Yazar "Kitiş, Ömer" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 16 / 16
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Bipolar I bozukluk hastalarında ve kardeşlerinde beyaz madde bütünlüğü(Ege Üniversitesi, 2014) Gönül, Ali Saffet; Şimşek, Fatma; Eker, Mehmet Çağdaş; Kitiş, ÖmerBipolar bozukluk, manyetik rezonans görüntüleme, diftizyon tensor görüntüleme, orbitofrontal korteks, dorsolateral prefrontal korteks.;Bipolar disorder, magnetic resonance imaging, diffusion tensor imaging, orbitofrontal cortex, dorsolateral prefrontal cortex.;Bipolar I bozukluk (BP-I) yüksek oranda kalıtılabilir olmasına karşın nedenleri henüz tam olarak belirlenememiştir. Kalıtım oranlarının yüksek olması nedeniyle hastalığa yatkınlık ve dirençle ilişkili olabilecek beyin bölgelerini araştırdık. Çalışmada BP-I hastası ve onların sağlıklı kardeşlerinden oluşan 28 kardeş çifti ile akrabalık bağı olmayan30 sağlıklı gönüllünün manyetik rezonans görüntüleri (MRG) 3T gücündeki cihaz ile elde edilmiştir. Tl görüntüleri voksel tabanlı morfometri (VTM) ve difılzyon tensor görüntüleri (DTG) de Leonardo İş-istasyonu ile incelenmiştir. VTM analizi BP-I hastalarında ve kardeşlerinde BP-I'a yatkınlığın sol orbitofrontal korteks ve sağ serebellumda daha küçük hacimle ilişkili olduğunu, hastalığa direncin ise sağlıklı kardeşlerde sol dorsolateral prefrontal korteks ile ilişkili olduğunu göstermiştir. DTG analizinde gruplar arasında fark saptanmamış olmasına karşılık sadece hasta grubunda yasla birlikte sol unsinat fasikulus FA değerlerinin azaldığı gözlenmiştir. Bu sonuçlar emosyonların istemsiz denetiminde rol oynayan mediyal prefrontal ağın bir parçası olan orbitofrontal korteksin BP-I'un kalıtımı ile ilişkili olduğunu göstermiştir. İstemli emosyon denetiminde görev alan dorsolateral prefrontal korteksteki hacmindeki artışın ise istemsiz emosyon denetiminde gözlenen bozukluğu gidermeye yönelik bir direnç etkeni olabileceği düşünülmüştür.Öğe Cervical blood flow velocity values in patients with unilateral intracranial aneurysm: Preliminary results(2019) Tekin, Engin; Pehlivan, Murat; Kitiş, ÖmerAim: Brain aneurysm is a balloon shaped dilatation of brain vessels as a result of attenuation of the vessel walls. the aim of this study was to evaluate the relationship between blood flow velocities in the right and left arterial vessels in an unruptured aneurysm and healthy group, and to investigate whether this analysis can help early diagnosis of aneurysm. Methods: Four aneurysm patients (four female, mean age 57.25 ± 0.75 years) and four healthy subjects (two female, 2 male male, mean age 36.35 ± 6.19 years) were included in the study. Blood flow velocity values of right and left internal carotid arteries, vertebral artery and right and left internal jugular veins were obtained during a cardiac cycle with phase contrast technique. Spearman's correlation analysis was applied to flow velocity values. Statistically significant blood flow similarities between right and left brain were investigated. Results: in the aneurysm group, there was a significant difference between right and left cervical arterial blood flow velocity values (p=0.001). Spearman correlation coefficient values between right and left arterial blood flow velocity values and right and left side arteriovenous blood flow velocity values were lower in the aneurysm group compared to the control group however, there was no statistical significance (p?0.05 for all). Conclusion: the difference between the right and left arterial blood flow velocities obtained in the aneurysm group and the low correlation values may be useful in early diagnosis of aneurysm.Öğe Cinsel istismara uğrayan ergenlerde dayanıklılık belirleyicileri ve dayanıklıkta hipokampüs hacmi(Ege Üniversitesi, 2016) Gönül, Ali Saffet; Bildik, Tezan; Kaya, Rahime; Kitiş, ÖmerAraştırmalar cinsel istismar ile düşük benlik değeri, depresyon ve ilişki güçlükleri gibi psikolojik sonuçlar arasmdaki bağlantıyı belirlemiştir. Cinsel istismarın psikolojik etkisi sadece deneyimlenen travmanm tipine bağlı değildir aynı zamanda bir dizi değişkenin sonucuna göre farklılaşır. Çocukluk çağı cinsel istismarın uzun vadeli sonuçlarına ilişkin çalışmalar, cinsel istismara uğrayan tüm bireylerin üçte biri ile yarısının erişkin dönemi psikiyatrik ya da psikolojik sorunları