Yazar "Sara Habif" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 9 / 9
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Çekirdekli eritrositlerin hastane ölümlerinde risk belirleyici rolü(2010) A.Erkin Bozdemir; Burcu Barutçuoğlu; Ceyda Kabaroğlu; H.Saygın Demirel; Sara Habif; Mehmet Uyar; Oya Bayındır; Dilek Özmen; Ali Reşat MoralAmaç: Çekirdekli eritrositler (NRBC) sağlıklı erişkinlerde dolaşımda bulunmayan immatür eritrositler olup, ağır hastalık durumlarında saptanmaları, artmış mortalite ve kötü prognoz ile ilişkilendirilmektedir. Bu çalışmada retrospektif olarak NRBC varlığının mortalite ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Hastanede yatan hastalardan 1 yıl süresince laboratuvara gelen 93833 örnekte (39522 hasta) çekirdekli eritrosit varlığı sorgulandı. Ayrıca, yoğun bakımda yatan 757 hastanın sonuçları retrospektif olarak incelendi. Bu olgulardaki çekirdekli eritrosit düzeyleri ve organ işlev bozuklukları ile ilişkili diğer laboratuvar parametreleri lökosit, trombosit, hemoglobin, CRP, düzeyleri, mortalite durumuna göre karşılaştırıldı. Bulgular: 93833 örneğin 4209’unda (% 4.49), 39522 hastanın 2125’inde (% 5.38) tam kan sayımında dolaşımda NRBC varlığı saptandı. Yoğun bakımda yatan ve ölüm ile sonuçlanan olgularda, hayatta kalan olgulara kıyasla, NRBC, lökosit ve CRP istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek, trombosit ve hemoglobin ise anlamlı düşük bulundu. Sonuç: Yoğun bakım hastalarında saptanan çekirdekli eritrositlerin mortalite ile ilişkisi tam olarak aydınlatılamamıştır. Ancak, çeşitli yayınlarda çekirdekli eritrosit varlığının şiddetli enfeksiyon, hipoksi, akut ve kronik anemi ile ilişkili olduğu bildirilmektedir. Bulgularımız, yoğun bakım hastalarında, çekirdekli eritrositler ile mortalite arasında bir ilişki olduğunu desteklemektedir. Ölümden önce prognostik gösterge olabilecek dolaşımdaki çekirdekli eritrositlerin yüksek riskli hastaları ayırt etmedeki rolü, daha kapsamlı çalışmalarla incelenmelidir.Öğe Dallı Zincirli Aminoasidopati Sonucu Gelişen Organik Asidemiler: Ege Tıp Deneyimi(2016) Melis Köse Demir; Ebru Canda; Mehtap Kağnıcı; Yasemin Altınok Atik; Sema Uçar Kalkan; Sara Habif; Hüseyin Onay; Mahmut ÇokerAmaç: Dallı zincirli amino asitler olarak adlandırılan valin, lösin ve izolösin metabolizmasında görevli enzimlerin eksiklikleri sonucunda organik asidemi olarak adlandırılan bir grup metabolik hastalık oluşur. Bu grup hastalıklardan en sık görülenlere örnek olarak akçaağaç şurubu kokulu idrar hastalığı (MSUD), izovalerik asidüri (İVA), propiyonik asidüri, metilmalonik asidüri (MMA) verilebilir. Bu yazıda temel olarak dallı zincirli aminoasidopati sonucu gelişen organik asidürierlin klinik prezentasyonları ve başlangıç bulgularının progresyon üzerindeki ve izlem sürecindeki değişikliklerin kronik dönem komplikasyonları üzerindeki etkisinin kantitatif olarak gösterilmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı'nda 2005-2015 arasında MSUD, İVA, propiyonik asidüri ve MMA tanılarıyla izlenen toplam 47 hastamızın demografik, klinik ve laboratuvar bulgularının retrospektif olarak dökümü yapılmıştır.Bulgular: Toplam 47 hasta değerlendirmeye alındı. Hastalarımızın 21 tanesi MMA, 17 