Yazar "Günşar, Fulya" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 12 / 12
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Changing patterns of upper gastrointestinal bleeding over 23 years in Turkey(2019) Danış, Nilay; Tekin, Fatih; Akarca, Ulus Salih; Ünal, Nalan Gülşen; Erdoğan, Elvan Işık; Akat, Kıvanç; Günşar, FulyaBackground/Aims: This study aimed to compare the causes of nonvariceal upper gastrointestinal bleeding (NVUGB), demographics, risk factors, and outcomes of patients during two periods between 1993 and 2016 in a tertiary health-care center in Turkey. Materials and Methods: We compared the causes of NVUGB and clinical outcomes in 421 patients hospitalized between January 1993 and December 1995 with those of 231 patients with NVUGB hospitalized between January 2015 and September 2016. We also compared epidemiological characteristics, risk factors, and the rates of endoscopic hemostatic procedures. Results: We observed significant increases in patients’ mean age, in the percentage of patients with comorbid conditions, and in the percentage of patients who received direct-acting oral anticoagulants before bleeding. We also observed a statistically nonsignificant increase in the diagnoses of gastric ulcer, along with a significant concordant decrease in diagnoses of duodenal ulcer as a cause of bleeding. The use of emergency surgical hemostasis decreased among cases of peptic ulcer bleeding. The overall rate of mortality from bleeding did not significantly change between the two periods. Conclusion: Over the 23 years studied, the causes of NVUGB changed, probably because the population was increasingly elderly population and because of the use of anticoagulants and better therapeutic approaches to chronic duodenal ulcers. The use of emergency surgical hemostasis reduced, but mortality rate did not significantly change between the two specific periods.Öğe Combination therapy with lamivudine and low dose hepatitis-B immune globulin against hepatitis-B recurrence after liver transplantation(2000) Günşar, Fulya; Tokat, Yaman; Karasu, Zeki; Akarca, Ulus S.; Özacar, Tijen; Yüce, GülAmaç: Hepatit B virus enfeksiyonu nedeni ile karaciğer transplantasyonu yapılan olgularda hepatit B virus enfeksiyonunun tekrarlama riski yüksektir. Lamivudin veya hepatit B immunglobulini ile tek başına tedavide virüsün oluşturduğu direnç veya virüsün tekrar aktive olması hepatit B virus enfeksiyonunun tekrarına karşı korumada önemli problemlerdendir. Bu nedenle yüksek doz hepatit B immunglobulini ve lamivudin ile kombine tedaviler önerilmektedir. Ancak bu tedavinin de dezavantajlarından birisi hepatit B immunglobulininin yüksek maliyetidir. Bu nedenle araştırmamızda düşük doz hepatit B immunglobulini ve lamivudin tedavisinin etkinliği ve güvenilirliği araştırılmıştır. Metod: Oniki hepatit B virus sirozu tanısı ile izlenen hasta çalışmaya alınmıştır. 