Yazar "Yürekli, Banu Şarer" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 9 / 9
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akromegali Hastalarımızda AIP Mutasyonu Sonuçlarımız(2019) Yıldırım, Ilgın Şimşir; Yürekli, Banu Şarer; Solmaz, Aslı Ece; Saygılı, Lütfiye FüsunAryl hidrokarbon reseptor ilişkili protein (AIP) gen mutasyonu, genç yaşta başlayan ve ailesel geçiş gösteren akromegali nedenlerinden biridir. Bu mutasyonu olanlarda hastalık daha agresif ve invazif seyreder, hızlı büyüme göstererek büyük boyutlara ulaşır. Hastalar daha erken yaşta tanı alırlar ve ne yazık ki tedavi direnci ile karakterizedir. Yaptığımız bu çalışmada Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Polikliniğinde takipli akromegali hastalarından 40 yaş altında tanı almaları nedeniyle gönderilen AIP gen mutasyonu sıklığı retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Verilerine ulaşılabilen 26 olgunun 12’si (%46.2) kadın ve 14’ü (%53.8) erkekti. Akromegali tanısı aldıkları yaş ortalaması 33 ± 5 yıldı. Dokuz (%33.3) olgu operasyon sonrası ilaçsız remisyonda takipteydi. Tanı anında 23 (%85.2) hastada makroadenom, 3 (%11.1) hastada mikroadenom saptanmıştır. On iki (%44.4) hastada kavernöz sinus invazyonu, 5 (%18.5) hastada optik kiasma basısı mevcuttu. Hiçbir hastada AIP mutasyonu saptanmamıştır. Hastalarımızın bazılarında ailesel akromegali olmasına, bazılarının nüks etmesine, bazılarının tedaviye dirençli olmalarına ve bazılarının özellikle 30 yaş öncesinde tanı almalarına rağmen AIP mutasyonunun negatif olması yeni, henüz tanımlanmamış mutasyonlar olabileceğini düşündürmektedir. Hasta grubumuzun küçük olması da çalışmamızın en büyük yetersizliğini oluşturmaktadır. Hipofiz adenomlarının genetiği hakkındaki bilgimizi arttırmak adenomların yapısı, davranışı ve prognozu üzerindeki yorumlarımıza yön verecektir.Öğe Assessment of vitamin D level in Hashimoto thyroiditis in Turkish population(2019) Yürekli, Banu Şarer; Koyu, Ezgi Bellikçi; Özışık, Hatice; Ongan, Dilek; Özgen, GökhanThe aim of this study was to assess vitamin D serum levels in autoimmune thyroid disease, Hashimato thyroiditis in the Turkish population. the subjects with Hashimato thyroiditis (HT, n=67, mean age 45.1±10.9,F/M-61/6), control subjects (mean age 42.1±15.7, n=29, F/M-26/3) were recruited for the study. Thyroid function tests, thyroid antibodies (AntiTg, AntiTPO, TSHRAb), ultrasound features, demographic and antropometric variables were recorded. Vitamin D level was not different between the HT and the control groups (53.1±24.7 nmol/L and 54.1±19.8 nmol/L, as mean, respectively, p = 0.482) in the HT group, 35.8% of subjects had vitamin D insufficiency, only 16.4% of subjects with HT were vitamin D sufficient. There was no significant difference between the HT and the control groups according to the vitamin D classification status (p = 0.666). Vitamin D levels were significantly higher in the subjects who were taking replacement compared to subjects who were not (58.7 ± 26.0 vs. 46.0 ± 23.3, as mean, respectively, p = 0.033). There was no significant correlation between vitamin D levels and TgAb and TPOAb levels in HT group (p = 0.754 r = -0.039, p = 0.134 r = -0.290, respectively). in both HT and control groups, vitamin D levels were significantly correlated only with the fT4 levels (p <0.001 r = 0485, p =0.02 r = 0.428, respectively). Vitamin D level was not different significantly between HT and control groups. Further studies are needed to enlighten the relationship between HT and vitamin D.