Arşiv logosu
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • Sistem İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Sevgi Mir" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 20 / 23
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Arteriyel hipertansiyonun nedeni olarak spontan renal subkapsüler hematom
    (2007) Yılmaz Tabel; Sevgi Mir; Yılmaz Ay; Fatma Mutlubaş
    Renal subkapsüler hematom, çocukluk çağında çok nadir rastlanan bir arteriyel hipertansiyon nedenidir. Daha çok adolesan erkeklerde görülmektedir. Çocuk yaş grubunda en sık görülen nedenler, künt travma ve kanama diyatezidir. Subkapsüler hematomlu olgularda medikal tedavi tek başına yetersiz kalırken, perkütan veya cerrahi drenaj gibi girişimler de nüks ile sonuçlanabilmektedir. Burada, baş ağrısı ile başvurup hipertansiyon tespit edilen ve kronik spontan subkapsuler hematom tanısı alan bir adolesan hastanın medikal tedaviden parsiyel nefrektomiye uzanan antihipertansif yaklaşımı anlatılmaktadır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Böbrek Kök Hücreleri
    (2017) Egemen Kaya; Özgür Şenol; Sevgi Mir
    Böbrek hastalıkları yüksek morbidite ve mortalite ile ilişkili olan, öncelikli olarak üzerinde çalışılması gereken hastalıklardandır. Akut ve kronik böbrek hastalığının gelişimi renal onarımın işlev gösterememesine bağlıdır. Embriyonik progenitör hücreler nefron epitellerinin çeşitli tiplerine farklanabilen ve çoğalan böbrek hücrelerinin öncüsüdür. Fetal renal progenitör hücreler kısmi olarak kendini yenileme özelliğine sahiptir. İnsanda yetişkin böbrekte tam bir nefron rejenerasyonu mümkün değildir. Progenitör benzeri hücreler sürekli olarak bir hasar ya da fizyolojik bir süreç boyunca kaybolan hücrelerin yerini almaktadır. Bu hücreler in vitro olarak epitelyal ve endotelyal hücrelere dönüştürülmüştür. Kök hücrenin hasarlı böbreğe uygulanması rejeneratif tedavi seçeneklerinden birisidir. Yapılan çalışmalar ile kronik böbrek hastalığının, greft rejeksiyonunun ve diğer böbrek hastalıklarının kök hücre tedavisi ile geri çevrilebileceği, nefron veya diğer yapıların bu tedavi ile yenilenebileceği gösterilmiştir. Böbrek hastalıklarında, organ naklinde ve işlevsel organ üretmede en iyi aday kök hücredir. Bu yöntemin başarısı hücrenin farklanabilme, varolan dokuya girebilme yeteneğine ve renoprotektif faktörleri salgılayabilme kapasitesine bağlıdır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Böbrek yetmezliği dışında Hemodiafltrasyon kullanımı
    (2015) Seçil Conkar; İpek Bulut Kaplan; Sevgi Mir
    Sürekli renal replasman tedavisi (SRRT) son zamanlarda akut böbrek yetmezlikli yoğun bakım hastalarında önemli tedavi yöntemi haline gelmiştir. SRRT ayrıca nedeni belirlenemeyen böbrek dışı hastalıklarda da uygulanmaktadır. Sistemik yangısal yanıt sendromu, sepsis, akut sıkıntılı solunum sendromu gibi hastalıklarda infamatuvar sitokinlerin temizlenmesi amaçlanırken, doğuştan metabolizma bozuklukları, ezilme sendromu, laktik asidoz ve tümör lizis sendromu gibi tablolarda kullanım nedeni endojen toksik solütlerin temizlenmesidir. Hemodiyofltrayonun son zamanlarda giderek artan kullanımı olmasına rağmen klinik çalışmalarda henüz etkinliği tam olarak gösterilmemiştir. Aşırı diyalizin faydalı etkisi yoktur. Sonuçta hastanın uygun diyaliz tedavisi için tedaviyi uygulayan doktorun, diyaliz hemşiresinin ilgisi, takibi diyaliz tipinden daha etkili olduğu düşünülmektedir. (Ha se ki Tıp Bül te ni 2015; 53: 110-15)
