Talasemi major olgularında oral demir selatörü deferipron'un etkinlik ve güvenilirliği

Küçük Resim Yok

Tarih

1997

Dergi Başlığı

Dergi ISSN

Cilt Başlığı

Yayıncı

Ege Üniversitesi

Erişim Hakkı

info:eu-repo/semantics/closedAccess

Özet

Bu çalışmada L1 - nın farklı bir etnik grupta -Türk çocuklarında- ve DFO ile kombine uygulama modeliyle etkinlik, güvenilirlik, olası toksik ve yan etkileri bakımından değerlendirilmesi amaçlandı. L1 - nın kısa süreli etkinliğinin değerlendirildiği ön çalışmada, L1 ve DFO'nin talasemi major olgularının %73'ünde negatif demir balansını sürdürmek için gereksinilen miktarda üriner demir atılımı sağladıkları saptandı. Şelatörlerin sağladıkları üriner demir atılımları bakımından aralarında anlamlı bir farklılık bulunmadı. DFO üriner çinko atılımını etkilemiyorken talasemi major olgularının L1 ile üriner çinko atılımları, aynı olgu grubunun DFO ile şelatörsüz olarak ve kontrol grubunun üriner çinko atılımlarından anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla p=0.006, p=0.008, p=0.002) Bu bulgu L1 - nın demir yanı sıra çinkoya da afinitesi yüksek bir şelatör olduğunun göstergesi olarak kabul edildi. Bu ön çalışma sonrasında, 7 beta talasemi majorlu hastada L1 be DFO kombine sağaltım modeli olarak uygulandı. Tamamı ilköğretim okulu öğrencisi olan çalışma grubumuza, onların okul yaşamı ve aktivitelerini sınırlamamak amacıyla, hafta içi 4 gün L1 75 mg/kg/gün tok karnına 3 dozda ağızdan verilirken hafta sonu 2 gün standart doz (40-50 mg/kg) ve yöntemle (infüzyon pompası ile 8-12 saatlik subkutan infüzyon) DFO uygulandı. Hastaların eritrosit suspansiyonu transfüzyonlarıyla eş zamanlı olarak 40-50 mg/kg DFO - nin intravenöz infüzyonu sürdürüldü. Hastaların, kombine (L1 - DFO) sağaltım modeline uyumları mükemmeldi, artropati ve mide-barsak sistem bulguları hiçbir olguda gözlenmedi, nötropeni veya agranülositoz saptanmadı. Yedi olgunun 4'ünde ALT düzeylerinde dalgalanmalar izlendi ancak ilacın dozunun azaltılması veya sonlandırılmasına gerek olmaksızın başlangıç seviyelerine geriledi. Humoral ve hücresel immunite parametrelerinde çalışma süresince anlamlı bir değişiklik gözlenmedi. Düşük titrelerde RF pozitifliğinin izlendiği 3 olguda, RF pozitifliği ile ilişkilendirilebilecek herhangi bir klinik bulgu yoktu. Çalışma süresince ANA ve anti-DNA negatif kaldı. Çalışma grubumuzun kombine (L1-DFO) sağaltım öncesinde plazma çinko ve bakır düzeylerinde kontrol grubuna göre anlamlı bir farklılık saptanmazken, KKH çinko ve bakır düzeyleri düşük bulundu (p=0.055, p=0.001). Sağaltım süresince plazma çinko düzeylerinde başlangıca göre giderek artan bir düşüş izlendi (p=0.53, p=0.07, p=0.01). Buna paralel KKH çinko düzeyleri ise anlamlı olarak yükseldi. Plazma çinko düzeylerinde giderek artan düşüşün L1'nın üriner çinko atılımını arttırmasının sonucu olduğu düşünüldü. KKH çinko düzeylerinin anlamlı olarak yükselmesi, plazma çinko düzeylerinde düşüşe paralel olarak artmış bir hücresel gereksinim sonucu, KKH'lerinde metalotioneinden Zn disosiasyonu ile ilişkili olabilirdi. Çalışma grubumuzda L1 - DFO kombine sağaltımın 3. ayında ve sadece DFO alan talasemi major olgularında KKH glutatyon peroksidaz ve tam kan selenyum düzeylerinin, sağlıklı kontrol grubundan anlamlı bir farklılık göstermediği saptandı. Bu bulgu talasemi majorlu hastalarımızın oksidatif stres altında olmadığının göstergesi kabul edildi. Çalışmanın başlangıcında, bir olgu dışında tamamının serum ferritin düzeyleri, kardiyak hastalık ve erken ölüm riski için eşik değer kabul edilen 2500 ng/ml'nin üzerindeydi. Yine aynı olgunun kuru karaciğer dokusunda demir konsantrasyonu, eşik değer kabul edilen 15 mg/g kuru ağırlık düzeyindeyken, diğerlerinde belirgin olarak daha yüksekti. İki olgu dışında tamamında şiddetli karaciğer fibrozisi (3-4/4o ) izleniyordu, bir olguda siroz saptandı. Tüm bulgular, DFO sağaltım altında hastalarımız için kardiyak hastalık ve erken ölüm beklentisi işareti sayıldı. L1 - DFO kombine sağaltımının sonunda serum ferritin düzeylerinde anlamlı bir değişiklik izlenmedi. Sağaltımın sonunda yinelenen karaciğer biyopsilerinde, olguların kuru karaciğer doku demirlerinde anlamlı düşüş (p=0.03) saptandı. Knodell histolojik aktivite indeksinde de, doku hasarındaki iyileşmenin işareti olarak, başlangıca göre belirgin düşüş izleniyordu (p=0.03). Buna karşın, karaciğer dokularında fibrozis, başlangıç düzeylerine göre üç olguda gerilerken, biri başlangıçta siroz bulunan olmak üzere 4 olguda değişmeden kaldı. Olguların başlangıca göre karaciğer fibrozis düzeylerinde gerileme göreceli olarak daha az belirgin bir bulguydu.(p=0.25). L1 - DFO kombine sağaltımının etkinlik ve güvenilirliğinin değerlendirildiği bu ön çalışmada; kombine sağaltımın çoğu öğrenci olan hastalarımız için ideal bir şelasyon modeli oluşturduğu, bu sağaltım modeliyle önemli bir yan etkiyle karşılaşılmadığı ve sağaltım modelinin etkinliği ile ilgili sonuçların ümit verici olduğu saptandı. L1 - nın etkinliği ile ilgili kaygılar giderilinceye kadar, etkinliği kanıtlanmış bir demir şelatörü olan DFO ile kombine uygulamanın daha güvenli olduğu düşünüldü. L1'nın daha geniş hasta kitlelerine güvenle ulaştırabilmesi için, çok merkezli, prospektif, randomize ve kör çalışmalarla bu bulguların destekleneceği sonucuna varıldı.

Açıklama

Araştırma Projesi -- Ege Üniversitesi, 1997

Anahtar Kelimeler

Kaynak

WoS Q Değeri

Scopus Q Değeri

Cilt

Sayı

Künye