Öğe Comparison of Vitamin D Levels in Patients with Chronic Lymphocytic Thyroiditis and the Normal Population, and Role of Vitamin D on Autoimmunity(2022) Yıldırım, Serkan; Yürekli, Banu ŞarerBackground: The effects of vitamin D on calcium homeostasis and bone metabolism have been investigated for many years. However, studies conducted in the last 20-25 years have shown that vitamin D has many functions beyond calcium metabolism. It is now known that vitamin D deficiency has a role in the formation of autoimmune diseases such as inflammatory bowel disease, rheumatoid arthritis, and multiple sclerosis and other diseases including diabetes, many types of cancer, and heart disease. The aim of this study was to compare the vitamin D levels of patients with Hashimoto’s thyroiditis and healthy subjects and to evaluate possible relationships between vitamin D and other parameters. Methods: This single-centre study was conducted at Izmir Bozyaka Training and Research Hospital. The participants (n=80) were divided into two groups with one group consisting of patients with the diagnosis of Hashimoto’s thyroiditis (patient group, n=40) and one group consisting of healthy volunteers (control group, n=40). The patient group and control group were compared in terms of vitamin D levels. Thyroid-stimulating hormone (TSH), free T3 (FT3), free T4 (FT4), anti-Tg, anti-TPO, age, and body mass index (BMI) were also measured and compared. Results: The mean vitamin D level was 18.0±3.0 ng/mL and the median vitamin D level was 16.7 ng/mL (6.5-41 ng/mL) in the control group. The mean vitamin D level was 16.1±7.6 ng/mL and the median vitamin D value was 14.85 ng/mL (0.18-35.50 ng/mL) in the patient group. There was no statistically significant difference between the two groups in terms of vitamin D levels (p=0.305). When Thyroid-stimulating hormone (TSH), free T3 (FT3), free T4 (FT4) and body mass index (BMI) were examined, once again, no statistical difference was found between the groups. In addition, no statistically significant positive or negative correlation was found between vitamin D level and any other parameters. Conclusion: Our study showed a numerical reduction in vitamin D levels between the patient and control groups; however, our data cannot evaluate potential relationships between vitamin D levels and Hashimoto’s thyroiditis.Öğe Diyabet tanısının tahminlenmesinde denetimli makine öğrenme algoritmalarının performans karşılaştırması(2022) Özkan, Yüksel; Yürekli, Banu Şarer; Suner, AslıHastalık tanısının doğru sınıflandırılmasında, hangi değişkenlerin analize alınacağı ve sonuçların nasıl değerlendirileceği klinik karar verme sürecinin yanı sıra istatistiksel yaklaşımda da doğru bir şekilde tanımlanmalıdır. Bu çalışmada en iyi sınıflandırma performansına sahip algoritmaya iki farklı yaklaşımla karar verilmesi amaçlanmıştır. Kullanılan veri seti, Haziran–Eylül 2013 arasında bir devlet hastanesinin endokrinoloji polikliniğine gelen yaşı 18 ve üstü olan toplam 232 hastadan elde edilmiştir. Diyabet tanısının sınıflandırılması için iki farklı yaklaşım kullanılmıştır. İlk yaklaşımda çokterimli lojistik regresyon yönteminde istatistiksel olarak anlamlı bulunan 18 değişken, ikinci yaklaşımda ise endokrinoloji uzmanı tarafından belirlenen ve klinik olarak önemli bulunan 21 değişkenle modeller kurulmuştur. Diyabet tanısı, denetimli makine öğrenme algoritmalarından Naïve Bayes, Bayes ağları, rastgele orman, karar ağaçları, destek vektör makinaları, k-en yakın komşuluk, yapay sinir ağları ve çokterimli lojistik regresyon yöntemleri ile sınıflandırılmıştır. Model performansları, doğrulukları, Kappa istatistikleri, ortalama mutlak hataları, hata kareler ortalamalarının