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Çocuk yaş grubu hipertansiyonlarının toplu sonuçları
    (2000) Alpan Cura; Sevgi Mir; Caner Kabasakal; Osman Dönmez
    Günümüzde çocukluk yaş grubu hipertansiyonları hem tanı hem de tedavi güçlüğü gösteren en önemli sorunlardan biridir. Bu çalışmada çocuklarda hipertansiyonun nedenleri, hedef organ tutuluşu, tedavi ve yaklaşık bir yıllık izlem sonuçları sunulmak istenmiştir. Yaş ortalaması 10.6±3.8 yıl olan hipertansiyonlu 94 (43 kız, 51 erkek) çocuk incelenmiştir. Çalışmaya alınan 94 çocuğun %26'sında esansiyel hipertansiyon, %74'ünde (30 kız, 40 erkek) sekonder hipertansiyon saptanmıştır. Esansiyel hipertansiyonlu 7 olguda (%29.2) hedef organ tutuluşu bulunmuştur. Esansiyel hipertansiyon grubunda kan basıncı kontrolü, çocukların %29'unda sadece tuz ve/veya kaloriden kısıtlı diyet ile, %47'sinde tek antihipertansif ilaç ile ve %24'ünde ilaç kombinasyonu eklenerek sağlanmıştır. Sekonder hipertansiyon nedenlerinin %31.4 kronik glomerülonefrit, %20 idrar yolu enfeksiyonuna bağlı nefropati, %17.1 akut glomerülonefrit ve %31.5 diğer nedenler olduğu görülmüştür. Hedef organ tutuluşu sekonder hipertansiyonlu çocukların 24'ünde (%34.2) gözlenmiştir. Bu grupta kan basıncı %50 olguda tek antihipertansif ilaç, %44 olguda çeşitli ilaç kombinasyonları ve %4 olguda nonfarmakolojik tedavi ile kontrol altına alınmıştır. Sonuç olarak, hipertansiyonlu çocukların 1/4'ünde esansiyel hipertansiyon olduğu, 1/3'ünde hedef organ tutuluşu bulunan olguların genelde hastalığın ileri evresinde başvurduğu ve yarıdan fazlasında tek ilaç tedavisinin kan basıncını kontrol altına almaya yetmediği saptanmıştır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Çocuk yaş grubu idrar yolu enfeksiyonlarında Ege bölgesi antibiyotik direnci
    (2002) Sevgi Mir; Hakan Erdoğan; Sanem Güler; Gül Nihal Şengül; Adem Koyu; Şöhret Aydemir
    Ülkemizde, bir çok yasal engele rağmen tüm enfeksiyonlarda olduğu gibi üriner enfeksiyonlarda antibiyotiklerin yanlış ve gereksiz kullanımı, antibiyotiklere direnç gelişmesine ve dirençli suşlarla yeni enfeksiyonların oluşmasına yol açmaktadır. Bu nedenle bölgesel antibiyotik direnci gözden geçirilmeli, kullanılan ampirik tedaviler ve profilaktik antibiyotik seçimi tekrar değeriendirilmelidir. Bu çalışmada, üriner enfeksiyon sağaltımında bölgesel antibiyotik direncinin belirlenmesi, antibiyotik seçimine yön verilmesi planlanmıştır. Bu amaçla Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları (ÇSH) ve Çocuk Cerrahisi servis ve polikliniklerinden son altı ayda gönderilen 4124 idrar kültürü retrospektif olarak değerlendirilmiş, üreyen mikroorganizmalar ve bunlara karşı antibiyotik direnci araştırılmıştır. Ayrıca sonuçlar beş yıl önceki hastanemiz verileri ile karşılaştırılmıştır. 