Ege Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi

DSpace@Ege, Ege Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.




 

Güncel Gönderiler

Öğe
Sunitinib Malat’ın elektro-fenton yöntemi ile sulu öözeltilerden giderilmesi işleminin yanıt yüzey yöntemi ile optimizasyonu
(Ege Üniversitesi, 2024) Kılınç, M. Emrah; Alçın, İlayda
Su canlı yaşamı için en gerekli bileşendir. Yaşadığımız gezegenin %70’ini sular oluştururken içilebilir olduğu kısım sadece %3’tür. Hal böyleyken su kirliliği insan ve diğer canlıların yaşamını olumsuz etkilemektedir. Su talebi, hızlı nüfus artışı, kentleşme ve tarım, sanayi ve enerji sektörlerinden gelen artan baskılar nedeniyle yükselmektedir. On yıllar süren yanlış kullanım, kötü yönetim, tatlı su ve yeraltı su kaynaklarının aşırı kullanımı ve kirlenmesi, su sıkıntısını artırmış ve suyla ilgili ekosistemlerin bozulmasına neden olmuştur. Bu durum insan sağlığını, ekonomik faaliyetleri, gıda ve enerji kaynaklarını olumsuz etkilemektedir. Mevcut eğilimi tersine çevirmek için acil eylemler gerekmektedir (Sachs, Kroll, Lafortune, Fuller, & Woelm, 2022). 2022 yılında PNAS dergisinde yayımlanan bir çalışmada, dünya genelinde yaklaşık 471,4 milyon kişinin yaşadığı bölgelerde yapılan analizlerde 61 farklı aktif farmasötik bileşen ve ilaç etkin maddesi tespit edilmiştir. Bu maddeler, genellikle antibiyotikler, ağrı kesiciler ve hormon benzeri bileşikler olup, küresel çapta artan bir tehlikeyi işaret etmektedir (Wilkinson vd., 2022). Kronik toksisite riskini azaltmak için bu maddelerin arıtılması kritik bir öneme sahiptir. Antikanser ilaç etkin maddeleri de potansiyel kirleticiler olarak görülmektedir (Li vd., 2021). Genelde sitotoksik etki gösterdiklerinden canlı yaşamı için kronik risk oluşturmaktadırlar. Sunitinib Malat (SM) sitotoksik etkileri olan antikanser bir ilaç etkin maddesidir. Tez çalışmamız kapsamında SM’nin sulu ortamlardan giderimi için Elektro-Fenton Yöntemini (EFY) kullanıp ve EFY’ye ait gerilim, ortam pH’sı, Fe2+ derişimi, elektrotlar arası mesafe parametrelerinin optimizasyonunu Yanıt Yüzey Yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. SM’nin EFY ile giderimi için optimum koşullar; gerilim 10V, pH 3, Fe2+ derişimi 0,2mM ve elektrotlar arası mesafeyi 2cm olarak saptanmıştır. Optimum koşullarda İzmir’in tüm ilçelerinin şebeke sularının ve hazırladığımız simüle edilmiş yapay vücut sıvılarının 200mL’si için bir adet Sutent 12,5mg kapsülün içindeki katı maddeyi ekleyerek SM’nin EFY ile giderimi çalışılmıştır.