karekökleri, göreceli mutlak hataları, duyarlılıkları, seçicilikleri, kesinlikleri, F-ölçütleri, Matthews korelasyon katsayıları, ROC eğrileri ve Youden indeksleri kriterlerine göre karşılaştırılmıştır. Model performanslarının test edilmesinde 10-katlı çapraz geçerlilik yöntemi uygulanmış, her algoritmanın çalışma süreleri hesaplanmıştır. Tüm analizler, WEKA 3.8.2 ve R Studio 1.1.383 ile yapılmıştır. Genel anlamda en iyi performansa sahip algoritma, rastgele orman algoritması olarak belirlenmiş, model doğrulukları sırasıyla %84.48 ve %81.90 olarak bulunmuştur. Diyabet hastalığının tanısının konulmasında, doğru sınıflandırma yapabilen modelin seçiminde klinik anlamlılığın yanı sıra istatistiksel anlamlılığa da önem verilmelidir.Öğe Kardiyak Cerrahi Uygulanan Diyabetik Hastalarda Taurin, Glikolize Hemoglobin ve C-Reaktif Protein İlişkisi(2019) Aksun, Saliha; Yürekli, Banu Şarer; Dönmez, Köksal; Çakır, Habib; Girgin, Senem; Damar, Ertan; Aksun, MuratAmaç: Taurin, protein sentezinde kullanılmayan, methionin ve sistein sülfinik asit üzerinden karaciğerde sentezlenen bir aminoasittir. Antiinflamatuar ve hipoglisemik etkileri gösterilmiştir. Bu çalışmada, taurinin postoperatif düzeyi ve inflamasyona etkileri değerlendirilmiştir. Yöntem: Kalp cerrahisine alınan 34 hasta çalışmaya dâhil edilmiştir. Ameliyat sonrası 3. günde alınan kanda plazma taurin, C reaktif protein (Crp), HbA1c düzeyleri ölçülmüştür. Çalışmaya katılan tüm hastalar, Grup 1: HbA1c düzeylerine göre 6 ve daha düşük (glisemik kontrolü iyi olan) diyabetli hastalar ve Grup 2: HbA1c düzeyi 6’dan yüksek (glisemik kontrolü kötü olan) diyabetli hastalar olarak 2 gruba ayırılmıştır. Ameliyat sırasında verilen metil prednizolon dozu retrospektif olarak kaydedilmiştir. Normal yetişkin plazma taurin referans aralığı 45-130 mikromol/L olarak alınmıştır. Bulgular: Otuz dört hastanın yalnızca sekizinde normal plazma taurin düzeyleri saptanmış, diğer hastaların plazma taurin düzeyleri ise düşük bulunmuştur. Ortalama taurin düzeyi 34.30±34.81 mikromol/L’dir. Grup 1’de verilmiş olan metilprednizolon miktarı, Grup 2’de verilen metil prednizolon düzeyinden anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.05). Gruplar arasında Crp düzeylerinde fark saptanmamıştır (Grup 1; 15.22±4.15 ve Grup 2; 14.2±4.87 mg/dl, p>0.05). Kan şekeri ve taurin değerlerinde de gruplar arasında anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç: Yirmi altı olgunun taurin plazma düzeyi düşüktür. Crp’nin gruplar arasında anlamlı olarak farklı bulunmamış olması inflamasyonun her 2 grupta eşit seviyelerde kontrol edilebildiğine işaret etmektedir. Grup 2’de, Grup 1 ile eşit antiinflamatuar kontrolün sağlanabildiği ve bu grupta verilen metil prednizolon düzeyinin anlamlı olarak daha düşük olduğu (Grup 2 için 8.36±1.04, Grup 1 için 9.78±1.68 mg/kg, p<0.006) görülmüştür. Bu durumda Grup 2’de daha yüksek olarak bulunan plazma taurin aminoasitinin antiinflamatuvar etkiye katkıda bulunmuş olabileceği düşünülebilir. Preoperatif taurin düzeylerini gösteren çalışmalar planlanmalıdır.Öğe Patients with Ectopic Posterior Pituitary: Report of Six Cases(2021) Kitiş, Ömer; Erdogan, Mehmet; Yürekli, Banu Şarer; Saygılı, Füsun; Özışık, HaticeObjective: Ectopic posterior pituitary (EPP) can occur because of a migration defect or neurodegeneration of the hypothalamic nuclei. EPP is typically rarely diagnosed. Therefore, we aimed to report our patients with EPP. Material and Methods: This is a retrospective study (approved by the Ege University Ethical Committee, protocol 20-7T/49) that included 6 patients with EPP who were followed up between 2012 and 2019. We