göstermediğini bildirmektedir. Bu nedenle onların dayanıklı olarak tanımlanabileceği öne sürülmüştür. Bu çalışmanın amacı "hangi faktör veya özellikler dayanıklı grubu daha incinebilir karşıtlarından farklılaştırmaktadır?" sorusuna bir yanıt bulmaktır. Araştırmacılar Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri Bölümüne adli rapor düzenlenmesi amacıyla gönderilen cinsel istismar mağduru 14-18 yaş arasmdaki 114 ergeni değerlendirmiştir. Denekler Connor - Davidson psikolojik sağlamlık ölçeği puanları ve şimdiki psikiyatrik tanısı olup olmadığını göre dayanıklı ve dayanıksız olarak iki gruba bölünmüştür. İki grubun kesme noktası Connor-Davidson psikolojik sağlamlık ölçeği ortalamasmdan 1 standart sapma üstünde ve altında olmasına göre belirlenmiştir. 44 denek dayanıklı grupta ve 51 denek ise dayanıksız grupta yer almıştır. Sonuç olarak, aile yapısı, şiddetli cinsel istismar, duygusal ihmal, depresyon düzeyi, intihar davranışı, kendine zarar verme davranışı, duygu düzenlemede güçlükler, zarardan kaçınma mizaç boyutu, kendini yönetme kişilik boyutu, işlevsel olmayan başa çıkma tutumlarının kullanımı ve aile ve arkadaşlardan algılanan sosyal desteğin çocukluk cinsel istismarınm önemli belirleyicileri olduğu bulunmuştur. Mevcut araştırma klinik yararı olma olasılığı olan kayda değer bulgular üretmiştir. Özellikle, bu çalışmada tedavide başa çıkma stratejilerini geliştirme bileşenine odaklanan müdahale ve tedavilerin önemi vurgulanmaktadır.;Cinsel istismar, risk ve koruyucu faktörler, hipokampüs hacmi, manyetik rezonans görüntüleme.;sexual abuse, risk and protective factors, hippocampal volüme, magnetic resonance imaging.Öğe The common brain structures correlated with personality traits in healthy mothers and their daughters(2015) Bilgi, Mustafa Melih; Şimşek, Fatma; Akan, Sebnem Tunay; Aksoy, Burcu; Kitiş, Ömer; Gönül, Ali SaffetObjective: To investigate the heritability of personality traits related to brain regions by recruiting a group of healthy mothers with their daughters. Methods: Twenty-two right handed mother-daughter pairs who gave their informed consents were included in this study. All of the participants were screened with non-patient Turkish version of Structured Clinical Interview for DSM IV (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) to rule out any current and past psychiatric disorder. the volunteers filled the TCI (Temperament and Character Inventory) and underwent MRI (Magnetic Resonance Imaging) for brain imaging in consecutive days. the MRI scans of the participants were obtained during their follicular phase to control menstrual effect on brain volume. Image analysis was performed using SPM 8 software (Statistical Parametric Mapping) running in MATLAB 7. Image processing was based on the VBM-DARTEL (Voxel Based Morphometry) method. Age and total brain volume were included as confounding factors. To obtain common brain structures correlated with personality traits in both groups, group x personality dimension interaction analyses were performed. Results: the daughters had higher education years and they scored significantly higher NS (Novelty Seeking) points compared to their mothers. the correlation analyses revealed that HA (Harm Avoidance) in temperamental traits, SD (Self-Directedness) and ST (Self-Transcendence) in character traits were correlated significantly within mother-daughter pairs. the common brain structures which were significantly interacted in different personality traits were: Harm Avoidance: Positively interacted areas were right orbitofrontal cortex (BA 10) and left occipital cortex (BA 19), negatively interacted areas were left inferior frontal lobe (BA 45), left primary sensory cortex (BA 1), right amygdala, hypothalamus and cerebellum. Novelty Seeking: Positively interacted areas were left primary sensory cortex (BA 1) and the pole of left temporal lobe (BA 20). There was no negative interaction. Reward Dependence: There was only positively interacted areas which were left frontal lobe (BA 6, 8), right primary sensory area extended to motor areas (BA 3, 4), the pole of left temporal lobe (BA 20), the left inferior (BA 44) and the right middle frontal gyrus (BA 46). Persistence: There was only positively interacted areas which were bilateral ventral striatum and bilateral superior