Öğe
Thymus sipyleus subsp. sipyleus var. sipyleus bitkisinin in vitro antidiyabetik aktivitelerinin değerlendirilmesi
(Ege Üniversitesi, 2024) Emir, Ceren; Özfıçıcı, Elif
Lamiaceae familyası 237 cins ve yaklaşık 7200 tür ile dünyada temsil edilmektedir. Bu bitkilerden Türkiye'de 38 cins ve 400 tür yetişmekte; ve yaygın olarak bulunmaktadır. Akdeniz, Karadeniz ve Ege bölgesi, familya için endemik türlere ev sahipliği yapmaktadır. Thymus sipyleus, Türkiye coğrafyasına endemik çok yıllık bir yarı çalıdır. Halk arasında "Sipil kekiği" olarak bilinir ve tarihte birçok alanda kullanılmıştır. Diabetes Mellitus, insülin eksikliği veya insülinin etkisindeki defektler nedeni ile organizmanın karbonhidrat, yağ ve proteinlerden yeterince yararlanamadığı, kan glukoz değerinin yükselmesiyle karakterize, glisemik kontrolün ötesinde çok yönlü risk azaltıcı stratejileri içeren, sürekli tıbbi bakım gerektiren kompleks bir metabolik hastalıktır. Tedavi edilmediği sürece nöropati, nefropati veya kronik kalp hastalıkları gibi birçok hastalığın tetikleyicisi olabilir. Hastalığın tedavisinde kullanılan etki mekanizmalarından biri, glukoz emilimini azaltan α-glukozidaz ve α-amilaz enzimlerinin inhibisyonudur. Bu çalışmada, Kayseri ili Pınarbaşı-Gürün arası mevkiinden toplanan Thymus sipyleus subsp. sipyleus var. sipyleus bitkisinin farklı çözücülerle hazırlanan ekstrelerinin α-glukozidaz ve α-amilaz enzim inhibitör aktiviteleri araştırılmıştır.
Öğe
Paroksismal noktürnal hemoglobinüri hastalığında potansiyel genetik mekanizmaların araştırılması
(Ege Üniversitesi, 2024) Yılmaz Süslüer, Sunde; Bulut, Bulut
PNH (Paroksismal Noktürnal Hemoglobinüri), ultra nadir olan bir hematolojik kök hücre hastalığıdır. PNH, klasik vakalarda intravasküler ya da ekstravasküler hemoliz ile karakterize, hemolitik bozukluğun nadir görülen bir formudur. Kompleman düzenleyicileri olan CD55 ve CD59 eksikliği nedeniyle kompleman hasarına karşı korunmasız kalan eritrositlerde membran hasarlanması sonucu intravasküler hemoliz ortaya çıkmaktadır. PNH, kırmızı kan hücrelerindeki GPI (glikofosfatidil inositol) proteininin eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkan ve eritrositlerin hemolizi ile sonuçlanan hematolojik bir nadir hastalık türüdür. PNH tanısı için kullanılan laboratuvar testleri arasında, hemoliz ile ilgili laboratuvar bulgularını içeren Hemogram, Periferik Kan Yayması, Mutlak Retikülosit Sayısı, LDH, Haptoglobin ve Coombs testleri bulunmaktadır. Ayrıca, PNH tanısı için Altın Standart kabul edilen Yüksek Duyarlıklı Akım Sitometri yöntemi (FLAER) ile periferik kan örneğindeki GPI çıpa proteinlerinin eksikliği gösterilerek kandaki PNH klon sayıları analiz edilmekte ve ek olarak yapılan kemik iliği incelemesi ile hastalığın teşhisi konulmaktadır. Birçok hastalığın ortaya çıkmasında ve hastalığın seyrinde altta yatan bazı moleküler mekanizmalar mevcuttur. Özellikle hematolojik hastalıklarda genetik belirteçler önem arz etmektedir. PNH hastalığı için de saptanabilecek gen veya genlerin ekspresyon seviyelerinin hastalıkla ilişkisi olabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle literatür araştırılığında önceden yapılan çalışmalardan elde edilen veriler sonucunda hastalarda bazı genlerde ortak mutasyonlar saptanmıştır fakat