1996 ve 2001 verileri karşılaştırıldığında saptanan enfeksiyon ajanlarında belirgin bir değişiklik olmadığı, ancak en sık görülen enfeksiyon etkeni olan E.coli' nin görülme sıklığının %62'den %41.5'e gerilediği görülmüştür. Enfeksiyon ajanlarına antibiyotik direnci değerlendirildiğinde, E.coli için karbapenem grubu antibiyotiklerin daha önce saptanan %1, aminoglikozitlerin ve üçüncü kuşak sefalosporinlerin %10 direncinin aynı oranda devam ettiği, ampisilin direncinin %67'den,%75'e, trimetoprim/sulfametoksazol (TMP/SMX) direncini ise %49'dan %61'e çıktığı görülmüştür. Sonuç olarak, üriner sistem enfeksiyonlarında en az beş yılda bir etken ajanların ve antibiyotik direncinin gözden geçirilmesi, böylece ampirik tedavi ve profilakside kullanılacak antibiyotiklerin yeniden seçilmesi morbiditeyi azalttığı gibi, ekonomik kayıpları da önleyecektir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Çocuklarda tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarının büyüme üzerine etkisi (Ön çalışma)
    (2008) Ahmet Keskinoğlu; Sevgi Mir
    Amaç: Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu sonuçları açısından çocuk sağlığını olumsuz etkileyen önemli bir hastalıktır. Bu çalışmada 0-12 yaş çocuklarda tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonunun büyüme üzerine etkisi araştırıldı. Gereç ve Yöntem: İleriye yönelik bu çalışmaya, bir yılda nefroloji polikliğinde tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu tanısı alan, en az altı ay izlenen 72 çocuk alındı. Enfeksiyon idrar kültürü, büyüme Z skoru ile değerlendirildi. Veriler Pearson ve Mc Nemar ki-kare, t-testi, Mann Whitney U testi ve korelasyon analizleriyle çözümlendi. Bulgular: Çocukların yaş ortalaması 42,9 ay, %66,7’si kız, %16,7’sinde, yaşa göre boy, %22,2’sinde yaşa göre ağırlık düşüktü. İdrar kültüründe en sık E. coli üredi, %20,8’inde böbrekte skar saptandı. İdrar yolu enfeksiyonu sayısı arttıkça, yaşa ve boya göre ağırlık anlamlı olarak azalmaktaydı. Yaşa göre ağırlık başlangıçta erkek çocuklarda anlamlı olarak düşüktü. Altı aylık izlemden sonra yaşa göre ağırlık skorunda anlamlı olarak düzelme görüldü. Çıkarımlar: Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonun sağaltım ve profilaksi ile kontrolü çocuklarda büyümeyi olumlu etkilemiştir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Çocukluk çağı lupus nefriti izleminde anti-dsDNA düzeyi
    (2003) Sevgi Mir; Ahmet Keskinoğlu
    Lupus hücrenin nükleer elemalarına karşı antikor üretimi ile karekterli kronik inflamatuvar bir hastalıktır. Doku hasarı patogenezlnde yer alan Anti-dsDNA lupus nefriti (LN) tanı ve izleminde önemli bir yere sahiptir. Çalışmada Akut faz reaktanları ve anti-dsDNA düzeyleri 5 LNTi hastanın (yaş ort.14.0±0.7 yıl) akut ataklarını değerledirmek için kullanıldı. Hastalar başlangıç klinik ve böbrek biyopsi bulgularına göre sınıflandırıld. Hastalığın aktivitivetisi akut faz reaktanları He değerledirildi (yüksek ESH, düşük C3 ve pozitif ANA) ve anti-dsDNA düzeyi He karşılaştırıldı. Hastalar sınıflamalarına göre prednisolon, kolşisin veya siklofosfamid He tedavi edildi, /z/em süresince (7.0±0.7yıl) 4 hastada 5 atak gözlendi. Anti-dsDNA düzeyleri atağın erken fazında ilk artan gösterge oldu. Sonuç olarak anti-dsDNA düzeyi lupus aktivitesii değerlendirmek için erken ve iyi bir göstergedir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Çoklu organ yetersizliğine yol açan meningokoksemili olguda tedavi seçiminin sağkalım üzerine etkisi
