Yenidoğan konvülziyonlarında biyokimyasal belirteçler ve amplitüde entegre EEG'nin tanısal ve erken prognostik önemi/

Yükleniyor...
Küçük Resim

Tarih

2013

Dergi Başlığı

Dergi ISSN

Cilt Başlığı

Yayıncı

Ege Üniversitesi

Erişim Hakkı

info:eu-repo/semantics/openAccess

Özet

Giriş ve Amaç: Konvülziyonlar yenidoğan döneminde nörolojik bozuklukların önemli bir göstergesi, morbidite ve mortalitenin de önemli nedenlerindendir. Erken dönemde tanınarak uygun şekilde tedavi edilen yenidoğan konvülziyonları, altta yatan tedavi edilebilir patolojilerin de erken dönemde farkedilmesini ve tedavi edilmesini sağlamaktadır. Fakat yenidoğan konvülziyonlarının tanısında kullanılan mevcut yöntemlerle tanı koymanın güçlüğü düşünüldüğünde bu alanda yeni yöntemlere ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Bu çalışmada yenidoğan konvülziyonlarının erken tanı ve prognoz tahminine yönelik olarak; BDNF (Brain derived nörotrophic factor), galanin, nöropeptid Y gibi biyokimyasal tetkikler ve amplitüd entegre elektroensefalografi (aEEG )'nin etkinliği araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi (EÜTFH) Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Haziran 2011 ile Haziran 2012 tarihleri arasında yatırılarak izlenen ve bu dönemde konvülziyon, sepsis veya metabolik hastalık şüphesiyle lomber ponksiyon yapılan 26 preterm ve 27 term bebek ile aynı tarihlerde EÜTFH Kadın Hastalıkları ve Doğum servisinde doğan 13 preterm ve 19 term sağlıklı bebek alındı. Yenidoğan yoğun bakım ünitemizde izlenen olgular prospektif olarak takip edilip, kan ve BOS örnekleri alındı, klinik gereklilik doğrultusunda ileri tetkikler ile değerlendirilerek sonuçlar kayıt altına alındı. Bu bebekler 1 yıl süre ile izlenerek yaşamlarının ilk yılı içerisinde AGTE (Ankara Gelişim Testi Envanteri) ve GİDR (Gelişimsel İzleme ve Değerlendirme Rehberi) ile gelişimleri değerlendirildi. Kadın Hastalıkları ve Doğum servisinde sağlıklı annelerden dünyaya gelen ve yenidoğan dönemi süresince sorunsuzca anne yanında izlenen bebekler ise kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi ve bu olgulardan sadece kordon kanı örneği alındı. Çalışmaya alınan bebekler gestasyon yaşları ve konvülziyon geçirip geçirmedikleri dikkate alınarak 6 gruba ayrıldı: - Grup 1 (preterm konvülziyon (-)) : Sepsis veya metabolik hastalık şüphesiyle lomber ponksiyon yapılan preterm bebekler - Grup 2 (preterm konvülziyon (+)) : Konvülziyon nedeniyle lomber ponksiyon yapılan preterm bebekler - Grup 3 (term konvülziyon (-)) : Sepsis veya metabolik hastalık şüphesiyle lomber ponksiyon yapılan term bebekler - Grup 4 (term konvülziyon (+)) : Konvülziyon nedeniyle lomber ponksiyon yapılan term bebekler - Grup 5(preterm kontrol): Sadece kordon kanı örneği alınan sağlıklı preterm bebekler - Grup 6 (term kontrol) : Sadece kordon kanı örneği alınan sağlıklı term bebekler Sonuçlar: Çalışmamıza alınan olguların konvülziyon etyolojilerine bakıldığında pretermlerde en sık İVK (%61.5) saptanırken termlerde İVK oranı %23.1 olarak saptandı. Benzer şekilde literatürle uyumlu olarak termlerde serebral disgenezi