bu genlerin ekspresyon seviyeleri incelenmemiştir. Bu çalışmada PNH hastalığının daha iyi anlaşılması, altta yatan moleküler mekanizmaların ve bu gruptaki hastaların ortak genlerin ekspresyonunu bulundurup bulundurmamasına göre birbirinden ayrılması amaçlanmaktadır. Amaç doğrultusunda DNMT3A, ASXL1, TET2, EZH2, RUNX1, IDH1, PIGA, PHF6, U2AF1, ATM genlerinin ve kontrol olarak GAPDH geninin ekspresyon seviyelerinin PNH hastalığını klinikte daha rahat ayırt etmek, buna özgü tanıda biyobelirteç olarak ortaya koymak ve hedeflenen genlerin ekspresyon seviyelerinin PNH ile ilişkilisini araştırmak amaçlanmaktadır. Gen ekspresyon düzeylerinin araştırılıp incelenebilmesi için Kantitatif Gerçek Zamanlı Polimeraz Zincir Reaksiyonu (Quantitative Real Time Polymerase Chain Reaction - qRT-PCR) analizi hasta gruplarından ve kontrol grubundan elde edilen mRNA örnekleri üzerinde gerçekleştirilmiştir. PCR analizi gerçekleştirilirken ilgili hedef genler bir housekeeping gen olan GAPDH genine göre kıyaslanmış ve hedef genlerin ekspresyon seviyeleri analiz edilmiştir. DNA metilasyonu ile ilişkili DNMT3A geninde 1,04 katlık bir ekspresyon artışı, ASXL1 geninde 15,30 katlık bir ekspresyon artışı, TET2 geninde 1,57 katlık bir ekspresyon artışı, IDH1 geninde 0,86 katlık bir ekpresyon azalışı, EZH2 geninde 1,87 katlık bir ekspresyon artışı, hastalıkla ilişkili olan PIGA geninde 0,15 katlık bir ekspresyon azalışı, transkripsiyon ile ilişkili RUNX1 geninde 3,58 katlık bir ekspresyon artışı, PHF6 geninde 2,38 katlık bir ekspresyon artışı, DNA tamiri ile ilişkili ATM geninde 3,43 katlık bir ekspresyon artışı, RNA splice ile ilişkili U2AF1 geninde 3,94 katlık bir ekspresyon artışı tespit edilmiştir. Bu sonuçlara göre metilasyonla ilişkili genlerin çoğunda ekspresyon artışı gözlemlenmiş ve özellikle ASXL1 genindeki ekspresyon artışı bu genin hastalığın tanı ve tedavisinde önemli bir rol oynacağını düşündürmektedir.
Öğe
İpek proteini mikropartikülleri yüklü hidrojel formülasyonlarının geliştirilmesi ve in vitro değerlendirilmesi
(Ege Üniversitesi, 2024) Karavana, Sinem Yaprak; Yeşilyaprak, Meltem
Su, derinin esnekliğini ve yapısını koruyan en temel unsurdur. Derinin sağlıklı görünümünü ve işlevselliğini koruyabilmesi için, dış tabakanın (Stratum corneum) su içeriğinin korunması hayati önem taşır. Burada su kaybı olması, dış tabakanın yeniden yapılanmasını zayıflatır. Böylece transepidermal su kaybı artar ve deri elastikiyetini kaybeder. Bu süreç ilerledikçe, cilt kuruluğu kaçınılmaz hale gelir. Cilt kuruluğu sürecinde, inflamatuvar maddeler serbest kalır, bu da derinin sertleşmesine ve çatlamasına yol açar. Bunun sonucunda, deri daha hassas hale gelir ve enfeksiyonlara karşı daha savunmasız hale gelir. Bu süreç çevresel etkenlerden veya biyolojik yaşlanma süreci sebebiyle gerçekleşebilir. Nemlendirici özellikli preparatların kullanımı; cilt kuruluğu semptomlarının ve dolayısıyla yaşlı cildin görünümünün iyileştirilmesine de yardımcı olur. Bu sebeple nemlendirici özellikli preparatlar kozmetik preparatlar arasında büyük bir yer tutar. Doğal kaynakların korunması ve gezegenin geleceğini güvence altına alma amacı yeni dünyanın en önemli sosyal sorumluluklarındandır. Bu sebeple kozmetik endüstrisini de sürdürülebilir preparatların artmasına