    (2016) Kadriye Özdemir; Nida Dincel; Orhan Deiz Kars; Ebru Yılmaz; Gözde Gözüoğlu; Sevgi Mir
    Meningokoksemi, çoklu organ yetersizliğine (ÇOY) neden olması ve fatal seyri nedeni ile mortalitesi yüksek bir has- talıktır. Bu yazıda Meningokoksemi -ÇOY tanısıyla sürekli venö-venöz hemodiyafiltrasyon (CVVHDF) uygulanan ve böbrek fonksiyon kaybı 4 haftadan uzun sürdüğü halde kalıcı hasar gelişmeyen olgumuzu sunduk. Üç yaşında kız hasta bilinç kapalı, spontan solunumu yok, kan ba- sıncı 50/30 mmHg, yaygın ekimoz- purpurik döküntü ile yatırıldı. Laboratuvar bulgusu olarak, beyaz küre 19,600/ mm3 , hemoglobin 5,7 g/dl, trombosit sayısı 76,000/mm3 , protrombin zamanı 23,9 sn, aPTZ ölçüm dışı, serum kreatinin 7,2 mg/dl, ALT/AST 378/714 U/L olup, anürik idi. Meningokoksemi ve ÇOY tanısıyla olguya CVVHDF başlandı. Tedavinin 48. saatinde vital bulguları düzeldi, 55.saatinde ÇOY’nde- böbrek hariç- gerileme oldu ve CVVHDF tedavisi kesildi. Böbrek hasarlanmasının deva- mı nedeniyle 3 saat/gün hemodiyaliz uygulandı. Yatışının ilk haftası sonunda hemodiyaliz ihtiyacı 3 gün/haftaya, 5.haftasında 2 gün/haftaya düşen ve 6. haftanın başında tamamen kalkan olgu, bir hafta daha serviste diyaliz des- teği almadan izlendi. Son kontrolünde boy- vücut ağırlığı, kan basıncı, kreatinin klirensi, idrar ozmolaritesi ve prote- in atılımı normal değerlerde olan olgu 4,5 yıldır sorunsuz izlenmektedir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Does serum zinc level have any role in the response to hepatitis B vaccine in hemodialysis children?
    (1997) Sevgi Mir; Ferah Sönmez; Caner Kabasakal; Tijen Özacar
    The immune causes of non-responsiveness to hepatitis B vaccine in uremics and the changes in the immunity in zinc deficiency have been found to have similarities. The aim of this study was to investigate the role of serum zinc levels on the response to hepatitis B vaccination in hemodialysis children. Hepatitis B serological markers and serum zinc levels were determined in total 33 hemodialysis children. Seronegative 17 patients were vaccinated and evaluated for the response. Serum zinc concentrations was measured by atomic absorption spectrophotometer. Age equivalent 50 healthy children formed the control group. Statistical analysis was perfomed with Mann-Whitney non-parametric test. The mean serum zinc levels of the total hemodialysis group as well as the responder and non-responder subgroups were statistically lower than the control group. No statistical difference in serum zinc levels between the responders and non-responders was found. In conclusion, the poor response to hepatitis B vaccination in hemodialysis children was not found to have any connection with low serum zinc levels.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Fruktoz ve böbrek hastalıkları
    (2011) İpek Bulut Kaplan; Sevgi Mir