frontal gyrus at BA 6. Self-Directedness: There were only negative associations at the bilateral middle frontal gyrus (BA 6), right inferior frontal gyrus (BA 44), right precentral gyrus (BA 9) and posterior cingulate cortex. Cooperativeness: There was only one negative correlation at left superior temporal gyrus (BA 21). Self-Transcendence: There were only negative interactions at superior temporal gyrus (BA 22) bilaterally, left orbitofrontal cortex (BA 10) and right fusiform gyrus (BA 37). Conclusion: Despite of the limitations, the effect of inheritance related with different personality traits was shown on multiple candidate brain regions in this study. the overlapped brain regions with various personality traits suggest the involvement of these regions in different neural networks by multitasking.Öğe Computed tomography vs. magnetic resonanceimaging in unstable cervical spine injuries(2020) Biçeroğlu, Hüseyin; Kitiş, Ömer; Eraslan, Cenk; Akay, Ali Ferruh; Altuncı, Yusuf Ali; Kodik, Meltem SongürBACKGROUND:This study aimed to investigate the role of computed tomography (CT) in identifying missed unstable blunt cer-vical injuries.METHODS:Patients admitted to the emergency department between June 2014 and June 2018 with a diagnosis of blunt cervical trauma were included in this study. All participants underwent cervical magnetic resonance imaging (MRI) after an initial cervical CT investigation. All imaging results were reviewed, and decisions were taken by the consensus of a team consisting of an emergency medicine specialist, a neuroradiologist, and a neurosurgeon. Other variables included age, sex, the Glasgow Coma Scale, medical comorbidities, multi-trauma, neurological deficits, accompanying intracranial hemorrhage, extremity fractures, and the mechanism of the injury.RESULTS:Data for 195 patients were analyzed. The mean (±standard deviation) age of the participants was 47.34±21.90 years, and 140 (71.8%) were males. Eighteen patients (9.2%) were below age <18. The most frequent mechanism of injury was fall from height (n=100; 51.3%). Using MRI as the gold standard, the sensitivity of CT in diagnosing unstable cervical injury was 77.7% (95% CI [67.1–86.1]), while its specificity was 100.0% (95% CI [59.0–100.0]).CONCLUSION:Although computed tomography is relatively good in diagnosing unstable cervical injuries, its sensitivity in detecting positive cases is not as successful. Thus, the use of MRI in patients with an unstable injury seems to be warranted.Öğe Cortical Thickness and Subcortical Volumes in Adolescent Synthetic Cannabinoid Users with or Without ADHD: a Preliminary Study(2019) Çolak, Çiğdem; Çelik, Zehra Çakmak; Zorlu, Nabi; Kitiş, Ömer; Yüncü, ZekiIntroduction: Synthetic cannabinoids (SCs) have become increasingly popular in the last few years, especially among adolescents. Given Attention deficit/hyperactivity disorder (ADHD) is over represented in patients with substance use across adolescents compared to the general population, the current study aims were two-fold: i) examine cortical thickness, surface area and subcortical volumes in SC users compared to controls, ii) examine the influence of ADHD on cortical thickness, surface area and subcortical volumes in SC users. Methods: Structural magnetic resonance imaging scans were acquired from 28 SC users (15 without ADHD and 13 with ADHD combined type) and 13 controls. Results: We found that SC users both with and without ADHD groups have significantly reduced cortical thickness compared to controls in areas of the left caudal middle frontal and left superior frontal. in addition, SC users with ADHD also showed reduced cortical thickness in the right precentral and postcentral gyruses. We also found increased right nucleus accumbens volume in SC users without ADHD, but not with ADHD, compared to controls. Conclusion: These results suggest that similar to cannabis use, SC use has also negative effects on brain morphology and comorbidity of ADHD and substance dependence may show different cortical thickness and subcortical volume alterations than substance use alone.