3 olguya karaciğer transplantasyonundan önce, 9 olguya karaciğer transplantasyonunun ilk gününde lamivudine tedavisi (150mg/gün) başlatılmıştır. Bütün hastalar karaciğer transplantasyonu anında HBV DNA negatifti. Düşük doz hepatit B immunglobulini karaciğer transplantas-yonu sırasında başlanmış, anhepatik fazda 1000 IU IV ve 1000 IÜ IM, takiben ilk 2 gün 8000 IÜ/gün IM, daha sonra 400 IÜ, haftada 2 kez, takiben 15 günde bir 400 IÜ, IM) ve hasta stabil hale gelince 3 haftada ya da ayda bir kez 400 IÜ, IM olarak yapılmıştır. Bulgular: Karaciğer transplantasyonundan 2 gün sonra hastalardan biri primer graft yetmezliği ile ex olmuştur. Diğer 11 olguda median 545 gün'de (180-900 gün) HBsAg ve HBVDNA (PCR ile) değerleri negatifti. Sonuçlar: Lamivudin ve düşük doz hepatit B immunglobulini ile koruyucu tedavi, karaciğer transplantasyonundan sonra hepatit B virus infeksiyonunun tekrarlama riskini düşürmede oldukça etkili olmuştur. Daha uzun süre izlem ve hasta sayımızın artışıyla ve çok merkezli araştırmalarla bu konuda daha net sonuçlar alınacaktır.Öğe Disseminated tuberculosis with massive gastrointestinal bleeding after liver transplantation(2000) Günşar, Fulya; Tokat, Yaman; Barbet, Funda Yılmaz; Karasu, Zeki; Alkanat, Murat; Memiş, Ahmet; Çavuşoğlu, CengizTüberküloz organ trasplantasyonlarından sonra alıcılarda karşılaşılabilen ciddi bir fırsatçı enfeksiyondur. Ortotopik karaciğer transplantasyonundan sonra masif alt gastrointestinal sistem kanamasına yol açmış 41 yaşındaki dissemine tüberkülozlu hastamızı sunacağız. Olgu karaciğer transplantasyonundan 13 ay sonra başka bir semptom olmaksızın nedeni belirsiz ateş yakınması ile başvurdu. Serum bilirubin ve alanin transaminaz seviyelerindeki yükseklik nedeni ile yapılan karaciğer biyopsisinde granülom saptandı. Granülom nedeni araştırılırken balgamda Mycobacterium (M) tuberculosis saptandı. Antitüberküloz tedavi başlandıktan sonra birinci haftada masif alt gastrointestinal sistem kanaması gelişti. Anjiografide kanamanın kaynağı olarak proksimal ve orta jejunumdan damar dışına kaçış gösterildi. Kanamanın kontrol altına alınabilmesi için cerrahi girişim ve bu sırada segmental jejunal rezeksiyon yapıldı. M. Tuberculosis, operasyon sırasında elde edilen jejunum rezeksiyon materyalinde, karaciğer biyopsisi ve mezenterik lenf nodlarında direkt olarak ve ayrıca yapılan kültürlerde de saptandı. Operasyondan sonra kanama durdu ancak olgu septisemi ve dissemine tüberküloza bağlı multi-organ yetmezliği ile tedavinin 3. haftasında kaybedildi. Olgumuz ortotopik karaciğer transplantasyonundan sonra dissemine tüberküloza bağlı masif gastrointestinal sistem kanaması oluşmuş olan ilk sunumdur.Öğe The Efficacy of Paritaprevir/Ritonavir/Ombitasvir/Dasabuvir with or without Ribavirin in Patients with Hepatitis C Undergoing Chronic Haemodialysis: A Single Center Experience(2019) Danış, Nilay; Pullukçu, Hüsnü; Yamazhan, Tansu; Ersöz, Galip; Ünal, Nalan; Günşar, Fulya; Karasu, ZekiObjectives: Paritaprevir/Ritonavir/Ombitasvir/Dasabuvir (PrOD) seems to be highly effective and safe in chronic haemodialysis (CHD) patients. We presented our experiences of treatment with PrOD in CHD patients. Materials and Methods: Between July 2016 and September 2018, a total of 25 CHD patients treated with PrOD were enrolled. the patients with hepatitis C virus (HCV) genotype 1a were treated with PrOD plus ribavirin (RBV) (12 or 24 weeks according to whether or not they had compensated cirrhosis), while the patients with genotype 1b were treated with PrOD alone. Liver functions, renal functions, and HCV-RNA levels were measured at baseline, 4, 12, and if applicable, 24 weeks after the initiation of treatment as well as 4 and 12 weeks after therapy. Results: Nineteen patients received PrOD, while 6 received PrOD plus RBV treatment. Two patients failed to complete the treatment. Two patients with compensated cirrhosis were treated over 24 weeks, while others received 12 weeks. in 23 patients completed 12 weeks, all were HCV-RNA negative at the end of the treatment, and had sustained virologic response (SVR) after the 12 weeks of treatment. the most common side effects were pruritus and anaemia. Conclusion: the PrOD treatment resulted in a high rate of SVR in HCV-infected CHD.