    Fruktoz tüketimi; yüksek fruktozlu mısır şurubu ya da sukroz olacak şekilde günlük beslenmemizde özellikle son yıllarda artmıştır. Modern dünyada çocukluk ve gençlik döneminde mısır kaynaklı fruktozla yapılan yiyecek içecek tüketimi önemli bir yer almaktadır. Yüksek fruktozlu besinler özellikle fiziksel hareketsizlik ve tüketim fazlalığı ile birlikte, kronik hastalıkların (hipertansiyon, obesite, metabolik sendrom, böbrek hastalığı, taş) gelişiminde önemli bir rol oynayabilir. Bu yazıda fruktozdan zenginleştirilmiş işlenmiş gıdaların, böbrek hastalıkları ile ilişkisinden bahsedilmiştir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Hipomagnezemik kalıtsal böbrek hastalıkları
    (2016) Havva Evrengül; Sevgi Mir
    İnsan vücudunda birçok enzimin kofaktörü olan magnezyum, enerji metabolizması, DNA transkripsiyonu, protein sentezi gibi major hücresel olaylara katılır. Magnezyum homeastazında barsaklar, kemik ve böbrekler rol alır. Diyetle alınan magnezyumun, yaklaşık %30-50' si barsaklardan emilir. Emilim başlıca distal ince barsak ve kolonda olur. Böbreklerden filtre olan magnezyumun da, %95'i geri reabsorbe olur. Magnezyumun %1025 pasif parasellüler transport ile proksimal tubülden reabsorbe olurken %70'i henlenin çıkan kolunda lümen pozitif voltaja bağlı ve parasellüler olarak gerçekleşir. Vücutta en büyük magnezyum deposu kemik doku ise, hipomagnezemi durumunda osteoklastik aktiviteyi arttırararak magnezyum dengesini sürdürmeye çalışır. Kalıtsal hipomagnezemi, primer ya da sekonder olarak renal magnezyum kaybına neden olan genetik hastalıklardan oluşur. Bu hastalıklar magnezyum emilimimin yapıldığı anatomik bölgeye göre iki grupta değerlendirilebilir. Henle kulbu kalın çıkan kolunda magnezyum emilimi bozukluğu sonucu familyal hipomagnezemik, hiperkalsiüri, nefrokalsinozis ve Bartter Sendromu gelişir. Distal kıvrımlı tübülde magnezyum emilim bozukluğu sonucunda ise, sekonder hipokalsemi ile birlikte hipomagnezemi, izole otozomal resesif hipomagnezemi, izole otozomal dominant hipomagnezemi, Gitelman Sendromu, HNF1? Nefropatisi, East/Se Same Sendromu bulguları oluşur. Bu yazıda hipomagnezemi ile seyreden kalıtsal hastalıkların, tanısı, klinik bulguları ve tedavisi hakkında bilgi verildi.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    İlköğretim okulu çocuklarında asemptomatik idrar yolu enfeksiyonlarının prevelansı ve tanısal daldırma testlerinin yeri
    (2009) Betül Sözeri; Orhan Deniz Kara; Nida Dinçel; Ahmet Keskinoğlu; Sevgi Mir
    Amaç: Çeşitli tarama testleri, idrar yolu enfeksiyonlarının tanısını kolaylaştırmak için kullanılır. İdrar nitrit testi ve lökosit esteraz testi, bu amaçla kullanılan testlerdir. Gereç ve yöntem: İdrar yolları enfeksiyonunun saptanmasında bu testlerin değerini saptamak için 777 ilköğretim okulu öğrencisinin idrarı incelendi. Piyüri saptanan olgulardan idrar kültür analizi yapıldı. Bulgular: Otuzdört olguda idrar yolu enfeksiyonu saptandı. İdrar yolu enfeksiyonu saptanan olgularda bu testlerin duyarlığı sırasıyla %82,3 ve %94, özgüllüğü %88 ve %84 olarak bulundu. Sonuç: İdrar yolu enfeksiyonlarının erken tanısında kullanım kolaylığı açısından bu testlerin önemli olduğunu düşünmekteyiz.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    İlkokul 1. sınıf çocuklarında asemptomatik idrar yolu enfeksiyonu ve hipertansiyon prevalansı
    (2005) Sevgi Mir; Ahmet Keskinoğlu; Neşe Özkayın; Özmert Özdemir