Öğe Diffusion tensor imaging in brain tumors: The role of fractional anisotropy values(2019) Akyılmaz, Dinçer Aydın; Çallı, Cem; Özgiray, Erkin; Ertan, Yeşim; Kamer, Serra; Kitiş, ÖmerAim: To evaluate the role of Fractional anisotropy (FA) values obtained from diffusion tensor magnetic resonance imaging (DTI) in the differentiation and grading of brain tumors. Materials and Methods: This study examined the conventional and diffusion tensor MR imaging findings of twenty-seven patients diagnosed with brain tumors between 2008 and 2010. Patients were divided into four groups based on tumor types; meningiomas, low-grade gliomas, high-grade gliomas, and metastases. Fractional anisotropy (FA) values were then obtained from the solid components and (if present) peritumoral vasogenic edema of the tumors for each patient by using the region of interest (ROI) method. Finally, the patient groups were analyzed in terms of any statistically significant differences. Results: The FA values obtained from the solid portions and peritumoral edema of meningiomas were found to be higher than those of all other groups (p<0.015). Moreover, the FA values of high-grade gliomas were found to be higher than those of low-grade gliomas (p=0.042). Finally, no statistically significant difference was observed between high-grade gliomas and metastases in terms of the FA values of solid components and peritumoral edema. Conclusion: The determination of FA values among DTI results can be a useful method for differentiating brain tumors such as meningioma, low-grade glioma, high-grade glioma, and metastasis, as the treatment protocols and prognoses of each may differ. Moreover, FA values may contribute preoperatively to the differentiation of brain tumors in multimodal brain tumor imaging. It would be useful to use diffusion tensor imaging in conjunction with conventional MRI in the imaging of brain tumors.Öğe Geç başlangıçlı depresyon hastalarının ''Default Mode Network'' aktivitesinin sağlıklı kontroller ile karşılaştırılması(Ege Üniversitesi, 2016) Kitiş, Ömer; Ercan, Melis; Gönül, Ali SaffetDefault Mode Network (DMN), fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRG), Geç Başlangıçlı Depresyon (GBD), major depresyon.;Default Mode Network (DMN), functional Magnetic Resonance Imaging (fMRI), Late Onset Depression (LOD), major depression.;GİRİŞ: Son yıllarda yapılan çalışmalarda, psikiyatrik hastalıklarda bölgesel işlev bozukluğunun ötesinde farklı alanların beraber çalışmasındaki sorunların hastalığın ortaya çıkışında rol oynadığı gösterilmiştir. Ancak, bu bölgeler arası bozulmanın net olarak tanımı yapılamadığı gibi hastalığın hangi aşamasında (prodrom veya sendrom) ortaya çıktığı da bilinmemektedir. Kırk beş yaş sonrasında başlayan geç başlangıçlı depresyonun (GBD), erken başlangıçlı depresyona göre genetik etkilerin daha az olduğu ve nörodejenaratif sürecin daha önde olduğu bir depresyon alt tipi olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla sendromdan hemen önce oluşan edimsel patofizyolojinin klinik belirtilere yol açtığı düşünülmektedir. Beynin odaklanmadığı zamanda aktif hale geçen ve nörodejeneratif hastalıkların erken dönemlerinde bozulduğu bildirilen Default Mode Network (DMN) aktivitesi geç başlangıçlı depresyonda araştırma alanı olarak seçilmiştir. AMAÇ: Bu çalışmada GBD hastalarının ve sağlıklı bireylerin DMN' lerinin fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRG) ile karşılaştırılarak hastalıkla ilgili farklılıkların ve dolayısıyla GBD patofizyolojisi hakkında bulguların gösterilmesi amaçlanmıştır. Eğer ileri yaşta ve sonradan ortaya çıkan depresyonda hangi beyin bölgeleri arasındaki işlevsel ilişkinin bozulduğu ortaya çıkarılabilirse, bu bilgi hastalığın patofizyolojisini anlama, tedavi geliştirme ve tedavi prognozunu öngörmede kullanılabilir. HİPOTEZ: GBD' de beyindeki DMN' yi oluşturan beyin bölgelerinin birbiri ile ilişkisi bozulmaktadır. Bu bozulma özellikle yaş ile beraber izlenen nörodejeneratif alanlarda olmaktadır. YÖNTEM: Bu çalışmaya 15 GBD hastası ile 14 sağlıklı gönüllü dahil edilmiştir. Katılımcıların ayrıntılı psikiyatrik muayenesi yapıldıktan sonra DSM-IV için Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-1), Hamilton Depresyon Değerlendirme Ölçeği (HAM-D-17), Klinik Demans Evrelendirme Ölçeği (KDEÖ), Standardize Mini Mental Test (SMMT) uygulanmış ve 3 Tesla MR cihazı ile yapısal ve fonksiyonel görüntülemeleri tamamlanmıştır. Hasta ve sağlıklı kontrol grubunun DMN aktiviteleri bireylerin zihinsel olarak dinlenme