odaklanmaktadır. İpek proteini ve spirulina; sürdürülebilir içeriklere iyi birer örnektirler. Sürdürülebilir içerik olmalarının yanında, ipek proteininin cilt ile uyumlu olması, deriden su kaybının azaltılmasına yardımcı olması, cildi nemlendirmesi ve cildin elastikiyetini artırması gibi birçok faydası vardır. Spirulina da benzer şekilde cildi nemlendirir, kırışıklıkları önlemeye yardımcı olur bu sayede cilt yaşlanmasının gecikmesini sağlar. Bu avantajlarının yanında ipek proteinin ve spirulinanın kötü kokuya sahip olması, ipek proteininin protein yapısından kaynaklı düşük stabilite ve düşük çözünürlük probleminin olması gibi dezavantajları vardır. Bu problemlerin önüne geçebilmek ve preparatın cilt üzerinde kalış süresini dolayısıyla etki süresini uzatmak için, ipek proteini ve spirulinanın mikropartikülleri hazırlanmıştır. Mikropartiküllerin hazırlanmasında yardımcı madde olarak çevre dostu ve biyouyumlu bir polimer olan sodyum aljinattan yararlanılmıştır. Daha sonra, bu mikropartiküller düşük toksisite, iyi biyouyumluluk gibi özellikleriyle bilinen kitosan polimeri ile hazırlanmış hidrojele yüklenmiştir. Bitmiş ürünün karakterizasyon çalışmaları yapılmıştır. Bu tez çalışması ile sürdürülebilirlik hedefiyle ipek proteini ve spirulina aktif maddelerini içeren nemlendirici ve yaşlanma karşıtı özellikte bir kozmetik preparat hazırlanması, kozmetik ürünlerde yeni taşıyıcı sistemlerinin potansiyelinin değerlendirilmesi ve cilt bakımında yenilikçi yaklaşımların geliştirilmesine katkıda bulunulması amaçlanmaktadır.
Öğe
Amniyon membran ekstraktının derinin deneysel yara modelinde etkinliğinin değerlendirilmesi
(Ege Üniversitesi, 2024) Biçer, Ahmet; İbrahimli, Nargiz; Barut Selver, Özlem; Korkmaz, İlayda; Taş, Muhammed Dara; Yaman, Banu; Yıldırımi Nuri; Kocamanoğlu, Meltem; Arıcı, Mesut; Gürdal, Mehmet
AMAÇ: Yara bakımı, plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahinin ana konularından biri olup etkili şekilde tedavi edilmesi, gelişebilecek ikincil komplikasyonları önlemek açısından büyük önem taşımaktadır. Yara bakımı maliyetlerindeki artış ve yandaş hastalıklara sahip hastaların cerrahi tedavisindeki zorluklar gibi nedenlerle bu alanda kullanılmak üzere pratik ve düşük maliyetli ürünlerin geliştirilmesi konusundaki çalışmalar tüm hızıyla devam etmektedir. İnsan amniyon membran (iAM) uygulamasının yara iyileşmesi üzerindeki etkinliği uzun yıllardır bilinmektedir. Cerrahi nakil (amniyon membran transplantasyonu=AMT) şeklinde yapılan bu tedavinin daha pratik şekilde uygulanabilmesi amacıyla ve aynı zamanda iAM eldesi ve saklanmasındaki kısıtlılıklar nedeniyle bu biyomateryalin ekstraktının eldesi fikri ortaya çıkmıştır. Tüm dünyada bu konuyla ilgili çalışmalar yürütülmektedir ancak hem en iyi ekstrakt elde yöntemi hem de uygulama dozu konusunda fikir birliği bulunmamaktadır. Bu çalışmada amaç, kendi üniversitemiz Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı bünyesinde yapılan AR-GE çalışmaları nihayetinde geliştirilen bir yöntemle, protein içeriği standart olacak şekilde elde edilen AME'nin, deneysel deri yara modelinde klinik ile korele dozda uygulamasının etkinliğini araştırmak ve bu etkinliği, geleneksel amniyon membran transplantasyonu (AMT) ile karşılaştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada kullanılan kriyoprezerve iAM ve liyofilize-steril AME damlası, Ege Üniversitesi Göz Hastalıkları Oküler Yüzey Araştırma Laboratuvarından temin edildi. Çalışmaya AMT uygulanan (Grup 1, n:6), AME uygulanan (Grup 2, n:6), ve kontrol (Grup 3, n:4) olmak üzere 16 Wistar albino sıçanı dahil edildi. Yara modeli için, tüm gruplardaki sıçanların sırt dorsumunda 1,5 cm yarıçapında tam kat sirküler deri defekti oluşturuldu. Grup 1'de 4x4 cm'lik AMT uygulandı, Grup 2'de aynı boyut amniyon membrana eş total protein oranına sahip AME damlası uygulandı. Grup 3'e yalnızca klorheksidin içeren petrolatumlu gazlı bez ile pansuman yapıldı. İzlem süresince fotoğraflama ile klinik takip yapılmış olup, 21. gün sonunda hayvanlar sakrifiye edilmiş ve yara yeri eksize edilerek histopatolojik değerlendirmeye alındı. BULGULAR: Hiçbir grupta enfeksiyon veya kanama gibi bir komplikasyon gelişmedi. 7. ve 14. günlerde yapılan klinik değerlendirmede makroskopik olarak Grup 1'de diğer gruplara kıyasla daha düzgün yüzeyli yara alanı ve ince kabuklanma izlendi. Grup 3'te ise klinik olarak kurut kalınlığı Grup 2'ye göre daha fazla olarak gözlendi. 21. Günde yapılan histopatolojik incelemede Grup 1'de kurut kalınlığının diğer gruplara kıyasla istatistiksel olarak anlamlı düzeyde ince olduğu saptandı. Diğer histopatolojik parametreler değerlendirildiğinde istatiksel olarak anlamlı fark görülmemesine karşın, Grup 2 damarlanma artışı, fibrozis ve ödem açısından en düşük skora sahipti. Grup 1 ve 2' de yangısal hücre infiltrasyonu kontrol grubuna göre daha az izlendi. Grup 1'de bakteri kolonizasyonu hemen hemen hiç izlenmedi. SONUÇ: AME iAM'dan ekstraksiyonla elde edilen biyolojik kökenli bir tedavi ürünüdür. Hazırlanma, saklanma ve doz konularında globalde konsensus bulunmayan bu ürün için, kendi üniversite bünyemizde standardize edilen yöntemler bütünüyle sabit protein içeriği tanımlanmış steril ve liyofilize AME'nin literatürde ilk kez derinin deneysel yara modelinde klinikle korele edilmiş dozda uygulamasının etkileri araştırıldı. Elde edilen veriler ışığında derinin yara iyileşmesinde AME'nin AMT ile benzer tedavi edici özelliklere sahip olduğunu ancak, AME'nin saklama ve kullanım kolaylığı açısından daha avantajlı olduğu sonucuna ulaşıldı. Bu tez çalışması, literatürde deri yaralarında klinik kullanıma korele bir doz ayarlaması yapılan AME'nin AMT ile karşılaştırıldığı ilk çalışmadır. AME'nin uygulandığı deneklerde herhangi bir enfeksiyon bulgusu ya da alerjik reaksiyonun izlenmemesi güvenli bir tedavi alternatifi olabileceğini vurgulamaktadır. Bunun yanında, AME grubunda vaskülarizasyon, ödem ve fibrozis gibi bulguların daha az izlenmesi AME'nin anti-inflamatuar etkinliği ile yara iyileşmesindeki potansiyel etkinliğini göstermektedir. Bu çalışmanın verileri ışığında, amniyon membranın rutin kullanım şekli olan AMT'nin yara iyileşmesindeki etkinliği tartışılamaz olsa da AME'nin de kullanım kolaylığı gibi avantajlarının ön plana çıktığı söylenebilir. Deri yara tedavisinde pre-klinik çalışmaları bu tez bünyesinde tamamlanan AME, bu alanda alternatif bir tedavi ürünü potansiyeli taşımakta olup klinik pratikteki etkilerinin açık bir şekilde ortaya konması amacıyla diğer faz çalışmalarının yapılması planlanmaktadır.