tanesi MSUD, beş tanesi propiyonik asidüri, dört tanesi İVA tanısı almıştır. Ortalama izlem süresi 6,31±4,3 yıldır. On dokuz hastamız yenidoğan döneminde, 10 tanesi yaşamın ilk altı ayında, altı tanesi 6-12 aylık dönemde, 12 tanesi ilk bir yıldan sonra tanı almıştır. Hastalarımızın 13 tanesine diyaliz uygulanmıştır. MMA tanılı bir hastamızda kronik böbrek yetmezliği gelişmiştir. Karaciğer yetmezliği gelişen MMA tanılı bir hastamıza karaciğer nakli yapılmıştır. Yirmi bir hastamızda nöromotor gelişme geriliği gözlenmiştir. İzlemde üç hastamız eks olmuştur.Sonuç: Dallı zincirli aminoasidopatiler, hem kliniğe başvuru döneminde hem de izlem sürecinde akut bulguların görüldüğü, acil müdahaleyi gerektiren hastalıklardır. Uzun dönem prognozu belirleyen en önemli faktörler tanı yaşı ve metabolik kontrolün sağlanmasıdır.Öğe Excitatory amino acid levels in cerebrospinal fluids of epileptic patients(1997) Hakan Ebiboğlu; Sara Habif; Nevbahar Turgan; Işıl Mutaf; Cumhur Ertekin; Oya BayındırEpilepsy is among the most neurologic disorders. Due to its damaging effects on the brain and the psychological problems that it creates in the patients, it deserves extensive study of its pathogenesis and new therapeutical approaches. The most widely accepted hypothesis on the pathogenesis of epilepsy is a failure in the regulation of excitatory and inhibitory mechanisms in the brain. The aim of this study was to assess the levels of amino acids in cerebrospinal fluid (CSF) which was believed to reflect the levels of excitatory amino acids in the brain. CSF glutamate, aspartate and glycine levels were determined by gas -liquid chromatography in 12 epileptic patients (juvenile myoclonic epilepsy (JME) n=7, idiopathic primary generalized epilepsy with tonic clonic seizuren=5) and 12 controls. In the epileptic patients, glutamate and glycine levels were significantly higher than controls (p The findings of this study suggest that further studies with a larger patient population and comparison of levels in CSF and epileptogenic brain tissue would be useful for a better understanding of the role excitatory amino acids in the pathogenesis of epilepsyÖğe High levels of lipid peroxides and vitamin E in spermatic veins of patients with primary varicocele(1996) Bülent Semerci; Nevbahar Turgan; Mehmet Dündar; Sara Habif; Emin Özbek; Erdal Apaydın; Necmettin Çıkılı; Oya BayındırMechanisms leading to impairment of spermatogenesis by varicocele have been subject of much debate. This study was designed to introduce a new insight into the possible pathophysiological mechanisms of male infertility. In 23 patients who underwent high ligation of the spermatic vein (ages 18-38 years ) and in 18 controls (ages 22-56 years ), LPO (lipid peroxides), GSH (reduced glutathione) and vitamin E were determined in peripheral blood drawn preoperatively and in spermatic vein samples . LPO and vitamin E contents in the spermatic veins of varicocele patients were greater than in peripheral blood samples of the same patients (mean ± SEM, peripheral and spermatic, respectively; LPO: 3.32 + 0.26 nmol/mL and 4.22 ± 0.24 nmol/mL (p< 0.01), vitamin E: 1.41 ± 0.13 mg/dL and 1.81 ± 0.11mg/dL (p< 0.05). Neither of the measured