Öğe Helicobacter pylori (+) kronik aktif gastrit ve duodenal ülserli hastalarda, cagA pozitifliği ile serum gastrin ve TNF-alfa ilişkisi(1999) Yılmaz, Mustafa; Aydın, Ahmet; Ungan, Mehmet; Günşar, Fulya; Ersöz, Galip; Özütemiz, Ömer; Çavuşoğlu, HanefiKronik aktif gastritin (KAG) temel nedeni olan Helicobacter pylori (H. pylori) peptik ülser gelişiminde en önemli faktörlerden biri olup mide adenokarsinomu ve primer gastrik B hücreli lenfomada da kofaktör olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmada KAG ve duodenal ülser (DÜ) patogenezinde H. pylori'nin cag A(+) suşu, gastrin hormonu ve bir inflamatuvar mediatör olan TNF-alfanın ilişkisini ortaya koymak amacı ile H. pylori pozitif bulunan 21 KAG, 31 DÜ'li hasta ve endoskopik ve histolojik olarak patoloji saptanmayan 18 kontrol olgusu incelendi. Tüm olgulardan endoskopik işlem öncesi serum gastrin, TNF-alfa düzeyi ile cag A antikoru ölçümü için kan örneği alındı. Her üç parametre aynı kan örneğinde çalışıldı. KAG'li olguların %33.3'ünde (7/21), DÜ'li olguların %64.5'inde (20/31) cagA antikoru saptandı ( p<0.05). Olgular serum gastrin düzeyi açısından karşılaştırıldığında KAG (74.1±26 pg/ml) ile DÜ (69.5±22 pg/ml) arasında anlamlı fark bulunmaz iken, her iki grubun kontrol grubundan (44.9±5.7 pg/ml) anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü (p<0.001). Serum TNF-alfa düzeyi KAG'li vakalarda (38±34pg/ml) kontrol grubundan (18±9 pg/ml) daha yüksek bulundu (p<0.05). cag A(+) olgular ile cag A(-) olgular arasında serum gastrin ve TNF-alfa düzeyi açısından anlamlı bir fark saptanmadı (pı0.05) Sonuç olarak; cag A pozitif H. pylori suşları ile DÜ arasında pozitif ilişki vardır. H. pylori enfeksiyonunda serum gastrin düzeyi yüksektir. Bu yükseklik, bakterinin yol açtığı kronik gastrit ve DÜ ile, bakterinin cag A içerip içermemesinden bağımsızdır. Serum TNF alfa düzeyi ile gastrin hormonu ve cag A antikoru arasında korelasyon olmaması hem gastrin salınımının hem de inflamatuvar sitokin yanıtının cag A' dan bağımsız olduğunu düşündürmektedir.Öğe Helicobacter pylori eradikasyonundan sonra gastroözofajial reflü sendromu(1999) Günşar, Fulya; Aydın, Ahmet; Ersöz, Galip; Yılmaz, Mustafa; Akarca, U. Salih; Özütemiz, Ömer; Çavuşoğlu, HanefiHelicobacter pylori (H. pylori) ve gastroözofajial reflu sendromu arasındaki ilişki komplekstir ve tam anlaşılamamıştır. Son zamanlarda duodenal ülserli hastalarda H. pylori eradikasyonundan sonra reflü özofajit geliştiğini veya özofajitin şiddetlendiğini bildiren araştırmalar vardır. H. pylori eradikasyonundan sonra gastroözofajial reflu ve özofajit gelişip gelişmediğini saptamak ve buna neden olan etkenleri araştırmak amacı ile H. pylori enfeksiyonu olan hastalarda eradikasyondan önce ve sonra endoskopi, manometri, 24 saatlik intraözofajial pH metri incelemeleri yapılmıştır. Araştırma 11'u dudenal ülser ve 10'u nonülser dispepsili H. pylori (+) toplam 21 hasta üzerinde başlatılmış ancak tedavi