collected information on age, sex, height, weight, body mass index, age at the diagnosis, history of traumatic delivery, consanguinity, multiple hormone deficiency and treatment. We examined laboratory levels and medical records, and, magnetic resonance imaging (MRI) reports. Results: The mean age of patients was 25.83 years, and the age at diagnosis was 11.16 years. One patient was female, and the others were male. They were receiving hormone replacement treatment. The patients were diagnosed with EPP during their childhood. All patients, except 2, were taking growth hormone replacement therapy. Only one patient had a history of consanguinity. Additional information about the patients is described in the patient sections. Conclusion: Patients with EPP are rarely seen, and this rare condition should be considered when a patient has panhypopituitarism. MRI is the gold standard imaging modality for hypophysis to identify this condition. In addition, patients who have EPP in MRI should be screened for hypopituitarism.Öğe Sınıf Dengesizliği Varlığında Hastalık Tanısı içinKolektif Öğrenme Yöntemlerinin Karşılaştırılması:Diyabet Tanısı Örneği(2020) Yürekli, Banu Şarer; Turhan, Sultan; Özkan, Yüksel; Suner, Aslı; Doğu, EralpAmaç: Günümüzde makine öğrenmesi yöntemleri hastalık tanısının konulmasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak sağlık verisinin büyük hacimli, çok boyutlu ve karmaşık olması nedeniyle dengesiz sınıf problemi ile karşılaşılması durumunda bu yöntemlerin doğrudan kullanımı performans düşüşüne neden olmaktadır. Bu çalışmada diyabet hastalarına ilişkin dengesiz yapıdaki bir veri seti kullanılarak çeşitli yeniden örnekleme yöntemleri dengesizlik probleminin giderilmesinde kullanılmış ve kolektif (ensemble) öğrenme algoritmalarına entegre edilerek diyabet tanısı üzerinden sınıflandırma performansları karşılaştırılmıştır. Gereç Yöntemler: Kullanılan veriler Haziran – Eylül 2013 tarihleri arasında, İzmir Bozkaya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları polikliniğine başvuran, 18 yaşından büyük 185 hastadan elde edilmiştir. Diyabet tanısının sınıflandırmasına yönelik sınıf dengesizliği problemini gidermek amacıyla alt örnekleme (under sampling), aşırı örnekleme (over sampling) ve sentetik azınlık aşırı örnekleme (SMOTE) yöntemleri kullanılmıştır. Sınıflandırma performansı üzerindeki etkiler, torbalama (bagging) ve arttırma (boosting) temelli kolektif öğrenme yöntemlerine entegre edilmesiyle karşılaştırılmıştır. Algoritmaların doğru sınıflandırma performanslarının karşılaştırılmasında doğruluk, Kappa istatistiği, duyarlılık ve seçicilik ölçütleri kullanılmıştır. Tüm istatistiksel analizler, açık kaynak kodlu bir yazılım olan R programlama dilinde yapılmıştır. Bulgular: Dengesiz veri setinde ham veri ile yapılan diyabet tanısı sınıflandırma başarısı oldukça düşüktür. Aşırı örnekleme yöntemi ile yapılan sınıflandırmaların, orijinal dengesiz veri seti, alt örnekleme ve sentetik azınlık aşırı örnekleme yöntemi ile yapılan sınıflandırmalardan çok daha başarılı tahmin gücüne sahip olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Sınıf dengesizliği varlığında veri setlerini yeniden örnekleme yöntemlerine tabi tutarak veriyi dengeledikten sonra sınıflandırma algoritmalarının kullanılması önerilmektedir.