parameters exhibited significant differences between peripheral and spermatic blood samples in controls nor did any differ between controls and varicocele patients. Impaired spermatogenesis in varicocele may derive from accelerated free radical generation and subsequent alterations in LPO and some antioxidants due to local hypoxia , as a result of decreased testicular blood flowÖğe Koroner balon anjioplasti ve stent yerleştirilmesinden sonra oluşan miyokard hasarının araştırılmasında troponin-T ve CK-MB enzimleri(1997) Azem Akıllı; Özer Badak; Dilek Özmen; Sara Habif; Cemil Gürgün; Filiz Özerkan; Mehdi Zoghi; Oya BayındırKoroner balon anjioplastiden sonra bazı olgularda kreatin kinaz izoenzim MB (CK-MB) ve Troponin T (TnT) ile saptanabilen miyokard hasarı gelişebildiği ve miyokard hasarını saptamada TnT'nin CK-MB 'ye göre özgünlük ve duyarlılığının daha yüksek olma¬sı nedeniyle avantajlı olduğu bilinmektedir. Çalışmanın amacı son yıllarda daha sık kullanılmakta olan koroner stentlerin de miyokard hasarına yol açıp açmadıklarını saptamak, PTCA ve stent yöntemini bu konuda karşılaştırmak ve bu hasarı saptamada TnT ve CK-MB 'nin değerini araştırmaktır. Çalışmaya yaşları 51±8 olan 15 koroner stent ve 54±9 olan 15 PTCA olgusu olmak üzere 30 olgu alınmıştır. Olguların girişimlerden önce ve girişimlerden sonraki 4, 8, 16. saatlerde serum CK-MB ve TnT düzeyleri ölçüldü, EKG kayıtları alındı, klinik izlemleri yapıl¬dı. TnT için 0.2 ng/ml'nin, CK-MB için 24U/lt'nin üzerindeki değerler patolojik kabul edildi. 16 saatlik izlem döneminde stent uygulanan olguların 10'unda TnT pozitif (%67), 7'sinde ise CK-MB pozitif (%47) idi (p<0.05). PTCA yapılan olgularda ise TnT 9 olguda (%60), CK-MB 5 olguda (%33) pozitif bulundu (p<0.05). TnT pozitifliği stent ve PTCA ol¬gularında sırası ile %67 ve %60 (p=ns), CK-MB pozitifliği stent olgularında %47, PTCA olgularında %33 (p=ns) bulunmuştur. Bu çalışmada koroner stentlerin de implantasyondan sonra minör miyokard hasarı oluşturabilecekleri ve bu hasarı saptamada TnT testinin CK-MB 'ye göre daha yüksek tanı duyarlılığına sahip olduğu anlaşılmıştır.Öğe Plasma catalase, glutathione peroxidase and selenium levels in adult diabetic patients(1997) Sara Habif; Nevbahar Turgan; Işıl Mutaf; Figen Aytaçlar; Füsun Hamulu; Oya Bayındır; Candeğer YılmazDiabetes mellitus is not simply a disorder of glucose homeostasis, but is also accompanied by various degenerative manifestations, such as cardiovascular disease and microvascular lesions leading to retinopathy and glomerulopathy. These events may be related to the hyperproduction of free radicals and to a deficiency in available antioxidant systems like low enzyme activity or deficient micronutrient status. To test the feasibility of this idea, we compared the activities of plasma catalase and glutathione peroxidase, as well as the latterÕs cofactor, selenium in diabetics (n=14) and age-matched healthy controls (n=12). The antioxidant enzyme activity in the diabetics was generally lower than in the controls. The following results were obtained: (mean±SEM, controls and diabetics, respectively): plasma catalase 154.02±13.71 kU/L and 114.31±17.60 kU/L (p<0.05); glutathione peroxidase 457.96+-22.66 U/L and 374.61+-21.88 U/L (p<0.05); selenium, 22.1+-2.53 and 17.4+-1.21 ng/mL (p<0.05). Our results suggest that increased oxidative activity, which leads to a depletion in antioxidant enzyme status, may play an important role in the pathogenesis of complications associated with chronic diabetes.