sonrasında 2 hastada H. pylori eradikasyonu sağlanamadığı için 19 olgunun sonuçları karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Endoskopik incelemelerde antrum, korpus ve özofagustan biyopsiler alınmıştır. Eradikasyondan sonra pH metri'nin tüm parametrelerinde artış vardı (p<0.05). Bu artış korpus gastriti veya özofajiti olanlarda daha belirgindi (p<0.05). Özofajit eradikasyondan sonra endoskopik olarak %21 den %47'ye, hem endoskopik hem histolojik olarak %73 ten %84'e yükselmişti ancak bu artış istatiksel olarak anlamlı değildi. Sonuç olarak H. pylori eradikasyonu ile özellikle başlangıçta korpus gastriti veya özofajiti olan hastalarda gastroözofajial reflü artmaktadır.Öğe Helicobacter pylori eradikasyonundan sonra gastroözofajial reflü sendromu(Ege Üniversitesi, 1998) Günşar, Fulya; Çavuşoğlu, HanefiÖZET HP enfeksiyonu ile kronik gastrit, duodenal ülser, mide ülseri, mide malignitesi arasındaki ilişki yapılan bir çok çalışma ile oldukça netleşmiştir. Ancak HP enfeksiyonu ile GÖRS arasındaki ilişki tam olarak bilinmemektedir. Bu konuda oldukça az sayıda çalışma olup HP sıklığı GÖRS olan olgularda normal populasyondan düşük bulunmuştur. HP eradikasyonundan sonraki izlemlerde hastalarda özofajit görülme sıklığının da artmış olduğu farkedilmiştir. Bu konu ile ile ilgili olarak HP eradikasyon tedavisi ile oluşan değişimleri gösterebilmek için tedavi öncesinde ve sonrasında endoskopi, 24 saatlik intraözofajial pH-metri, manometrik incelemeler yaparak GÖRS varlığım araştırmak istedik. Çalışmaya EÜTF Gastroenteroloji Bilim dalı polikliniğine başvurarak ülser yada ülser benzeri dispepsi yakınması nedeni ile endoskopi yapılarak HP enfeksiyonu saptanmış 10 DÜ ve 9 nonülser dispepsili toplam 19 hasta alınmıştır. Hastaların 8' i erkek, 1 l'i kadın olup yaş ortalaması 39+9 du. Yapılan 24 saatlik intraözofajial pH-metri sonuçlarında eradikasyondan sonra total refiü zamanı, pH<4 alanı, total reflu sayısı, en uzun reflü sayısı ve süresinde istatiksel olarak anlamlı bir artış saptadık. GÖRS 'ün hangi hastalarda belirgin olduğunu araştırdığımızda ise başlangıçta özofajiti ve/veya corpus gastriti olan hastalarda eradikasyondan sonra GÖR'yü gösteren pH-metri parametrelerinde artışın daha fazla olduğunu belirledik. Tedavi öncesinde patolojik reflü %66 hastada varken, tedavi sonrasında bu oran %75' e yükseldi. Başlangıçta endoskopik olarak %21 hastada, histolojik olarak %57 hastada, hem endoskopik hem de histolojik olarak ise %73 olguda özofajit vardı. Tedaviden sonra bu oran sırası ile %47, %73, %84'e yükselmişti. 41Başlangıçtan itibaren patolojik reflünün ve özofajitin oldukça yüksek oranlarda olmasının sonuçları etkileyebileceği düşünülebilir. Ancak eradikasyondan sonra bir hasta dışında tüm hastalarda GÖR artışının varlığı, ayrıca hiç bir hastada başlangıçta şiddetli özofajit ya da salt GÖR semptomlarının olmayışı ile bu düşünceden uzaklaşmak mümkündür. Ayrıca tedavi sonrasında özofajiti olan ve olmayan grupta başlangıçta mevcut olan total reflü zamanlarındaki farklılık da ortadan kalkmıştı. Ancak yine de hasta sayısı arttıkça ve izlem süreleri uzadıkça daha objektif sonuçlar elde etmek mümkün olacaktır. Hastalardaki manometrik incelemelerde eradikasyon tedavisinden sonra AÖS basıncında artış meydana gelmiştir. Özofagus gövde hareketlerinde eradikasyondan sonra belirgin bir değişiklik saptanmamıştır. Manometrik incelemede meydana gelen değişiklikler ile GÖR artışı arasında bir ilişki kurulamamıştır. Sonuç olarak HP eradikasyonundan 1 ay sonra pH-metrik incelemede GÖR gösteren parametrelerde artış saptadık. GÖR artışı özellikle başlangıçta korpus gastriti ve/veya özofajiti olan olgularda daha fazla idi. Bu konunun kesinlik kazanması için daha fazla sayıda hasta ile ve daha uzun süreli izleme olanak veren geniş kapsamlı çalışmalar yapmak gerekmektedir. 