A Foucauldian approach to second-wave American feminist utopian/dystopian fiction
Yükleniyor...
Dosyalar
Tarih
2019
Yazarlar
Dergi Başlığı
Dergi ISSN
Cilt Başlığı
Yayıncı
Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimleri Enstitüsü
Erişim Hakkı
info:eu-repo/semantics/openAccess
Özet
The present study is an attempt to explore the power relations between men and women.
Inequality in sharing power between sexes has become one of the prominent topics throughout
history. Unbalanced power distribution between sexes has driven women to revolt against the
system in different periods. French philosopher, theorist, and historian Michel Foucault
examines power relations in his 1975 work Discipline and Punish: The Birth of Prison and in the
first volume of 1976 book The History of Sexuality. In his works, Foucault claims that authorities
aim to have competent and docile bodies by keeping the subjects under control and surveillance.
Foucault‘s theory suggests that with the help of institutions such as homes, schools, hospitals,
and prisons, power structures target individuals‘ bodies in order to reconstruct them in
accordance with society‘s norms and by applying certain disciplinary techniques. Apart from
being restrictive for individuals, Foucault further argues that power also has an emancipative
feature in that power is not possessed, but it is exercised with different strategies. Therefore, with
the help of resistances, power can become productive for individuals who are oppressed.
Accordingly, in this thesis, Joanna Russ‘s The Female Man (1975) and Marge Piercy‘s Woman
on the Edge of Time (1976) are examined through utilizing Michel Foucault‘s theory of power as
well as considering the utopian and dystopian context. The Female Man and Woman on the Edge
of Time comply with Foucault‘s theory of power. Both novels depict how women are restricted
under authoritative powers and prove that women can manage to alter power relations and
emancipate themselves from oppression by revolting against the system.
Bu çalışma, kadın ve erkek bireylerin arasındaki güç ilişkilerini irdelemeyi amaçlamıştır. Eşit olmayan güç dağılımı tarih boyunca çok tartışılan bir konu oluşturmuştur. Bireylerin eşit güce sahip olmayışı, kadınların farklı dönemlerde eşitlik için başkaldırılarına sebep olmuştur. Fransız filozof, teorisyen ve tarihçi Michel Foucault, 1975 yılında yazmış olduğu Hapishanin Doğuşu ve 1976 yılında yazdığı Cinselliğin Tarihi adlı kitabının ilk bölümünde güç ilişkilerini ele almıştır. Bu eserlerde Foucault, iktidarın devamlılığını sağlayabilmesi için bireyleri gözetim ve kontrol altında tutarak itaatkar bedenler yaratmanın amaçlandığını anlatmaktadır. Foucault‘nun teorisine göre evlerde, okullarda, hastanelerde, hapishanelerde ve benzeri kurumlarda uygulanan farklı disiplin yöntemleriyle iktidar kontrolü elinde tutarak, disiplin uygulanan bireyleri kendi normları çerçevesinde şekillendirmeyi amaçlamaktadır. Foucault‘nun güç teorisi bireyler için baskıcı olsa da, Foucault gücün baskıcı yapısının yanı sıra özgürleştirici bir yapıya sahip olduğunu iddia etmektedir. Foucault bunun nedenin, gücün sahip olunan bir olgu olmayıp, değişkenlik gösterebileceğini ve direnişlerin sayesinde gücün bireyler için özgürleştirici bir olgu haline geldiğini dile getirir. Dolayısıyla, bu tezde, Foucault‘nun güç teorisini göz önünde bulundurarak, Joanna Russ‘un 1975 yılında yazmış olduğu Dişi Kadın ve Marge Piercy‘in 1976 yılında yazmış olduğu Zamanın Kıyısındaki Kadın adlı romanları ütopya ve distopya bağlamları da göz önünde bulundurarak incelenmiştir. Dişi Kadın ve Zamanın Kıyısındaki Kadın romanları Foucault‘nun güç teorisiyle bağdaşmaktadır. Her iki roman da kadınların disiplin mekanizması altında nasıl ezildiklerini göstermekte ve bu kadınların maruz kaldıkları baskıya başkaldırarak güç ilişkilerini değiştirebileceklerini kanıtlamıştır.
Bu çalışma, kadın ve erkek bireylerin arasındaki güç ilişkilerini irdelemeyi amaçlamıştır. Eşit olmayan güç dağılımı tarih boyunca çok tartışılan bir konu oluşturmuştur. Bireylerin eşit güce sahip olmayışı, kadınların farklı dönemlerde eşitlik için başkaldırılarına sebep olmuştur. Fransız filozof, teorisyen ve tarihçi Michel Foucault, 1975 yılında yazmış olduğu Hapishanin Doğuşu ve 1976 yılında yazdığı Cinselliğin Tarihi adlı kitabının ilk bölümünde güç ilişkilerini ele almıştır. Bu eserlerde Foucault, iktidarın devamlılığını sağlayabilmesi için bireyleri gözetim ve kontrol altında tutarak itaatkar bedenler yaratmanın amaçlandığını anlatmaktadır. Foucault‘nun teorisine göre evlerde, okullarda, hastanelerde, hapishanelerde ve benzeri kurumlarda uygulanan farklı disiplin yöntemleriyle iktidar kontrolü elinde tutarak, disiplin uygulanan bireyleri kendi normları çerçevesinde şekillendirmeyi amaçlamaktadır. Foucault‘nun güç teorisi bireyler için baskıcı olsa da, Foucault gücün baskıcı yapısının yanı sıra özgürleştirici bir yapıya sahip olduğunu iddia etmektedir. Foucault bunun nedenin, gücün sahip olunan bir olgu olmayıp, değişkenlik gösterebileceğini ve direnişlerin sayesinde gücün bireyler için özgürleştirici bir olgu haline geldiğini dile getirir. Dolayısıyla, bu tezde, Foucault‘nun güç teorisini göz önünde bulundurarak, Joanna Russ‘un 1975 yılında yazmış olduğu Dişi Kadın ve Marge Piercy‘in 1976 yılında yazmış olduğu Zamanın Kıyısındaki Kadın adlı romanları ütopya ve distopya bağlamları da göz önünde bulundurarak incelenmiştir. Dişi Kadın ve Zamanın Kıyısındaki Kadın romanları Foucault‘nun güç teorisiyle bağdaşmaktadır. Her iki roman da kadınların disiplin mekanizması altında nasıl ezildiklerini göstermekte ve bu kadınların maruz kaldıkları baskıya başkaldırarak güç ilişkilerini değiştirebileceklerini kanıtlamıştır.