Öğe Postmenapozal kadınlarda kısa süreli hormon replasman tedavisinin serum nitrik oksid düzeyleri ve lipid profiline etkileri(2004) Ayşalı Yılmaz; Ceyda Kabaroğlu; Sara Habif; Dilek Özmen; Kemal Öztekin; Oya BayındırMenapozun yol açtığı vazomotor ve vajinal semptomların tedavisinde kullanılan hormon replasman tedavisinin (HRT), ileri yaşla birlikte görülen kognitif fonksiyon değişiklikleri ve Alzheimer hastalığının yanı sıra, postmenapozal süreçte izlenen ateroskleroz ve osteoporoz üzerine de olumlu etkilerinden bahsedilmektedir. Nitrik oksid , vaskuler bütünlüğün sağlanmasında ve hasarlanmadan korunmada önemli rol oynayan endotel kökenli bir damar gevşeticidir. Hormon replasman tedavisinin lipid profili ve damar endoteli üzerinde nitrik oksid aracılı olumlu etkileri, uygulamanın postmenapozal kadınları kardiyovasküler hastalıklardan korumada önemli olabileceğini düşündürtmektedir. Çalışmada 20 postmenapozal kadında östradiol-17-valerat ile siproteron asetat kombine HRT tedavisinin kısa dönemde, serum nitrik oksid düzeylerine ve lipid profiline etkisi araştırılmıştır. Replasman öncesi bazal ve HRT sonrası 3.ayda alınan örneklere ait ölçümler eşli Student’s t-testi ile karşılaştırılmış, p<0.05 anlamlı olarak kabul edilmiştir. 3 aylık HRT tedavisi sonrası serum nitrik oksid düzeyleri anlamlı bir şekilde yükselmiştir (p<0.001). Tedavi sonrası total kolesterol ve trigliserid değerlerinde anlamlı bir değişiklik bulunamamıştır. Yüksek dansiteli lipoprotein (HDL-K) değerleri tedavi sonrası anlamlı olarak yükselirken (p=0.017), bu yüksekliğe apolipoprotein A-I değerleri de eşlik etmiştir (p=0.041). Düşük dansiteli lipoprotein (LDL-K) ve apolipoprotein B düzeyleri tedavi öncesi ve sonrası karşılaştırıldığında, HRT sonrası anlamlı düşme gözlenmiştir (sırasıyla p=0.013, p=0.002). Sonuç olarak kısa süreli HRT’nin endoteliyal fonksiyonu geri kazanmada nitrik oksid üzerinden etkili olabileceği ve lipid profilinde meydana getirdiği değişikliklerin ateroskleroz için risk faktörü olan ögeleri azalttığı gösterilmiştir.Öğe Presentation and management of classical urea cycle disorders: lessons from our experience(2016) Sema Uçar Kalkan; Ebru Canda; Melis Köse; Mehtap Kağınıcı; Özge Köroğlu Altun; Şebnem Çalkavur; Sara Habif; Mahmut ÇokerAmaç: Doğuştan metabolik hastalıklardan olan üre döngüsü hastalıkları (ÜDH), proteinlerin yıkımı sonucu oluşan amonyağın hücresel atılımında görevli enzim ve taşıyıcı moleküllerinin eksikliği sonucu oluşmaktadır. Bu çalışmanın amacı, çocukluk çağında görülen ÜDH klinik özelliklerini ve uzun dönem izlem sonuçlarını değerlendirmektir. Yöntemler: Klasik ÜDH (Karbamoil fosfat sentetaz I eksikliği (n=4), Arjininosüksinat liyaz eksikliği (n=4), Arjninosüksinat sentetaz eksikliği (n=3), Arjinaz eksikliği eksikliği (n=1), Ornitin transkarbamilaz eksikliği (n=1)) olan 13 hastanın klinik özellikleri belirlenmiştir. Semptomların 28 günden küçük hastalarda ortaya çıkması