42Öğe Karaciğer, safra kesesi ve safra yolu kanserlerinde epidemiyoloji ve sağ kalım özellikleri(2019) Turan, İlker; Özütemiz, Ömer; Ersöz, Galip; Karasu, Zeki; Günşar, Fulya; Tekin, Fatih; Akarca, Ulus SalihAmaç: Ege Üniversitesi Hastanesinde 1992-2017 arası kanser tanı ve tedavisi yapılan 3791 karaciğer, safra kesesi ve safra yolu kanseri hastasının epidemiyolojik ve sağ kalım özelliklerinin karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Ege Üniversitesi Kanserle Savaş Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından toplanan hepatosellüler kanser, intrahepatik ve ekstrahepatik kolanjiosellüler karsinom, safra kesesi ve ampulla Vater tümörleri verileri DSÖ ve SEER sistemleri temelinde gruplanarak analizler yapılmıştır. Tümörlerin yaşam süreleri, farklı evrelerdeki sağ kalım ve yaşam süresi farkları, cinsiyet, yaş ve uygulanan tedavilerin sağ kalım ile ilişkileri araştırılmıştır. Bulgular: 3791 hastadan 1832 hasta hepatosellüler kanser (HSK), 440 hasta intrahepatik kolanjiokarsinoma, 447 hasta ekstrahepatik kolanjiokarsinoma, 540 hasta safra kesesi kanseri ve 532 hasta ampulla Vater kanseri tanısı almıştı. HSK, kolanjiokarsinomlar ve ampulla Vater kanseri erkeklerde, safra kesesi kanseri ise kadın olgularda daha fazla idi. TNM sınıflanmasına göre tüm gruplarda hastaların daha çok ileri evrede olduğu görülmüştür ve en fazla ileri evre hasta olan grup safra kesesi kanserleriydi. Ortalama sağ kalım süreleri HSK için 15 ay, intrahepatik kolanjiokarsinom için sekiz ay, ekstrahepatik kolanjiokarsinom için 10 ay, safra kesesi kanseri için sekiz ay ve ampulla Vater kanseri için 19 ay bulunmuştur. Tedavi modalitelerine göre bakıldığında tüm kanser gruplarında cerrahi tedavi uygulanan hastalarda yaşam süresi daha uzundu. Radyoterapi (RT) uygulamasının sadece safra kesesi kanseri olan hastalarda hayatta kalma üzerine olumlu etkisi bulunmuştur. Kemoterapi (KT) verilmesi intra/ekstrahepatik kolanjiokarsinom ve safra kesesi kanserlerinde hayatta kalmada uzama ile ilişkili bulunurken, HSK ve ampulla Vater kanseri olan hastalarda KT verilen ve verilmeyen hastalar arasında yaşam süresi açısından fark bulunmamıştır. Sonuç: Bu seri 3791 hasta ile hepatobiliyer kanserlerle ilgili Türkiye’de yayınlanmış olan en geniş seridir. Hastalar genelde ileri evrede tanı almaktadır. Cerrahi tedavi tüm gruplarda, RT ve KT ise bazı gruplarda sağ kalım süresinde uzama ile ilişkilidir.Öğe Laktoz intoleransı ve kolorektal kanser ilişkisinin araştırılması(Ege Üniversitesi, 2016) Günşar, Fulya; Akarca, Ulus S.; Salman Faralyalı, EsinKolorektal kanser gelişiminde beslenmenin yeri henüz yeterince anlaşılamamıştır. Laktoz intoleransı toplumda sık bulunan bir beslenme bozukluğudur. Laktoz intoleransı ile ilgili bazı gen polimorfizmleri tanımlanmıştır. Güncel Literatürde, laktoz intolerasının kolorektal kanseri tetiklediğine ve zıt olarak kolorektal kanserden koruduğuna dair farklı görüşler ve