durumunda değerlendirilmiştir. Bu tam dinlenme durumunu belirleyebilmek için de öncelikle kişilerin fMRG ödevi aracılığıyla zihinsel bir aktivite göstermeleri amaçlanmıştır; ardından gelen 5 dakikalık dinlenme durumundaki çekilen görüntüleri analize alınmıştır. fMRG-CONN-FC programı aracılığıyla fonksiyonel MR görüntülerinde DMN' nin işlevsel bağlantıları hasta ve kontrol grubu arasında t testi ile karşılaştırılmıştır. BULGULAR: Bulgularımız, hasta grubunda sağlıklı kontrollere göre medial prefrontal kortex (mPFC) ile parahipokampal girus-sağ posterior (PaHg-sp) arasında artmış işlevsel bağlantı göstermiştir (B=0.24, t=5.57, p-FDR<0.000921). Ek olarak DMN alt bölgeleri arasındaki bağlantıları hasta grubunun kendi içinde değerlendirdiğimizde mPFC ile PaHg-sp, mPFC ile posterior singulat korteks (PCC), mPFC ile sol lateral parietal lob (LLP), mPFC ile sağ lateral parietal lob (RLP) arasında artmış işlevsel bağlantı olduğunu saptadık. SONUÇ: Bu çalışmada kısmen ya da tam remisyondaki GBD hastalarında kontrol grubundan farklı olarak DMN' nin alt bölgelerinde işlevsel bağlantı değişiklikleri gözledik. Bu trait özellik kendisini emosyonel işlemleme ve bellek kayıt/geri çağırımından sorumlu olan mPFC ve PaHg-sp arasındaki bağlantıda artış olarak göstermiştir. Bu bulgu geç başlangıçlı depresyonda bellek performanslarını devam ettirmek için ilgili alanların ilişkisini artırmaya yönelik olarak yorumlanmıştır.Öğe Hemodiyaliz vasküler erişim yolu komplikasyonlarında tanısal ve girişimsel radyoloji(Ege Üniversitesi, 2000) Kitiş, Ömer; Memiş, AhmetÖZET Hemodiyaliz tedavisinin ana unsurlarından biri hastanın vasküler sistemine giri şimi sağlayan vasküler erişim yollandır (Vasküler akses). Cerrahi olarak oluştu rulan endojen arteriovenöz fîstüller, arteriovenöz greftler ve santral venöz kateterler, diyaliz işlemi için vasküler erişim yolu görevini görmektedirler. Zaten kronik böbrek yetmezliği nedeniyle, sistemik bir hastalıkla mücadele etmek zo runda olan bu hasta grubunun sorunlarına, diyaliz için gerekli olan vasküler akses komplikasyonlarıda eklenmektedir. Vasküler aksesleri, bu hastalar için hayatla bağlantıları olduğundan, komplikasyonlannda acil tam ve tedavi oldukça bbüyük öneme sahiptir. Radyoloji, bu hastaların yönetiminde hem tanısal (RDUS ve anjiografîk incele meler ile), hemde terapötik (stenoz ve tromboz gibi komplikasy onların perkütan girişimlerle tedavisiyle) öneme sahiptir. Girişimsel radyolojik prosedürlerin gelişimi, cerrahi tedavilere alternatif oluştur muştur. Günümüzde ise, vasküler akses komplikasyonlarmdaki en popüler terapötik yaklaşım haline gelmiştir. Bu çalışmada, hemodiyaliz vasküler akseslerinin komplikasyonlannda tanısal a- şamada RDUS ve anjiografinin, terapötik aşamada da girişimsel radyolojik iş lemlerin etkinliği araştınhnıştır. Akses kayıplarının ensık nedeninin trombozlar, akses disfonksiyonlaıın ise sıklıkla stenotik lezyonlara sekonder olduğu bulgu- lanmıştır. RDUS ile incelenen olgulann, anjiografi ile karşılaştınlmasmda RDUS' un özellikle trombotik ve arteriyel sisteme ait patolojilerde yüksek sensitiviteye sahip olduğu sonucuna vanlmıştır. Nativ fistüllerde, drenaj venlerinin anastomoza yakın alanlarında lokalize stenozlarda ve anastomotik yerleşimli stenotik lezyonlarda, RDUS' un sensitivitesi azalmaktadır. Nativ fistül, greftler ve santral venlerin incelenmesinde, fistülografi ve venografîk yöntemler hem tam koyduru- cu hem de tedavi planlanmı sağlayan işlemlerdir. Girişimsel radyolojik perkütan tedavi yöntemleri, özellikle stenotik ve trombotik komplikasyonlarda ilk denen mesi gereken, güvenli yöntemlerdir. 71Öğe Major depresif bozukluk hastalarında hastalığa bağlı hipokampus hacminin değişimi(Ege Üniversitesi, 2011) Gönül, Ali Saffet; Işıklı, Serhan; Kitiş, Ömer; Eker, Mehmet ÇağdaşIşıklı S.(2011) Major depresif bozuklukta hastalarında hastalığa bağlı hipokampus hacminin değişimi. Tıpta Uzmanlık Tezi , Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD, İzmir AMAÇ : Bu çalışmanın ana amacı, depresyon hastalarında ortalama 5.5 yıllık izlem sonunda olası hipokampus hacim değişiklerini belirlemek ve böylece hipokampal hacim değişikliklerinin hastalık sürecinin nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu sorusuna ışık tutmakdır. Ayrıca, bu çalışmada hipokampus hacimlerinin bilişsel işlevlere olan ilişkisi nöropsikolojik testlerile değerlendirilmiştir. YÖNTEM: Çalışmaya daha önce E.