durumunda yenidoğan-başlangıçlı ÜDH, 28 günden sonra ortaya çıkan ÜDH için geç-başlangıçlı sözü kullanılmıştır.Bulgular: Hastaların büyük bir çoğunluğu (n=9) yenidoğan döneminde akut metabolik kriz ile ortaya çıkmıştır. Yenidoğan-başlangıçlı ÜDH sepsis benzeri bir tablo ile kendilerini ortaya koyarken, geçbaşlangıçlı olanlarda ise mental retardasyon ön planda saptanmıştır. Kusma ve hipotoni yenidoğan başlangıçlı hastalarda bildirilirken, hareket bozukluğun eşlik ettiği veya etmediği epilepsi geç başlangıçlı ÜDH rapor edilmiştir. Yenidoğan-başlangıçlı ÜDH hiperamoniyemi hastalığın ilk tanısında oldukça yüksek olmakla birlikte, izlem süresinde üst sınırlara yakın olma eğilimini korumuştur. Buna karşın semptomlu geç başlangıçlı hastalarda metabolik kriz ve hiperamonyemi daha az bildirilmiştir. ÜDH akut ve kronik tedavisinde protein kısıtlı yüksek enerjili diyet ve azot "toplayıcı" ilaçların birlikte verilmiştir. Gelişen tedavi olanaklarına rağmen, yenidoğan-başlangıçlı ÜDH da hala ölüm oranı oldukça yüksek bulunmuştur (44% (4/9)).Sonuç: Yenidoğan başlangıçlı ÜDH genellikle yenidoğan döneminde hiperamoniyemi ile kendini ortaya koymuştur. Geç-başlangıçlı ÜDH da nörolojik bulgulardan tanıya gitmek daha sık bildirilmiştir. Bu hastalıkların tanınması ve izlem sonuçlarının iyileştirilmesi amacı ile temel tanı ve tedavi prensiplerinin güncellenip yeniden yapılandırılması gerektiği sonucuna varılmıştırÖğe Urinary hypoxanthine and xanthine levels in type 2 diabetes mellitus(2004) Belgin Şenol; Nevbahar Turgan; Bilgin Özmen; Ceyda Kabaroğlu; Sara Habif; Işıl Mutaf; Dilek Özmen; Oya BayındırAmaç: Diabetes mellitus damar komplikasyonları nedeni ile önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Mikrovasküler komplikasyonların yanı sıra, özellikle tip 2 diabetes mellituslu (NIDDM) hastalarda, makrovasküler komplikasyonar da ön plana geçmektedir. Hiperglisemiye bağlı psödoiskemi ve oksidatif stresin vasküler alandaki patolojilerin patogenezinde rol oynadığı düşünülmektedir. İskemik durumlarda gözlenen bozulmuş ATP metabolizması pürin yıkılım ürünlerinde, hipoksantin ve ksantin, artışa neden olmaktadır. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada hipoksantin ve ksantin düzeylerinin tip 2 diabetes mellituslu hastalarda izlenen nefropati ile ilişkisi incelenmiştir. Bu amaç için 40 tip 2 diabetes mellituslu hasta (29 normoalbuminürili ve 11 mikroalbuminürili) ve 30 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edilmiştir. Serum kreatinin, üre, ürik asit ve idrar kreatinin, ürik asit, mikroalbumin düzeyleri belirlenmiştir. İdrar hipoksantin ve ksantin düzeyleri UV deteksiyon ile HPLC cihazında ölçülmüştür. Bulgular: Tip 2 diabetes mellituslu hasta grubunda idrar ksantin ve hipoksantin atılımı sağlıklı gruba göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulunmuştur. İdrar hipoksantin ve ksantin düzeyleri miroalbuminürili ve normoalbuminürili hastalar arasında anlamlı fark göstermemiştir. Sonuç: Tip 2 diabetes mellitusta, hiperglisemiye bağlı ortaya çıkan psödoiskemi ATP metabolizmasını bozarak pürin metabolizmasında artışa yol açmaktadır. Artmış idrar ksantin ve hipoksantin düzeyleri tip 2 diabetes mellitus hastalarında yüksek seyretmektedir.