oranı (%30.8), pretermlere (%7.7) kıyasla daha yüksek olarak saptanırken; enfeksiyona bağlı konvülziyon sıklığı da literatürle uyumlu olarak her iki grupta eşit (% 15.4) saptandı. Ancak literatür bilgisinden farklı olarak çalışmamıza alınan olgularda HİE sıklığı açısından konvülziyon geçiren term ve preterm olgular arasında anlamlı fark olmadığı görüldü. Çalışmamızda yenidoğan yoğun bakımda izlenen olgularda konvülziyon sonrası serum NPY, serum BDNF, BOS NPY ve BOS BDNF düzeylerinin arttığı; ancak sadece term yenidoğanlarda serum NPY düzeyindeki artışın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı. Diğer taraftan yenidoğan yoğun bakımda izlenen olgularda kontrol grubuna oranla ağır hastalıkların neden olduğu stresle ilişkili olarak serum galanin, serum BDNF ve serum NPY düzeylerinin baskılandığı görüldü. Ancak bunlardan sadece term gruplarda serum BDNF düzeylerindeki baskılanma ile; term ve preterm gruplarda serum galanin düzeylerindeki baskılanmanın istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. Ayrıca gestasyonel yaş ile BOS ve serum düzeyleri (BDNF, NPY, Galanin) arasında da ilişki olmadığı görüldü. Serum BDNF ile serum galanin ve BOS galanin ile BOS NPY düzeyleri arasında ise pozitif korelasyon saptandı. Kısa dönem prognoz açısından bakıldığında, istatistiksel olarak anlamlı olmasa da BOS NPY, BOS galanin ve serum NPY düzeyleri düşük olan olgularda ölüm ve kısıtlılık oranı daha yüksek olarak saptandı. Benzer şekilde istatistiksel olarak anlamlı olmasa da ileri havayolu desteği alan, ileri görüntüleme sonucu anormal olan veya ileri yoğun bakım ihtiyacı olan riskli olgularda anormal GİDR saptanma oranı daha yüksek olarak saptandı. Ayrıca konvülziyon geçirme ile nörolojik prognoz arasında ilişki olmadığı, aEEG'nin ise neonatal konvülziyonların tanısında faydalı olduğu ancak prognoz ile ilişkili olmadığı görüldü. Yorum: Sonuç olarak başta serum NPY düzeyi olmak üzere, serum BDNF, BOS NPY ve BOS BDNF düzeylerinin yenidoğan konvülziyonlarında arttığı ve tanısal amaçlı olarak kullanılabileceği görülmektedir. Diğer taraftan yenidoğanlarda lomber ponksiyon yapmanın güçlüğü ve oluşabilecek komplikasyonlar gözönüne alındığında BOS düzeylerinin tanıda kullanılmasının güç olduğu ve serum düzeylerinin tanısal anlamda hekimlere daha fazla yardımcı olacağı düşünülmektedir. Ayrıca başta serum galanin düzeyi olmak üzere, serum BDNF, serum NPY düzeylerinin konvülziyon dışı yenidoğan hastalıklarına bağlı gelişen stres ortamında azaldığı ve buna bağlı olarak nöroprotektif etkilerinin de azalması nedeniyle; bu bebeklerin nörolojik gelişimlerinin olumsuz etkilenmesi ile baskılanmış serum düzeylerinin ilişkili olabileceği düşünülmektedir. aEEG'nin ise uzun süreli çekim avantajı ile neonatal konvülziyonların tanısında faydalı olduğu ancak nörolojik prognoz tahmininde etkili olmadığı görülmektedir.

Açıklama

Anahtar Kelimeler

Galanin, NPY, BDNF, aEEG, yenidoğan konvülziyonu., Galanin, NPY, BDNF, aEEG, neonatal convulsion., Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.B.D.

Kaynak

WoS Q Değeri

Scopus Q Değeri

Cilt

Sayı

Künye