Ü.T.F Psikiyatri A.D'da yapılmış olan , Major Depresif Bozuklukta Beyin Morfometrik Ölçümleri, Serum BDNF ve Kortizol Düzeyi ile Gen Analizi Çalışması'na katılmış olan 18 depresyon hastası ile 18 sağlıklı kontrol alınmıştır. Hasta grubu ile ayrıntılı psikiyatrik görüşme yapılıp SCID-I (Structured Clinical Inverview for DSM-IV Axis 1 Disorders, SCID-CV) ile tanıları doğrulandıktan sonra hastalık şiddetini ölçmek için Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölceği (HDDÖ), Hamilton Anksiyete Derecelendirme Ölçeyi (HADÖ), Montgomery-Asberg Depresyon Derecelendirme Ölçeyi (MADÖ) uygulanmıştır. Tüm örneklem Stroop Testi, Rey İşitsel Sözel Öğrenme Testi (Rey Auditory Verbal Learning Test-RAVILT), Wechsler Bellek Testi Görsel Kopyalama Bölümü, Sayı Dizisi Testi, Kategorik Akıcılık Testi, İşitsel Üçlü Sessiz Harf Sıralama Testi, İşitsel Üçlü Sessiz Harf Sıralama Testi, Kontrollü Kelime Çağrışım Testi, İz Sürme Testi uygulanarak bilişsel işlevler açısından değerlendirilmiştir. 5 yıl önceki beyin görüntüleme protokolü ile tüm örneklemin kranial Manyetik Rezonans Görüntülemeleri (MRG) tekrarlanmış, BRAINS2 (Brain Research: Analysis of Imajes, Networks and Systems) programı ile grup ve çekim zamanına kör araştırıcılar tarafından hipokampüs hacimleri ölçülmüştür. Elde edilen sonuçlar yineleyici ölçümler varyans analizi ile değerlendirilmiştir. BULGULAR: Çalışmamızın sonucunda ; başlangıçta ve ortalama 5.5 yıllık izlem sürecinin sonunda hasta ve kontrol grubu arasında sağ ve solhipokampal hacimler açısından anlamlı bir farklılık saptanmıştır. İlk çekimde ; hasta grubu hipokampal hacim ortalamaları (cm3) sağ=3.416 ±0.36-sol=3.273±0.48, kontrol grubu hipokampal hacim ortalamaları (cm3) sağ=3.485±0.35-sol=3.47±0.32 olarak bulunmuştur. İkinci çekimde; hasta grubu hipokampus hacimleri ortalamaları sağ=3.324 ±0.39-sol=3.132±0.41, kontrol grubu hipokampus hacimleri ortalamaları sağ=3.487 ±0.36-sol=3.225±0.33, olarak ölçülmüştür. Hasta grubu çalışma anında epizod içinde olanlar ve remisyonda olanlar olarak 2 gruba ayrıldığında hipokampus hacimleri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. İki çekim arası depresyonda geçen toplam gün sayısı, iki çekim arası antidepresan tedavi görülen gün sayısı, ölçek puanları ile belirlenen hastalık şiddeti gibi hastalığa ait özellikler ile hipokampal hacimler arasında bağıntı görülmemiştir. Sağlıklı kontrol grubunda Stroop Testi renk okuma puanı (p=0.029) ve iz sürme A testi puanı (p=0.05)hasta grubuna göre anlamlı düşük bulunmuştur. Bilişsel test puanları ile hipokampal hacimler arasında anlamlı bağıntı saptanmamıştır.TARTIŞMA: Bu çalışmada orta yaş grubunda, orta şiddette depresyon belirtileri gösteren hasta grubunda hipokampus hacimlerinde 5 yıllık izlem sonunda fark olmadığını gözledik. Bu bulgu depresyon süresi ile hipokampus hacimlerinin azaldığı iddiasını doğrulamamaktadır. Bilişsel işlevler genel olarak sağlıklı kontrol grubunda daha iyi bulunsa da hipokampal hacimlerle bağlantısı yoktur. Bu veriler ışığında, literatürde hipokampusun depresyon fizyopatolojisi için geliştirilmiş modellerdeki yerinin yeniden belirlenmesi gerekmektedir.;Major Depresif Bozukluk, Hipokampus, Manyetik Rezonans Görüntüleme.;Major Depressive Disorder, Hippocampus, Magnetic Resonance Imaging.Öğe Multipl skleroz hastalarında "Double Inversion Recovery" sekansının tanıya katkısı(Ege Üniversitesi, 2020) Kitiş, Ömer; Eraslan, Cenk; Çallı, M. Cem; Yüceyar, NurBu projenin amacı; MS plaklarının saptanmasında 3D-DIR ("Double Inversion Recovery") sekansının etkinliğinin araştırılması ve 3D-FLAIR ile karşılaştırılmasıdır. Bu araştırma, proje kapsamında satın alınan 1.5 Tesla Siemens Amira (Erlangen, Germany) cihaz ile yapıldı. Çalışmaya Multipl Skleroz (MS) tanısı almış 58 hasta ve MS kuşkusu taşıyan 42 olgu olmak üzere toplam 100 hasta dahil edildi. Tüm olgulara rutin kranial MRG tetkikine ek olarak 3D-FLAIR ve 3D-DIR sekansları uygulandı. Bu 2 sekans tanısal etkinlik açısından karşılaştırıldı. 