    İdrar yolu enfeksiyonu (İYE) çocukluk çağında sık görülen enfeksiyonlardan biridir. İYE'nun erken tanısı ve uygun tedavisi enfeksiyonun böbrek hasarına ilerlemesini engellemek açısından önemlidir. Diğer yandan, bazı epidemiyolojik çalışmalar çocukve ergenlik dönemi kan basıncının erişkin dönemindeki kan basıncı düzeylerinin çok güçlü bir göstergesi olduğunu göstermektedir. Bu kesitsel çalışmada 6-8 yaş grubu 137 ilkokul çocuğunda İYE ve hipertansiyon prevalansı araştırılmıştır. Çalışma grubunda İYE sıklığı % 3.8, hematüri % 2.2, hipertansiyon % 8 oranında bulunmuştur. Sonuç olarak, ilkokul çocuklarının gerek HT, gerekse asemptomatik İYE yönünden büyük bir risk altında olduğu görülmektedir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    The interleukin-6-174 C allel is associated with early acute rejection in pediatric kidney allografts
    (2004) Caner Kabasakal; Afig Berdeli; Sevgi Mir
    lnterlökin-6 (IL-6) inflamasyon, konakçı savunması ve doku hasarında önemli rol oynayan çok işlevli bir sitokindir. Daha çok proinflamatuar sitokin olarak kabul edilmekle birlikte, son zamanlarda IL-6'nm immunsupressif rolü de saptanmıştır. Bu çalışmada, IL-6 -174 G/C promoter genotipinin, 55 böbrek nakli hastasından 14'ünde görülen akut rejeksiyona etkisi incelenmiştir. Akut rejeksiyon gözlenen 14 hastada, erken (ilk 3 ay içinde) akut rejeksiyon görülmesinin -174 C allel taşıyanlarda, taşımayanlara oranla anlamlı şekilde daha fazla olduğu bulunmuştur (%33,3 ile %10,3 p<0.05). Bu çalışmanın sonuçları, -174 C allel taşıyanlarda erken akut rejeksiyon riskinin daha fazla olduğu ve taşımayanlara oranla 4,3 kat daha fazla rölatif risk altında olduğunu düşündürmektedir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Kronik diyaliz tedavisi alan çocuklarda eritropoetin kullanımının ortalama trombosit hacmine etkisi
    (2014) Kadriye Özdemir; Orhan Deniz Kara; Nida Dinçel; İpek Kaplan Bulut; Ebru Yılmaz; Sevgi Mir
    Amaç: Bu çalışmada diyaliz uygulanan çocuklarda ortalama trombosit hacmi (OTH) ve eritropoetin (EPO) kullanımı arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntemler: Çalışmada 16 hemodiyaliz (HD), 20 periton diyalizi (PD) olmak üzere 36 hastanın eritropoetin öncesi ve sonrası OTH değerleri retrospektif olarak incelendi. Hastalar haftalık eritropoetin alımı 150 Ü/kg'ın altında (düşük EPO) ve 150 Ü/kg üzerinde (yüksek EPO) olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Hastaların yaşları, vücut ağırlıkları, kronik böbrek yetmezliğine neden olan primer hastalıkları, uygulanan diyaliz tedavi yöntemleri, EPO dozları kaydedildi. EPO başlanmadan önce ve başlandıktan 4 hafta sonra alınan kan örneklerinde tam kan sayımı (hemogram) yapılarak OTH değerleri kaydedildi..Bulgular: Hemodiyaliz grubunun EPO sonrası OTH değerlerinde EPO öncesi OTH değerlerine göre anlamlı yükselme (8,18±1,52 fL ve 9,20±1,46 fL, p=0,046) saptanırken, PD grubunda ise EPO sonrası değerlerde yükselme olmasına rağmen, fark istatistiksel anlamlılık sınırına çok yakın bulundu (8,28±1,80 fL ve 9,39±1,50 fL, p=0,051).Yüksek dozda EPO alan HD hastalarında EPO sonrası OTH değerleri artmış olarak bulundu (7,81 ± 1,04 ve 9,61 ± 1,05 fL; p=0,06). Düşük doz EPO kullananlarda ise farklılık görülmedi (8,64 ± 1,97 ve 8,67 ± 1,81 fL; p>0,05). PD hastalarında ise EPO dozu OTH değerleri üzerinde etkili bulunmadı (9,57 ± 1,58 ve 9,10 ± 1,42 fL; p>0,05).Sonuç: HD uygulanan çocuklarda EPO'nun OTH düzeylerini etkilediği, ancak PD hastalarında OTH düzeylerinin EPO tedavisinden etkilenmediği görüldü. Hekimler tromboz riski yüksek hastalarda yüksek doz EPO kullanırken dikkatli olmalıdır
