek suretiyle, graft yaşam süresi önceden bilgiye sahip olacağımızdan posttx sonuçlarımız da daha iyi olacaktır. 116 | en_US |
dc.identifier.endpage | 151 | en_US |
dc.identifier.startpage | 1 | en_US |
dc.identifier.uri | https://hdl.handle.net/11454/87909 | |
dc.identifier.yoktezid | 158156 | en_US |
dc.language.iso | tr | en_US |
dc.publisher | Ege Üniversitesi | en_US |
dc.relation.publicationcategory | Tez | en_US |
dc.rights | info:eu-repo/semantics/closedAccess | en_US |
dc.subject | Nefroloji | en_US |
dc.subject | Nephrology | en_US |
dc.subject | Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları | en_US |
dc.subject | Child Health and Diseases | en_US |
dc.title | Akut rejeksiyonda ve kronik allograft nefropatisinde panel reaktif antikor ve Fc? reseptör gen polimorfizmi | en_US |
dc.type | Specialist Thesis | en_US |