3D-FLAIR ve 3D-DIR sekansları karşılaştırıldığında; DIR sekansının özellikle posterior fossa ve kortikal lezyonların saptanmasında hem lezyon/parankim kontrastının hem de lezyon saptama oranının daha yüksek olduğu görüldü. Sonuç olarak; DIR sekansı MS hastalarının tanısı, tedaviye yanıtın izlenmesi ve relapsların saptanmasında diğer sekanslara ek bilgiler sağlamaktadır. Bu hastaların görüntüleme protokollerine bu sekansın eklenmesi yararlı olacaktır.;Manyetik rezonans görüntüleme, Multipl skleroz, Double inversion.;Magnetic resonance imaging, Multiple sclerosis, Double inversion recovery.Öğe Non-alkolik nedenlere bağlı gelişen Wernicke ensefalopatisinde manyetik rezonans görüntüleme bulguları(2019) Eraslan, Cenk; Güler, Ayşe; Kurt, Erman; Çallı, Cem; Kitiş, ÖmerAmaç: Wernicke ensefalopatisi (WE) tiamin (vitamin B1) eksikliğine bağlı olarak gelişen nöropsikiyatrik bir hastalıktır. Sıklıkla kronik alkolizme bağlı olarak görülmekle birlikte tiamin alım veya emilim eksikliğine neden olan her türlü durumda ortaya çıkabilir. Bu çalışmanın amacı tedavi edilmediği takdirde ölüme kadar giden ciddi sonuçlar doğurabilen bu hastalığın tanı ve izleminde manyetik rezonans görüntülemenin (MRG) önemini vurgulamaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza kurumumuzda hospitalize edilen ve non-alkolik nedenlerle WE tanısı alan 10 hasta dahil edildi. Hastaların MRG tetkiklerinde tutulum yerlerinin lokalizasyonuna göre tipik ve atipik bulguların varlığı değerlendirildi. Ayrıca eşlik eden difüzyon kısıtlılığı varlığı araştırıldı. Bulgular: Kraniyal MRG’de tipik tutulum alanları 10 hastada bilateral talamus mediali, 8 hastada bilateral mamiller cisim, 7 hastada periakuaduktal alan/tektal plak olarak tespit edildi. Atipik tutulum alanları ise 5 hastada forniks, 4 hastada serebral korteks, 2 hastada putamen, 1 hastada ise serebellum tutulumu şeklinde idi. 8 hastada bu bulgulara difüzyon kısıtlılığı eşlik etmekteydi. Sonuç: Sunulan çalışmanın sonuçlarına göre, non-alkolik WE tanılı olgularda MRG’de, alkolik WE tanılı olgularla benzer bulgular gözlenmektedir. Bu hastaların tanı ve tedavilerinin gecikmemesi amacıyla MR görüntülemenin kullanımının önemli rol oynadığı sonucuna varılmıştır.Öğe Opere edilmiş ve radyoterapi almış oligodendrogliom olgusunda nöbet ve hemiplejiyle prezente olan SMART sendromu(2024) Dinçer, Göktuğ; Tombak, Onur; Gökçay, Figen; Acarer, Ahmet; Kitiş, ÖmerRadyoterapinin geç gecikmiş komplikasyonlarından olan SMART (Stroke-like Migraine Attacks after Radioation Therapy) sendromu; baş ağrısı, fokal nöbet ve nörolojik defisitler ile karakterize subakut gelişimli bir tablodur. Özgü radyolojik bulguları ile tanı konur. Anaplastik oligodendrogliom nedenli 10 yıl önce radyoterapi öyküsü olan 58 yaşında erkek hasta subakut seyirli sol fokal başlangıçlı sekonder jeneralize nöbetler, baş ağrısı ve sol hemiparezi gelişmesi nedeniyle kliniğimize yatırıldı. Biyokimya, beyin omurilik sıvısı ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile diğer tanılar dışlanan hastaya sağ frontoparyetotemporal leptomeningeal giral kontrastlanma ve FLAIR’de hiperintens kortikal kalınlaşma saptanması sonucu SMART sendromu tanısı kondu ve steroid tedavisi uygulandı. Klinik ve radyolojik bulgularında belirgin düzelme oldu. SMARTsendromu tedavisinde steroid tedavisi önerilmekle beraber tedavisiz olarak da tablonun kendini sınırladığı bildirilmiştir. Nadir görülmesi nedeniyle patogenezine ve nasıl yönetileceğine dair hala pek çok açıklanmamış nokta bulunmaktadır. Radyoterapi almış tümör olgularında yıllar sonra gelişen progresyon durumunda olası tüm patolojiler dışlandıktan sonra SMART sendromu tanısı konması prognozu öngörme açısından önemlidir.Öğe Patients with Ectopic Posterior Pituitary: Report of Six Cases(2021) Kitiş, Ömer; Erdogan, Mehmet; Yürekli, Banu Şarer; Saygılı, Füsun; Özışık, HaticeObjective: Ectopic posterior pituitary (EPP) can occur because of a migration defect or neurodegeneration of the hypothalamic nuclei. EPP is typically rarely diagnosed. Therefore, we aimed to report our patients with EPP. Material and Methods: This is a retrospective study (approved by the Ege University Ethical Committee, protocol 20-7T/49) that included 6 patients with EPP who were followed up between 2012 and 2019. We collected information on age, sex, height, weight, body mass index, age at the diagnosis, history of traumatic delivery, consanguinity, multiple hormone deficiency and treatment. We examined laboratory levels and medical records, and, magnetic resonance imaging (MRI) reports. Results: The mean age of patients was 