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Kızamıkçık ve hepatit B aşısı sonrası görülen bir Guillan-Barre sendromu olgusu
    (2008) Levent Mdyat; Aşan Önder; Gabil Mursalov; Yasemin Özdemir; Sevgi Mir
    Guillain-Barre Sendromu (GBS), çoğunlukla hızlı ilerleyen, simetrik güçsüzlük ve arefleksi ile karakterize, akut enflamatuar birpolinöropatidir. Enfeksiyöz ajanların, aşıların, cerrahi girişimlerin ve doğum sürecinin bu hastalığın oluşumunu tetikleyebildiği iddia edilmektedir. Bu çalışmada, hepatit B ve kızamıkçık aşıları uygulamasından bir hafta sonra yürümede bozukluk şikayetiyle başvuran ve tedavi sonrası minimal sekelle düzelen on bir yaşında bir olgu sunulmuş ve literatür bilgileri incelenerek, aşı-GBS ilişkisi araştırılmıştır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Neurofibromatosis type 1 (NF1): as a cause of hypertension
    (2015) Secil Conkar; Ebru Yılmaz; Kadriye Özdemir; İpek Kaplan Bulut; Halil Bozkaya; Sevgi Mir
    Nörofibromatozis tip 1 otozomal dominant geçiş gösteren nöroektodermal ve mezodermal dokuların displazisi sonucu ortaya çıkan klinik bulgular ile karekterizedir. Cafe-au-lait denilen karekteristik pigmente deri lezyonu, aksiller ve inguinal çillenme, deri nörofibromaları, Lisch nodülleri denilen pigmente iris hamartomaları, merkezi sinir sistemi tümörleri, periferik sinir sistemi tümörleri ve diğer sistemleri ilgilendiren tümörler görülebilir. Nörofibromatoz tip 1 de hipertansiyon renovasküler hastalıklar, mid-aortik sendrom veya feokromasitomaya bağlı olarak gelişebilir. Çocukluk yaşlarında nörofibramatoza bağlı hipertansiyonun nedeni genellikle renal arter stenozu olup genellikle damarın proksimalini veya orijini ilgilendirir. Hastaların %25'inde aort koarktasyonu ile birliktedir. Nörofibromatozis nadir görülen bir hastalık olsada çocukluk çağında ki renovasküler hipertansiyonun önemli nedenlerinden biridir. Nörofibramatoz tip 1 nedeniyle izlenirken hipertansiyon tespit edilen iki olgumuzu NF 1 izleminde kan basıncı ölçümleri ile tarama yapılmasının önemini belirtmek ve aort ana dallarının ve renal arterlerin hipertansiyon tespit edilen olgularda stenoz açısından incelenmesinin önemini vurgulamak için sunduk
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Persistan karın ağrısı: Familyal Akdeniz Ateşi ve poliarteritis nodosa birlikteliği
    (2003) Pelin Ertan; Sevgi Mir; Erkin Serdaroğlu; Alphan Cura; Ahmet Memiş
    Familyal Akdeniz Ateşi, tekrarlayıcı ateş ve poliserozit atakları ile seyreden kendi kendini sınırlayan otozomal resesif geçişli bir hastalıktır. Hastalığın Henoch-Schönlein vasküliti ve poliarteritis nodosa gibi vaskülitlerle birlikteliği nadir olmakla birlikte artan sıklıkta literatürde bildirilmektedir. Familyal Akdeniz Ateşli hastalarda vaskülit için belirleyici olabilecek klinik bulgular, genetik özellikler ve bu hastaların tedavisi henüz kesin olarak belirlenememiştir. Bu makalede genetik olarak tanı konmuş ve persistan karın ağrısı yakınması ile vaskülit düşünülerek poliarteritis nodosa saptanmış bir olgu sunulmuştur.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Perıton Dıyalız Sıvıları