Öğe Tip 2 diabetes mellitus hastalarında sezgisel yemenin yeme tutumu ve glisemik kontrol ile ilişkisi(2022) Koçak, Özlem; Yıldırım, Yasemin; Yürekli, Banu ŞarerAmaç: Bu çalışma, Tip 2 Diabetes Mellitus (T2DM) hastalarında sezgisel yemenin yeme tutumu ve glisemik kontrol ile ilişkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini; 18 Kasım 2019 – 12 Mart 2020 tarihleri arasında Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Polikliniği’ne gelen T2DM tanılı ve dahil edilme kriterlerini karşılayan 385 birey oluşturmuştur. Çalışma verileri; bireylerin demografik bilgilerine, sağlık bilgilerine ve biyokimyasal verilerine yönelik sorular ile Sezgisel Yeme Ölçeği (IES-2) ve Yeme Tutum Testinin (EAT-26) yer aldığı bir form kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile elde edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 59,12±9,78 olup %62,6’sı kadındı. Sezgisel yeme ile bireylerin vücut ağırlığı, BKİ değeri, bel çevresi ve trigliserit değeri arasında istatistiksel olarak negatif yönde ve zayıf düzeyde anlamlı bir ilişki saptandı (p<0,05). EAT-26 puanı ile IES-2 alt ölçeklerinden olan “duygusal sebeplerden ziyade fiziksel sebeplerle yeme” alt ölçeği arasında istatistiksel olarak negatif yönde ve zayıf düzeyde anlamlı bir ilişki belirlendi (p<0,05). Ayrıca EAT-26 puanı ile “açlık ve tokluk işaretlerine güven” alt ölçeği arasında istatistiksel olarak pozitif yönde ve zayıf düzeyde anlamlı bir ilişki bulundu (p<0.05). Sonuç: Çalışma sonucunda; sezgisel yeme ile T2DM’li bireylerin antropometrik ölçümleri, trigliserit değerleri ve yeme tutumları arasında zayıf düzeyde anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir. Sezgisel yemenin yeme tutumu ve glisemik kontrol ile arasındaki nedensellik ilişkisini daha iyi belirleyebilmek için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Tip 2 Diabetes Mellituslu Hastaların Bitkisel Destek Kullanım Durumları(2021) Özdemir, Nilüfer; Yürekli, Banu Şarer; Büyüktuncer, Zehra; Koyu, Ezgi BellikciAmaç:Kronik seyri ve hastalığın yönetimindeki zorluklar nedeniyle tip 2 diyabetli bireyler tamamlayıcıve alternatif tedavi yöntemlerine sıklıkla başvurabilmektedir. Bu çalışmada, Tip 2 diyabetlibireylerde bitkisel destek kullanım sıklığı ve bitkisel destek kullanımı ile ilişkili etmenlerinortaya konulması amaçlanmıştır.YöntemTanımlayıcı tipte planlanan araştırmaya, tip 2 diyabet tanısı almış toplam 193 yetişkin birey dahiledilmiştir. Veriler, yapılandırılmış bir anket kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Görüşmede, bireylerin genel özellikleri, sağlık durumları, bitkisel destek kullanım durumları, kullandıkları ürünler, ürünleri hazırlama yöntemleri, kullanım sıklıkları, kullanım süreleri veürünü tavsiye eden kişiler sorgulanmıştır. Katılımcıların antropometrik ölçümleri araştırmacılartarafından ölçülüp kaydedilmiştir.BulgularÇalışmaya katılan yaklaşık her üç kişiden birinin (%30,1) diyabetin yönetimi için bitkiseldesteklere başvurduğu belirlenmiştir. Bitkisel destek kullanan bireylerin sırasıyla %25,9 ve%24,1’i tarafından kullanıldığı beyan edilen tarçın ve karışım ürünler en çok tercih edilen ürünlerolmuştur. Ürünlerin temin edildiği yerlerin başında aktarlar (%50,7) gelmektedir. Bireylerinönemli bir kısmı kullandıkları bitkisel desteğe ilişkin araştırma yapmadığını (%82,8) vekullandıkları ürün hakkında doktorlarına bilgi vermediğini (%81,0) bildirmiştir. Bitkisel destekkullanan bireylerin %67,3’ünün ürünleri komşu ya da tanıdık tavsiyesi üzerine kullanmayabaşladığı kaydedilmiştir. Hem bitkisel destek kullanan (%79,3) hem de kullanmayanların(%67,4) büyük çoğunluğu bitkisel ürünlere yönelik sağlık çalışanlarından bilgi almak istediklerini bildirmişlerdir.SonuçBu çalışmada diyabetli bireyler arasında bitkisel destek kullanımının yaygın olduğu ortayakonmuştur. Ürünlerin bilinçsiz kullanımını önlemek için sağlık çalışanlarının konuya ilişkinfarkındalığının yüksek olmasının gerekli olduğu düşünülmektedir.