25.83 years, and the age at diagnosis was 11.16 years. One patient was female, and the others were male. They were receiving hormone replacement treatment. The patients were diagnosed with EPP during their childhood. All patients, except 2, were taking growth hormone replacement therapy. Only one patient had a history of consanguinity. Additional information about the patients is described in the patient sections. Conclusion: Patients with EPP are rarely seen, and this rare condition should be considered when a patient has panhypopituitarism. MRI is the gold standard imaging modality for hypophysis to identify this condition. In addition, patients who have EPP in MRI should be screened for hypopituitarism.Öğe The prognostic role of clinical, electroencephalographic and neuroradiological parameters in predicting outcome in pediatric non-traumatic coma(2020) Kitiş, Ömer; Yılmaz, Sanem; Aktan, Gül; Tekgül, Hasan; Gökben, Sarenur; Karapınar, Bülent; Anık, AyşePurpose: To investigate the early outcome of non-traumatic coma (NTC) in pediatric critical care in relation to the prognostic role of clinical, electroencephalographic, and neuro-radiological factors. Materials and methods: A total of 77 children (means of age: 70.5±68.7 months, 55.8% were boys) with acute encephalopathy, and NTC were included in this retrospective cross-sectional study. Data on patient demographics (age, gender, etiology of NTC) and prognostic factors [Glasgow coma scores (GCS), pupillary light reflex (PLR), electroencephalography (EEG) and cranial magnetic resonance imaging (MRI) findings] and neurological outcome (intensive care unit period and first 3 months after discharge) were recorded in each patient. Results: Hypoxic-ischemic encephalopathy (35.1%) and central nervous system infection (22.1%) were the most common etiologies in this study. The favorable and unfavorable neurological outcome was noted in 57% and 43% of patients, respectively. Lack of PLR (OR 3.09, 95% CI: 2.17 to 4.40, p<0.001), GCS ?5 (OR 7.85, 95% CI: 2.77 to 22.37, p<0.001), poor prognostic pattern in EEG (OR 13.76, 95% CI: 1.62 to 116.54, p=0.004) and presence of MRI lesions (OR 4.04, 95% CI: 1.15 to 14.19, p=0.029) were significant determinants of unfavorable neurological outcome. Conclusion: We conclude that combined use of clinical, EEG, and MRI findings might provide a more accurate estimation of neurological outcome in pediatric NTC.Öğe Şizofrenide frontal lobun temporal lob ile ilişkisi:(Ege Üniversitesi, 2010) Karakuş, Burçak; Eker, Çağdaş; Gönül, Ali Saffet; Kitiş, ÖmerAmaç: Sizofreni heterojen semptom kümeleri ve klinik görünümlerle ortaya çıkan bir psikiyatrik bozukluktur. Arastırma ve teorik degerlendirmedeki heterojenite sorununu asmak için temel ayrım negatif ve pozitif semptomlar için yapılmaktadır. Eksiklik sendromu, primer olarak negatif semptomların varlıgıyla tanımlanan bir durumdur ve eksiklik sendromu göstermeyen hastalara göre ciddi oranda farklılasmaktadır. Bu çalısmada, eksiklik sendromu gösteren ve göstermeyen sizofreni hastalarında farklılık gösterdigi varsayılan fronto-temporal baglantıları arastırmayı amaçlıyoruz. Difüzyon Tensor Görüntüleme (DTI) kullanarak, frontal ve temporal bölgeleri baglayan akson demetlerinde beyaz cevher traktografisi aracılıgıyla myelin hasarı bulacagımızı bekliyoruz. Yöntem: Çalısmaya 29 hasta ve 17 saglıklı kontrol alınmıstır.Sizofreni hastalarından 18 tanesi eksiklik sendrom göstermekteydi. Hastaların klinik degerlendirilmesi Eksiklik Sendromu Çizelgesi (SDS) ve Pozitif ve Negatif Semptomlar Sendromu (PANSS) yapıldı. Hastaların difüzyon bazlı görüntüleri 1.5T Siemens Manyetik Rezonans Görüntüleme cihazı ile elde edildi ve FSL-FDT araç kutusu ile analiz edildi. Bulgular: Eksiklik sendromu saptanan sizofreni hastaları sol UF FA degerleri açısından kontrollerden anlamlı olarak farklı bulunurken(p=0.023), diger sizofreni hastaları ve kontroller arasında bu fark anlamlı degildi (p>0.05).. Sonuç: Çalısmamızın bulguları özellikle eksiklik sendromu gösteren hastalarında, unsinat fasikülüste ortitofrontal prefrontal alanlar ve temporolimbik alanlar arasındaki baglantı kopukluguna neden olan myelin hasarı olduguna dair kanıt saglamaktadır.;Deficit syndrome, schizophrenia, DTI, myelin, disconnection.;Eksiklik sendromu, sizofreni, DTI, myelin, çözülme.