çalışmalar mevcuttur. Biz bu çalışmada; Kolon polipleri ve kolorektal kanserli hastalarda laktoz intoleransı ilişkisini (LCT-13910) araştırmayı amaçladık.Total kolonoskopi yapılan 160 hastadan (E:103;Yaş ort.:60.7±10.4 ) periferik kan örnekleri alındı, kanlarda LCT-13910 polimorfizmi çalışıldı. Kategorik değişkenler chi-square testi ile sürekli değişkenler ise ANOVA test ve T-test ile karşılaştırıldı.Laktaz yetersizliğinin gösteren CC genotipi %83.7 tespit edildi. Normal kolonoskopili olanlar ve kolorektal kanser / polipli hastalar arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmedi. Bizim çalışmamıza gore; laktoz intoleransı gen polimorfizmi (LCT-13910) ile kolorektal kanser gelişimi arasında bir ilişki tespit edilmedi.;LCT-13910,Lactase deficiency, colorectal cancer, colorectal polyps.;LCT-13910,Laktoz intoleransı, kolorektal kanser, kolorektal polipler.Öğe Paritaprevir, ritonavir, ombitasvir, and dasabuvir treatment in renal transplant patients with hepatitis C virus infection(2019) Danış, Nilay; Töz, Hüseyin; Ünal, Nalan; Yılmaz, Mümtaz; Turan, İlker; Günşar, Fulya; Ersöz, GalipBackground/Aims: the Social Security System of our country reimburses only paritaprevir, ritonavir, ombitasvir, and dasabuvir (PrOD) regime in treatment-naive patients with hepatitis C regardless of kidney disease. Most of our renal transplant (RT) recipients were treated with PrOD. the aim of the present study was to investigate the efficacy and safety of PrOD in RT patients with hepatitis C virus (HCV) infection in a single center real-life experience. Materials and Methods: RT recipients with a post-transplant follow-up of at least 1 year were included in the study. the patients were treated and monitored according to the guidelines. Blood levels of immunosuppressive patients were closely followed up and adjusted. Results: A total of 21 (12 male and nine female) patients were assessed. the age of the patients was 50.8±8.5 years. Ten patients were infected with G1a, 10 patients with G1b, and one patient with G4 HCV. Two patients had compensated cirrhosis. Eighteen patients were treatment-naive, and three were peginterferon+ribavirin-experienced. Sustained virologic response (SVR12) was achieved in all patients. None of the patients discontinued the treatment. Cyclosporine (Csa) and tacrolimus (Tac) doses were reduced to once a day to once a week to maintain the blood level within normal range. the most common adverse effect was anemia in patients receiving ribavirin. Renal functions did not change during the treatment period. Conclusion: in this real-life experience, all of the 21 PrOD-treated RT recipients reached SVR12. Tac or Csa serum levels were maintained within the normal range with close monitoring. PrOD regime can be successfully and safely used in RT recipients with HCV infection with close follow-up.Öğe Paritaprevir, ritonavir, ombitasvir, and dasabuvir treatment in renal transplant patients with hepatitis C virus infection(2019) Danış, Nilay; Töz, Hüseyin; Ünal, Nalan; Yılmaz, Mümtaz; Turan, İlker; Günşar, Fulya; Akarca, Ulus SalihBackground/Aims: The Social Security System of our country reimburses only paritaprevir, ritonavir, ombitasvir, and dasabuvir (PrOD) regime in treatment-naive patients with hepatitis C regardless of kidney disease. Most of our renal transplant (RT) recipients were treated with PrOD. The aim of the present study was to investigate the efficacy and safety of PrOD in RT patients with hepatitis C virus (HCV) infection in a single center real-life experience. Materials and Methods: RT recipients with a post-transplant follow-up of at least 1 year were included in the study. The patients were treated and monitored according to the guidelines. Blood levels of immunosuppressive patients were closely followed up and adjusted. Results: A total of 21 (12 male and nine female) patients were assessed. The age of the patients was 50.8±8.5 years. Ten patients were infected with G1a, 10 patients with G1b, and one patient with G4 HCV. Two patients had compensated cirrhosis. Eighteen patients were treatment-naive, and three were peginterferon+ribavirin-experienced. Sustained virologic response (SVR12) was achieved in all patients. None of the patients discontinued the treatment. Cyclosporine (Csa) and tacrolimus (Tac) doses were reduced to once a day to once a week to maintain the blood level within normal range. The most common adverse effect was anemia in patients receiving ribavirin. Renal functions did not change during the treatment period. Conclusion: In this real-life experience, all of the 21 PrOD-treated RT recipients reached SVR12. Tac or Csa serum levels were maintained within the normal range with close monitoring. PrOD regime can be successfully and safely used in RT recipients with HCV infection with close follow-up.Öğe Real-life experience of ledipasvir and sofosbuvir singletablet regimen among chronic hepatitis C patients in Turkey(2020) Oruç, Nevin; Ersöz, Galip; Günşar, Fulya; Akarca, Ulus S.; Tekin, Fatih; Vardar, Rukiye; Danış, NilayBackground/Aims: Ledipasvir (LDV) and sofosbuvir (SOF) as single-tablet regimen (STR) has been approved for treatment of chronicHCV infection (CHC) for treatment-naïve or experienced cirrhotic or non-cirrhotic patients. Our aim was to analyse the effectivenessand safety of 12-24 weeks treatment of LDV/SOF (90mg/400 mg)±ribavirin in a real-life setting in Turkey.Materials and Methods: Between May-Dec 2016, 104 treatment-naïve or experienced adult patients with CHC and with or withoutcirrhosis (including decompensated cirrhosis) were included in this observational study. Patients were administered LDV/SOF STR± ribavirin once daily for 12 -24 weeks. SVR12 rates and effects of the baseline characteristics on SVR12 rates were assessed.Results: Out of 104 enrolled patients (61.5% female, mean age 62.0 years); 60.6% were cirrhotic, 76.0% previously used peg-IFN, 94.2%had GT1. At the end of the treatment, 77.8% (77/99, no data for 21 patients) had undetectable HCV-RNA and 98.9% (94/95) had SVR12.In the baseline characteristics subgroups, the SVR12 rates varied between 94.4% and 100%, and none of the baseline characteristicshad a significant effect on the SVR12 rates. During the study, 6 (5.8%) patients died and none of the deaths was suspected to be relatedto the LDV/SOF. No treatment-emergent adverse event was reported.Conclusion: In conclusion, LDV/SOF±ribavirin yielded very high SVR12 rates, without any safety or tolerability concern in Turkey. Theeffectiveness of the LDV/SOF treatment was not affected by the patient demographics or medical characteristics such as fibrosis level,cirrhosis status, previous treatment status, HCV-RNA level or HCV genotype.