    (2014) Ebru Yılmaz; Nida Dinçel; İpek Bulut Kaplan; Sevgi Mir
    Periton diyalizi (PD) son dönem böbrek hastaları için önemli bir renal replasman tedavi yöntemidir. Hastalar evde uygulanan PD tedavisine kolayca uyum sağlarlar. Geleneksel standart periton diyaliz solüsyonları osmotic ajan olarak glukoz kullanırlar. Glukoz içeren diyaliz sıvıları yüksek konsantrasyonda glukoz içerirler. Laktat ve glukoz yıkım ürünlerinin oluşmasına neden olurlar. Yüksek osmolalite ve düşük pH'a sahiptirler. Tüm bu sayılan özellikler peritona zarar verir (fibrosis, neoanjiogenez). Yeni PD solüsyonları alternatif tampon sistemleri ve ozmotik ajan kullanırlar (ikodekstrin ve aminoasitler). Yüksek pH'ya sahip olup daha az glukoz yıkım ürünlerinin oluşumuna neden olurlar. Yeni PD solüsyonlarının kullanımı ile daha iyi metabolic kontrol ve vücut kompozisyonu sağlanabilir. Yeni solüsyonların kullanımı daha az fibrozise yol açar ve antiinflamatuvar özelliklerinden dolayı da periton zarı viabilitesini arttırırlar. Ama hasta sağ kalımını artırdıklarına dair kanıt yoktur. Bu derlemenin ile PD için kullanılan farklı tipte periton diyaliz sıvılarının tanımlaması ve gözden geçirilmesi amaçlanmıştır
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    The Prevalence and Risk Factors of Anemia in Children with Renal Transplant
    (2014) İpek Bulut Kaplan; Nida Dinçel; Betül Sözerei; Kadriye Özdemir; Sevgi Mir; Mehmet Fatih Orhan; Mustafa Orhan Bulut
    Amaç: Renal transplantlı hastaların takibinde anemi yaygın görülmektedir. Renal transplantlı çocuklarda görülen anemi hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı; transplantasyon sonrası çocuklarda kısa ve uzun dönem- de ortaya çıkan aneminin risk faktörlerini ve prevalansını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma, Ege Üniversitesi’ndeki böbrek nakilli çocuklarda yapılmıştır. Hematokrit düzeyinin yaşa göre 2 standart deviasyon altında olması anemi olarak tanımlanmıştır. Bulgular: Erken post transplant dönemde anemi insidansı %18 bulundu. Geç post transplant dönemde ortalama ola- rak 60 ayda %27.5 oranda anemi saptandı. Anemi insidansı post transplant 24.36,48 ve 60. aylarda sırasıyla %18.4, %23.3, %23 ve %27.5 bulundu. Takip süresince herhangi bir zamanda 71 (%67.6) hastada en az bir kez anemi tespit edildi. Transplantasyon sonrası herhangi bir dönemde kullanılan ACE inhibitörü ile anemi arasında ilişki saptanmadı. Do- nör tipi ve yaşı ile geç anemi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Diğer yandan, geç dönem anemi rejeksiyon öyküsüyle anlamlı ilişkili bulundu. Sonuç: Renal transplant alıcısı olan çocuklarda tahmini glomerül ? ltrasyon hızının düşüklüğü, transplantasyon sonrası sürenin uzunluğu ve rejeksiyon atağı anemi için risk faktörleridir.
  • «
  • 1 (current)
  • 2
  • »

| Ege Üniversitesi | Kütüphane | Açık Erişim Politikası | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Ege Üniversitesi Rektörlüğü Gençlik Caddesi No : 12 35040 Bornova - İZMİR, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim