The Dystopia from female and male points of view: The handmaid's tale and a clockwork orange
Yükleniyor...
Tarih
2002
Yazarlar
Dergi Başlığı
Dergi ISSN
Cilt Başlığı
Yayıncı
Ege Üniversitesi
Erişim Hakkı
info:eu-repo/semantics/openAccess
Özet
Ütopya ve anti-ütopya kavramları İngiliz Edebiyatıʼnda sıkça kullanılan kavramlardır. Ütopya sözcüğü anlamını Yunancaʼda “hiç” anlamına gelen “ou” öneki ve “yer” anlamına gelen “topos” kökünden alır ve “hiçbir yer” olarak karşımıza çıkar. (Webster New Twentieth Century, Unabridged) Ütopyaʼnın çıkış noktası, insanların ideal bir düzen arayışlarıdır. Bu özlemlerini giderebilmek amacıyla bu düzeni kendileri yaratma yoluna gitmişlerdir. Varolan sistem eleştirisinin yanı sıra, düzene bir alternatif yaratma amacı da söz konusudur. Ütopya örneklerinin en önemli özelliği ideal düzenle ilgili öneriler sunmaktır. Ancak, ütopyalarda bu düzenin sağlanması ve korunması için gereken şartlar daha önemlidir. Platonʼnun Devlet adlı eseri her ne kadar ütopya edebiyatının ilk örneklerinden olarak nitelendirilse de “ütopya” sözcüğü ilk kez onaltıncı yüzyılda Sir Thomas More tarafından kullanılmıştır. Moreʼun eseri, Ütopya, kendi içerisinde bir başyapıt oluşturarak ayrı bir yazınsal türün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ütopya kavramının altında yatan düşünceyle bağlantılı olarak, More, ideal düzene sahip bir toplum yaratmıştır; ancak, bu düzeni elde etmek gerçek yaşamda mümkün değildir. Bu yüzden de yazar tarafından varolan düzenin eksikliklerinden kaçış olarak benimsenmiştir. Daha sonraki dönemlerde ise ütopya, salt ideal bir düzen arayışından çok, distopyayla birlikte kendi içerisinde bir yazınsal tür olarak edebiyatta yer almıştır. Diğer bir tarafta da, ütopyanın karşıtı bir dünyayı yansıtan anti-ütopya, varolan düzene bir başkaldırı niteliğindedir. Bireyin toplumsal değerler, normlar ve cinsiyet rollerinin neden olduğu baskılardan kaynaklanan sürekli bir kaygıyı dışa vurur. Anti-ütopya, oldukça etkili bir yazınsal tür olarak değerlendirilir. Ütopya sözcüğü, hiçbir yer anlamına gelir fakat, aslında bir çeşit cennet anlamı taşır. Bu bağlamda, anti-ütopya da dünya içerisinde “cehennem”i karşılar. Bu form, genellikle politik bir uyarı niteliğindedir ve yazarın gözünde onu en fazla endişelendiren olgunun etkin güç haline gelmesi halinde neler olabileceğini yansıtır. Tezin ikinci bölümünde, yirminci yüzyıl başlarında distopyaya dönüş ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Genel olarak, iki dünya savaşının bireyler üzerinde bir karamsarlığa neden olan ve insanların endişelerini yansıtan eserler yaygınlık kazandı ve bu çerçeveye giren distopya ayrı bir yazınsal tür olarak yerleşmeye başladı. İlk bölümde tartışılan ütopyanın okuyucu üzerindeki etkilerine paralel olarak bu bölümde de distopyanın okuyucuda yarattığı etki tartışılmıştır. Daha sonra, distopya edebiyatı ile ilgili kültürel eleştiri kuramcıları genel olarak incelenmiştir. Distopya edebiyatının kültürel ve sosyal eleştiriyle, özellikle de Theodor Adorno, Louis Althusser, Pierre Macherey, Mikhail Bakhtin, Walter Benjamin ve Friedrich Nietzsche gibi kuramcıların eserlerinde söyledikleriyle çok fazla ortak noktası vardır. Üçüncü bölümde, Margaret Atwood tarafından 1986 yılında yazılmış olan The Handmaidʼs Tale (Damızlık Kızın Öyküsü) ve 1962ʼde Anthony Burgess tarafından yazılmış olan A Clockwork Orange (Otomatik Portakal) adlı romanlar, daha çok, distopya edebiyatındaki kadın ve erkek bakış açıları arasındaki farklılıklara yoğunlaşılarak incelenmiştir. Anthony Burgessʼin tipik bir distopya düzeni çizdiği A Clockwork Orange, modernizm sonrası döneme denk düşer ve totaliter bir devletin geleceği hakkında öngörüler ve hükümetle ilgili olarak sert eleştiriler içerir. Aynı zamanda, hem toplumda hem de karakterlerin iç dünyalarında yoğun bir kaos hakimdir. Yazar, karakterlerin bilinçlerine ulaşabilmek adına çeşitli anlatım teknikleri uygular. Bu bölümde, A Clockwork Orange, genel olarak iki açıdan ele alınmıştır: dil ve kadınların yansıtılış şekilleri. Burada amaç, bir erkek yazarın distopya dünyasını ne şekilde yorumladığını anlamaktır. Bu bağlamda, romanın postmodernist özelliklerine de ayrıca dikkat edilmiştir. Anthony Burgess, romanda, gençlerin kullandığı argo ve Rusça karışımı Nadsat adı verilen ayrı bir dil kullanmıştır. Bu dil kullanım şekli distopya edebiyatında dilin amaca yönelik olarak ustaca uygulanışına örnek oluşturur. Diğer bir tarafta, kadın karakterlerin erkek bakış açısından ne şekilde yansıtıldığı toplumsal cinsiyet rolleri açısından ele alınmıştır. Bunun için, Burgessʼin söylemi incelenmiş ve belirli sözcükler ve kalıplar aracılığı ile kadınların kişiliklerinden sıyrılarak birer bedene indirgenmiş olduğu gözlemlenmiştir. Üçüncü bölümün ikinci yarısında ise Margaret Atwoodʼun yazdığı The Handmaidʼs Tale incelenmiştir. Roman, kadınların üretkenlik dereceleriyle sınıflandırıldığı bir distopya dünyası yansıttığı için feminist distopya olarak değerlendirilir. Roman boyunca İncil, George Orwell tarafından yazılan 1984, Nathaniel Hawthorne tarafından yazılan Scarlet Letter (Kırmızı Leke) gibi eserler ve “Kırmızı Başlıklı Kız” gibi masallarla metinlerarasılık sağlanmıştır. Metinlerarasılık, postmodern yazında ve kadın edebiyatında yoğun olarak karşılaşılan bir özelliktir. Roman, çocuk doğurmakla sorumlu olan damızlık kızın sözlü olarak anlattığı öyküsüne dayanır. Ancak, romanın en sonunda bu sözlü tarih bir erkeğin kalemiyle yazıya geçirilir ve kaçınılmaz olarak zarar görür. Romanda anlatılan anti-ütopik dünyada kadınlar işlevlerine göre sınıflandırılır ve buna göre muamele görürler. Örneğin, Teyzeler Damızlık Kızlardan sorumlu olan kesimdir ve daha fazla özgürlüğe sahiptirler. Öte yandan, Damızlık Kızlar için yazmak yasaktır. Bu nedenle baş karakter Offred de kendini öyküsünü kaydederek ifade etme yoluna gider. Bu bölümde, daha sonra, her iki romanda da parallel olarak, belirli kadın ve erkek karakterler incelenmiştir. En son bölümde ise her iki romanın distopya bağlamı içerisinde bulunduğu yer ve yazarların toplumsal cinsiyet rollerine karşı bakış açılarındaki farklılıklar ve benzerlikler irdelenmiş ve kadın ve erkek yazarların gözlerinde canlanan ant-ütopik düzenlerin özellikleri karşılaştırılmıştır. The Handmaidʼs Taleʼda her ne kadar kadınların ezildiği bir dünya anlatılmış olsa da, yazar o toplumdaki erkeklerin iç dünyalarına da girmeye çalışmıştır. Öte yandan A Clockwork Orangeʼda ise kadın bakış açısına hiçbir şekilde yer verilmemiş, okurun da kadın karakterlerin yaşamına girmeleri engellenmiştir.
Açıklama
Anahtar Kelimeler
İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı